Yurt yangınını bir de böyle okuyun

Nihat Genç yazdı

En uygun olanın hayatta kalması tezine evrim teorisi deriz.

Sayısal (popülasyon) olarak en çok olan mı hayattı kalacak, yoksa direnişin zekasıyla bağışıklığı güçlenmiş çok az sayıda ‘elit mi?’

Bu kıyamet savaşında bu ‘ıslah projesi’ ‘imha’ yöntemiyle ilerliyor.

Zekası düşük, siyaseti düşük, demokrasisi düşük, insan hakları düşük, milli refleksleri düşük ülkeler yavaş yavaş tarihten siliniyor.

Genetik tartışmalarını Nobel ödüllü bilimadamları sürdürüyor ve genetiği çoktan dünya siyasetine soktular, zeka düşüklüğünün bir kader olduğunu, sosyal politikalarla iyileştirmenin çok zahmetli ve çoğu zaman imkansız olduğunu, bu yüzden, uygarlığı sağlıklı iyi imkanlı okumuş ebeveynlerin yaşattığını söylemeye başladılar.

Bu ürkütücü tam bir ‘ırkçı’ ve ‘sınıfçı’ söylem çoktandır gen dna tartışmalarında başı geçiyor.

İyi eğitim almış ve saldırgan ve rekabet gücü yüksek insanlar dünyayı yönetecek ve geriye kalan ülkeler-milyonlar kaderlerine terk edilecek.

Genetik-kalıtım tartışmaları çoktan bilimsel olmaktan çıkıp siyasete evrildi.

Bu ‘tartışmaları’ istediğiniz kadar mide bulandırıcı ve insanlık dışı bulun.

Sağ ve sol liberaller işte otuz yıldır bu görüşleri tüm dünyada iktidara taşıdılar.

Bugün gerçekte ‘yaşanan’ ve ‘olan’ budur.

TECAVÜZÜ DAHİ KABULLENEBİLECEK BİR YOKSULLUK

Sosyal politikaların hamisi sendikalar sivil örgütler sosyal demokrat partiler çok büyük kan kaybetti, hatta, ‘tarihten düşüyor’ ve ‘popülist’ sağ politikalar dünyanın her yerinde iktidar oluyor, bu yüzden.

Ve şimdi suçu genlere ve suçu biyolojik anormalliklerin üstüne yıkmaya başladılar.

Rıchard Dawkins’in ünlü ‘bencil ben’i sonunda siyaset sahnesine çıktı. Bencil Gen ile Bencil Ben aynı şey, bencil gen ile Trump bencil ben ile Tayyip Erdoğan bencil gen ile Putin aynı şey.

Sana karşı bir delinin akıl ettiği yolu başka bir deli de akıl edebiliyorsa, deli olan sensin.

Bütün ‘deliler’ popülizmi akıl edebiliyorsa popülizmi akıl edemeyen deliler ‘sosyal politikaları’ savunan, asıl delilerdir.

Ve gerçekçiliği yüzünden tarih sahnesinden düşen sosyal politikaların siyasi yolları öyle kapalı ki, artık sabahtan akşama mücadele etse de, yapabileceği çok şey kalmadı.

Cemaatçiler-dinciler, dinci partiler, mezhepçiler, hepsi ‘hızla çoğalmak’ istiyor, hem sayı olarak hem sandıkta oy olarak.

Yönetmelik, tüzük, hukuk, istediğiniz kadar söyleyin, bu yapıların ‘hızını’ keser, işlerine gelmez.

Çocukları yurtlara hayvan ağılı gibi doldurun, yemekleri çocuklar yapsın, yerleri çocuklar silsin, camları çocuklar temizlesin.

Gecenin bir yarısı karanlığında onbir yaşında tuvalete dahi gitmeye korkan onbir yaşında bu kız çocuklarıyla…

Cemaatin sayısı artsın siyaseti büyüsün imkanları gelişsin.

Bu çağda Türkiye’nin en hareketli tarım ve sanayi şehri Adana’da onbir yaşında kız çocukları ortaçağ karanlığında bir kadere mahküm olsun.

Valisi belediyesi partisi ve üniversitesi ne arayanı ne soranı ne savcısı olmasın.

Öyle derin bir yoksulluk ki tecavüz edildiklerinde dahi tecavüzü dahi kabullenebilecek bir yoksulluk.

Öyle derin bir yoksulluk ki kız çocukları yanıp kül toz kömür olsa da seslerini çıkartamayacak kadar bir yoksulluk.

İşte hayatımıza gerçek soruyu burada sormak lazım, hem kiliselerin içi hem camilerin içi bomboş, ama, cemaat yurtları cemaat vakıfları cemaat kitleleri ağzına kadar dolu…

Yani (siyasetin) cepheye sürülecek asker (çocuk) çok ama o askerlerin hayatını geçimini yoksulluk dramlarını soran hiç yok.

DEMOKRASİYİ İCAD EDEN SANDIK MI SEÇİM Mİ HUKUK MU ANAYASA MI

Siyaset bütün dünyada özellikle Sovyetler’in çökmesi ve tüm dünyada sol politikalar ve partilerin elinden çıkıp sağ-sol liberallerin kucağına düştüğü günden beri kıyametimiz hazırlanıyor.

Sağ-sol liberallerle siyaset makas değiştirdiğinden beri, makasa bakan sinyal memuru walkman takmış, gelen-giden trenlere bakan yok.

Sosyal politikalar olmadan toplumlar nasıl yaşayabilir soran tek politikacı yok!

Ve döndük beşyüzyıl geriye. O ortaçağ dünyasında hangi savaş oldu da Tanrılar karışmadı.

Bir daha döndük başa, bugünün siyasetine de tüzükler hukuk denetçiler savcılar değil Tanrılar yön veriyor.

Çocuklarımız yanıyor biz Tanrıları konuşuyoruz, çocuklarımız tecavüze uğruyor biz Tanrılarımızı tartışıyoruz.

Yurttaşlığın Anayasal Garantisi kalmadı.

Sosyal devlet kalmadı.

Sosyal hakları savunan sivil kurumlar partiler kalmadı.

Büyük tarihi soru şudur:

Demokrasiyi icad eden sandık mı seçim mi hukuk mu anayasa mı?

Yoksa ‘sosyal hakları’ güvence altına alan büyük sendikalar ve sivil güçlerin ‘kurumsallaşması mı?’

Mesela hukuk’un garantisi nedir?

Silahlı kuvvetler mi, parlemontu mu, kuvvetler ayrılığı mı, bağımsız hukuk kurumları mı?

Cevap, batıda ve doğuda yaşadık ve gördük, bugün ikiyüzyıllık demokrasi deneyiminden geriye kalan şudur: hiçbiri sosyal hakların güvencesi değil.

Yurttaşlığın ve anayasanın ve sosyal hakların garantisi yine sosyal politikaları savunan sivil kurumlar partilerdir, yani ‘devrimi’ başlatan ve yöneten ‘devrimci’ kurumlardır.

Yanisi, hukuk’un garantisi örgütlenmiş sosyal partilerin varlığıdır.

Bugün doğuda ve batıda yurttaşların hukuki güvenceleri büyük tehlike altındadır.

Gördük işte, anayasal hukuki kurumlar tek başlarına bu hakları garanti altına alamıyor.

Sağ-sol liberaller otuz yılı aşkın sendikal örgütleri gözden çıkardı, sosyal örgütlenmeleri yerin dibine soktu.

Sosyal hakları sadece popülist anlamıyla kullandı. Ve popülizmini çevre, feminizm, insan hakları, kimlik, mezhep, aidiyet bahisleri açarak içini boşaltıp sömürmekten yorulmadı.

Devletin sosyal koruyuculuğuna karşı çıktılar.

Devlet müdahalesini her yerde aşağıladılar, satıp sıfırladılar, telekomundan yurtlarına kadar vakıflara özelleştirmeye peşkeş geçmeyen kalmadı.

Pek tabii aralıksız otuz yıl, sosyal politikaları öne çıkartan sosyal demokrat partileri küçümsediler, şeytanlaştırdılar, aşağıladılar.

Çünkü yeni dünya düzeni kuruluyordu, çünkü özgürlükler ‘sınır’ tanımıyordu.

Ve tabii sosyal adalet, tazminatlar, işten çıkarmalar, emekli maaşları, küresel şirketlerin insafına terk edildi.

Taşeronlaşmaya göz yumuldu.

Mezheplere dincilere göz yumuldu.

İş güvencesi ve iş garantisini hiç ciddiye almadılar, alanlarla dalgalarını geçtiler.

İnsan hakları sloganları sözüm ona gözdeleri oldu ama insan haysiyetini tarihten silen sağ-sol liberaller oldu.

‘Anti-emperyalist olmadan (nasıl olduysa) faşizme karşı oldular’.

Ülkeyi bir arada tutan kolektif değerleri, sosyal kurumları, paramparça ettiler.

Yerine dinci ve mezhepçi cemaatçi yapılardan başka hiçbir şey koyamadılar.

Bu vahşi sağ-sol liberal kıyamet, Reegan-Özal-Thacher’le başladı, otuz uzun yılın korkunç sonuçları bugün tüm dünyayı kasıp kavuruyor.

Ve artık bu sağ sol liberallerin hiçbiri ortada yok.

SOSYAL DEMOKRAT PARTİLER YOKSA DEMOKRASİ DE YOKTUR

Tarihi sorumuz şudur:

Eğer demokrasi diye bir problemimiz varsa… Demokrasi dediğimiz şey sosyal politikaları ve hakları garanti altına alan sosyal örgütlerin sosyal partilerin ta kendisidir.

Gerçek budur: sosyal demokrat partiler yoksa demokrasi de yoktur.

Sağ-sol liberaller otuz yılda sosyal devletin sonunu getirip dünyamızı aşırı popülist diktatörlere teslim ettiler.

Demokrasiyi kontrol edecek hiç bir kuruma yaşam hakkı vermediler.

Artık baskıcı kapalı rejimler batıdışı topraklarda değil.

Baskıcı ve kapalı rejimler sağ-sol liberallerin popülist siyasetleri sonucu artık Avrupa’nın göbeğinde.

Tehlike dört nala büyüyor, siyasi varlığımızı yurttaşlık ve en temel anayasal haklarımızı koruyacak, hiçbir ‘güvenceye’ sahip değiliz.

Bu yüzden ‘siyasal varlığımızın’ yepyeni bir temele ve formüle ihtiyacı vardır.

Artık fikir özgürlüğü, vicdan özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü gibi laflar beş para etmemektedir.

Çünkü bu özgürlükleri koruyacak büyük siyasal ve sosyal örgütler ve kurumlar son otuz yılda devreden çıkartılmıştır.

Bu özgürlükler gaddar ve baskıcı iktidarların piyasasında yem olarak kullanılmıştır.

Ve bugün bu en temel insanlık kazanımlarını, sosyal örgütleri ve sosyal kurumları ve partileri yok ederek, yaşatamayacağımız ortaya çıkmıştır.

Kardeşlerim.

Bu kulağa hoş gelen özgürlük sloganlarını o kadar çok kullandılar ki içleri boşaldı.

Dünyamızda ‘boşalan’ işte burası oldu.

Batıda ve doğuda büyük ‘siyasi boşluklar’ meydana geldi.

Bu boşluk, en temel hakları savunan örgüt ve parti ve kurumların sağ sol liberallerce şeytanlaştırılıp tarih dışına atılmasıyla oldu.

Bu boşluk, en temel hakları savunan örgüt ve parti ve kurumların kitlesel varlıklarını değil sadece sloganlarını çalıp popülist siyasetlerinde kullanarak oldu.

Kardeşlerim, hepimiz yeniden bir daha iman tazelemek zorundayız:

Bize düşen ilk görev, bu savaş-sömürme-parçalama tehditleri altında bu kıyamet günlerinde ‘sosyal devletten’ asla taviz vermemektir.

Sosyal devletin ‘ikamesi’ yoktur, cemaatler vakıflar dinciler mezhepler ve özel şirketler tarafından doldurulması mümkün değildir.

Sağ ve sol liberallerin popülist sömürüsü nihayet tamamlanmış acı sonuçları bütün dünyada görülmeye başlanmıştır.

Ve önce kimlikler aidiyetler ve cemaatler ve özelleştirmeler eliyle devletin çözülmesini sağlamışlardır.

Ve kimlikler aidiyetler ve cemaatler ve özelleştirmelerle devletin çözülmesini sağlarken ifade, fikir, vicdan gibi özgürlükleri de liberalizmin tuzu biberi kreması olarak kullanmışlardır.

Ve bugün sağ sol liberaller ifade, fikir, vicdan, sözüm ona kimlik, vs. gibi özgürlükleri öyle kullandılar ki geldiğimiz sonuç: bu özgürlüklerin hepsiyle ilişiğimiz kesildi.

Bu popülist siyasetlerin sonu ya savaşa ya imhaya ya kitlesel göçlere ya iç savaşlara ya diktatörlüklere çıktı.

Dikkat edin sağ-sol liberallerin popülist söylemleri hepimizde ‘kitle korkusu’ ‘sandık korkusu’ oluşturdu.

Demokrasiyi, sivil hakları, sosyal hakları, anayasal hakları yıkıp parçalayan artık ‘sandıktan çıkanlar’ oldu.

Ve artık demokrasi tüm dünya için umutsuzluğun çaresizliğin yeni adı oldu.

Dikkat edin, doğuda ve batıda, cumhuriyeti, aydınlanmayı, hukuk’u, insan haklarını savunanlar çoğunluktan nefret eder hale geldi.

Bu sonuç, son beşyüzyıllık sanayileşme aydınlanma şehirleşmenin bütün kazanımlarını elden çıkartan vahşi bir sonuçtur.

Mesela eğitim sisteminin imam hatipleşmesi ya da cemaatleşmesi, devletin ve hukuk’un bindiği dalı kesmeye, çocuklarımız ve insanlığımız altında kalmaya çoktan başladı.

Ve eski imparatorluklara bağlı romantikler sandıktan bolca çıkmaya ve eski rejim savunucuları en merkezi partiler olmaya başladı.

Sağ ve sol liberaller ‘tarihin sonu’ diyerek sosyal partileri ‘diyalektikten’ (karşı tez) çıkartmasıyla oldu.

İlk elden yapılabilecek ilk şey sosyal hakları ve sosyal politikaları yeniden diyalektiğe (hayata-tarihe) sokmaktır.

Yani, haklarımızın varlığımızın yurttaşlığımızın büyük bir tehdit altında olduğunu gören-bilen-anlayan-farkeden herkes sosyal bir savunma geliştirmek zorundadır.

Bir sosyal savunma kalesi.

Aydınlanma ve sosyal değerler ve sosyal hakların kazanımlarını savunacak, bir savunma hattı inşa etmek.

Hangi parti hangi yapı hangi işsiz öğrenci emekli örgütlü örgütsüz herkes aidiyet kimlik cemaat din demeden yeniden bilinçlenmeli yeniden örgütlenmeli.

Sağ-sol liberaller kimlik politikalarıyla sizleri otuz yıl oyaladı ve kandırdı.

İşte büyük yalan sürüyor, Avrupa’nın sol romantizmi PKK’ya gaz vererek yüzbinlerce kürt genci savaşa sokup kıyımdan geçiriyor.

İşte büyük yalan sürüyor, Amerika kendi askerleri yerine PKK’yı kullanıp yüzbinlerce kürt genci savaşa sokup kıyımdan geçiriyor.

Ve yoksulluğun dibini vurmuş harabe kasabalarda geriye kalan çaresiz kimsesiz çocukları cemaatler kapıp ajan yapıyor sandıkta oy yapıyor.

Yetim kimsesiz sahipsiz çocukların sayısal çokluğuyla diktatörlükler kuruluyor.

15 TEMMUZ FETÖ DARBESİYLE RECEP İVEDİK FİLMLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ

Kardeşlerim.

15 Temmuz Fetö darbesiyle Recep İvedik’in çok gişe yapan filmleri arasındaki ilişkiyi görün.

Siyasetsiz içi boş kalitesiz aptal filmlerin çoğalmasıyla sağ-sol liberal ve cemaat ve dinci çoğalma arasındaki ilişkiyi görün.

Kalitesiz yurtlarla kalitesiz filmler kalitesiz siyasetçiler arasındaki ilişkiyi görün.

Kalitesiz içi boş liberal yazarlarla onbir yaşında ihmalle yanan onbir kız çocuğu arasındaki ilişkiyi görün.

Sandıkta sayısal olarak çoğalmak isteyen ve sandıktaki oylarla övünenlerle yanan tecavüze uğrayan çocuklarımız arasındaki ilişkiyi görün.

Küçümsenip aşağılanan ve tarih dışına çıkartılan sosyal politikalar ve partilerin yokluğuyla on yaşında tecavüze uğrayan çocuklarımız arasındaki ilişkiyi görün.

Saraylaşan hanedanlaşan siyasetle, bir hükmü kalmayan anayasal kurumlarla cemaatlerin insafına bırakılmış yanan ve tecavüze uğrayan çocuklarımız arasındaki ilişkiyi görün.

Sosyal politikaların ve sosyal partilerin aşağılanmasıyla dünyamızın kaderinin Trump’un Tayyip’in Putin’in insafına geçtiğini görün.

Sosyal politikaları sosyal devleti savunan büyük kitleler büyük partiler olmadıkça ‘demokrasinin’ asla yaşayamayacağını bir zahmet görün.

Kıyamet savaşının akılsız zekasız denetimsiz hukuksuz ‘çoğalmayla’ başladığını görün.

Kıyamet savaşının sosyal devletin sosyal politikaların ortadan kaldırılmasıyla başladığını görün.

Kıyamet savaşının insanlık değerlerini ve insanlık kazanımlarını hiçe sayarak başladığını görün.

Kıyamet savaşını içi boş değersiz esersiz insanların kimlik diye diye din diye diye başlattıklarını görün.

Ve sizi umutsuzluğa çaresizliğe sürükleyen şartları siyasetleri iyi tanıyın.

Ve sizi ‘devrimci’ yapan siyasetleri yeni baştan gözden geçirin.

Efsanevi yazar John Steinbeck’in Gazap Üzümleri romanı büyük buhran sonrası Amerika’nın çaresiz umutsuz ve hiçbir çıkış bulamayan yoksul sahipsiz insanlarını anlatır.

Ve Gazap Üzümlerini okudukça karamsarlıktan çıkışsızlıktan ölümcül bir yorgunluğa düşersiniz.

İşte böyle bir roman, şu cümlelerle biter!

Gittikleri her kampta aile bireylerinden birini kaybeden anne’ye, bu umutsuzluk içinde şimdi nereye gidiyoruz, diye sorulur.

Anne: Bir yolunu buluruz, çünkü biz İNSANIZ…

Nihat Genç

Odatv.com

adana yurt yangın recep ivedik FETÖ arşiv