YSK RTÜK'ten giden raporları rafa kaldırdı

Nurzen Amuran sordu RTÜK eski üyesi Süleyman Demirkan yanıtladı...

Nurzen Amuran: 15 Temmuzla birlikte yıllardır söylenilen ama ciddiye alınmayan bir tehlikenin somut kanıtlarıyla karşılaşıldı. Terörün nelere yapabileceği bir kez daha yaşanarak görüldü. Ama bu durum insan hak ve özgürlüklerinin sınırlarını daraltacak ortamı da hazırlamamalı. Bu nedenle medyaya düşen sorumluluk daha fazla. Bu hafta sizinle medyayı halkın haber alma özgürlüklerinin korunup korunmadığını sorgulamak istiyoruz. Ama önce 15 Temmuzla başlayan süreçte nereden nereye vardık sorusunun yanıtını bir de sizden alalım:

Süleyman Demirkan: 15 Temmuz 2016 akşamı başlayan, CIA güdümlü Fethullahçı Darbe girişimi ve devleti ele geçirme kalkışması, TSK içindeki Atatürkçü, Cumhuriyetçi kadrolar ile halkın direnişi sonucu engellendi. Çok şükür…

Meclis’te grubu bulunan dört parti de darbeye şiddetle karşı olduklarını çok açık biçimde açıkladılar, ortak bildiri yayınladılar. Gazi Meclis, o kalkışma gecesi şanına yakışır bir direniş gösterdi.

Ancak, 20 Temmuz 2016’da ilan edilen Olağanüstü Hal ile bu kapsamda çıkarılan KHK’ler ve uygulamalar, demokrasi ile temel hak ve özgürlüklerin askıya alınması sürecini başlattı. OHAL ve bu kapsamdaki KHK’lerin amacı başlangıçta özellikle darbe kalkışmasında bulunan FETÖ terör örgütü ile mücadele olarak açıklandı. OHAL ve art arda çıkarılan ve uygulamaya konulan KHK’lerin halkı hiç etkilemeyeceği sözü verildi. Ama, uygulama hiç de söylendiği gibi olmadı. Terörle hiçbir ilgisi olmayan birçok konu OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lerin konusu yapılmaya başlandı. (Karayolu araçlarının kış lastikleri, huzur haklarının düzenlenmesi, sadece iki çarpıcı örnek). Geniş kitleler OHAL uygulamalarından mağdur oldular. Hakları geriledi. İşçilerin grev hakkının, OHAL sayesinde nasıl yasaklandığını, (emekçiler aleyhine patronlar lehine) Sayın Cumhurbaşkanı daha geçen hafta kendi ağzıyla itiraf etti. Ne yazık ki, buna bile işçi/memur konfederasyonlarından güçlü bir tepki gelmedi. Çünkü, çoğunluk korkutuldu, sindirildi…

Darbe girişimi bahane edilerek, Anayasa, yasalar, demokratik hak ve özgürlükler, basın ve ifade özgürlüğü, daha önce askeri darbe dönemlerinde dahi görülmediği ölçüde kısıtlandı, büyük ölçüde askıya alındı.

Sadece, FETÖ terör örgütü ile iltisaklı yayın kuruluşları değil, muhalif olan bütün tv, radyo, gazete, dergilere yönelik baskı, tehdit, sansür, sansürün de ötesinde kapatma kararları verilmeye başlandı.

Bütün bunlar yapılırken, Anayasal, bağımsız ve özerk bir yapıda öngörülen görsel-işitsel yayınları düzenlemek ve denetlemekle görevli tek kamu otoritesi olan RTÜK, tamamiyle devre dışı bırakıldı. İşi bilmeyen kişi ve organlar, bilgili ve yetkili kuruluşlar ile istişare etmeden, yangından mal kaçırırcasına, “Yaptım, oldu” kararnamelerini yürürlüğe koydular. FETÖ’nün devlette ve bürokrasiyi ele geçirmesinde fiili ve etkin rol oynamış, sorumlu yöneticiler, bir anda kendilerini FETÖ karşıtı ilan ederek, kendi sorumluluklarını örtücü, kendilerini sakınan bir anlayışla, nice masum kamu görevlisinin canını yaktılar.

Savunma ve cevap hakkı tanınmaksızın, yüzlerce, binlerce, onbinlerce kamu görevlisi bu şekilde açığa alındı, memuriyetle ilişkileri kesildi. Maaşlarına ve mal varlıklarına el konuldu. Acele ile keyfi olarak yapılan ve birçok kararnamedeki yanlışların bir kısmı, yeni çıkarılan kararnamelerle düzeltilmeye çalışıldı. Fakat, bu süreçte görüldü ki; FETÖ ile bağları açık olsa da güçlülere, iktidar odaklarının yakınlarına, damatlara, kardeşlere, yeğenlere ya “dokunulamadı”, ya da dokunulur gibi yapıldı ise de çoğunlukla kurtarıldılar.

OHAL’den ve TBMM devredışı bırakılarak bu kapsamda çıkarılan kararnamelerden, en fazla ve en olumsuz medya etkilendi. En küçük bir eleştiri dahi “teröristlikle”, olmadı teröre yardım ve yataklık etmekle, destek vermekle suçlandı. Onlarca, yayın organı kapatıldı.

Dediğiniz gibi olağanüstü hal ilan edildikten sonra KHK kararnamelerle ülkeyönetiliyor. Bu arada RTÜK’e de sorumluluklar getirildi.Bu kararnamelere dayalı olarak yayın kuruluşlarından kaçı kapatıldı, yapılan yayınlar nedeniyle hangi cezalar verildi? Önce okuyucularımıza genel bir bilgi verelim.

Milletvekillerinin soru önergelerine verilen yanıtlar ve yetkili ağızların açıklamalarına göre; 16 TV, 24 radyo, 63 gazete, 20 dergi kapatıldı. Bildiğimiz bu kadar. Belki fazlası da vardır. Bu tasarruflar da yerine göre gizlenmeye çalışılıyor.. Yöneticileri tutuklandı, Anayasa’ya aykırı biçimde, medya araçlarına el konuldu. Yayın frekansları iptal edilen, mallarına el konulan, sahip ve yöneticileri ya kaçan veya tutuklu olan yayın organlarının önemli bir kısmı, Hükümet’in kontrolündeki bir guruba, TMSF eliyle ihalesiz/ilansız, saydam olmayan bir süreçle peşkeş çekildi!

RTÜK, üzerinden yapılan işlemler de çoğunlukla, minareyi kılıfına uydurma kabilinden, Üst Kurul’dan, özellikle de muhalif üyelerden bilgi ve belgeler saklanarak yapıldı. Bu işlemler, “Partili bürokrasi” veya “FETÖ’cü ilan edilip, memuriyetten çıkarılma ve hapse atılma korkusu içindeki, yozlaşmış, kimilerinin “Tetikçi” diye niteledikleri bürokratlar eliyle hayata geçirildi.

RTÜK YÖNETİMİ BAKANLAR KURULU YETKİSİNDEKİ YAYIN YASAKLARINI BİLE “RTÜK YAYIN YASAĞI” OLARAK İLAN ETTİ

Olağanüstü hal başladıktan sonra 680 Sayılı KHK ile getirilen yayın yasaklarının kapsamını RTÜK’ün kendi uygulamalarıyla genişlettiği yazıldı çizildi. Hatta meslek örgütleri “RTÜK’ün sansürü kurumlaştırdığını gazetecilik mesleğine müdahale ettiğini” öne sürdü. “RTÜK Sansür Kurulu haline geldi” iddiasında bulunanlar var. Sizin kişisel düşünceniz nedir?

Üzgünüm ama, bu iddiaların tümüyle asılsız olduğunu söylersem, kendimi ve gerçeği inkar etmiş olurum.

Anayasa, yasalar, kurumlar, kurallar, teamül denilen demokratik gelenekler büyük ölçüde askıya alınınca, ya da en azından, iktidar çıkarı ve keyfiyetine göre uygulanır hale gelince, RTÜK de bu olumsuzluklardan nasibini fazlasıyla aldı. Bazıları, tümüyle politize olup ve gönüllü olarak “iktidarın sopalığını” üstlenmekten çekinmediler. RTÜK Yönetimi, Bakanlar Kurulu yetkisindeki yayın yasaklarını bile, “RTÜK’ün yayın yasağı” olarak ilan etti.Başta TRT ve AA’nın haberlerinde “RTÜK Yayın Yasağı koydu” ifadelerine itiraz dahi etmedi. Israrlı uyarılarımıza karşın, “İstemem yan cebime koy!” alaturka kurnazlığını yeğlediler.

Haberleri ne kadar kısıtlı verirseniz daha fazla bilgi almak isteyenler farklı yerlerden bilgi arayabilirler ve bir zamanlar yaygın olan fısıltı gazetelerindeki abartılı yanlış bilgilere itibar edebilirler. Güven açısından yetkililer için bu önemli bir risk değil midir?

Evet, kesinlikle. Bu ifade ettiğiniz, sağlaması defalarca yapılmış tarihsel gerçek. Ama, kendi yönetim anlayışına ve halkına güvenmeyen otoriter anlayışlar, bu sınanmış gerçeğe karşın, neden oldukları çürümüşlüğü, yolsuzluğu, usulsüzlüğü, haksızlığı, ayırımcılığı örtmek için, haberleri, bilgileri medyadan, dolayısıyla da halktan gizlemeye çalışırlar.

Ama, sonuç değişmez, “Güneş balçıkla sıvanmaz”, “mızrak çuvala sığmaz”, gerçekler ondan korkup gizlemek isteyenlerin bütün hilelelerine rağmen, onların hiç de istemedikleri bir anda, ortaya çıkıverirler! İyi ki de, çıkıverirler ve böylece bir yazarımızın dediği, gibi, “Uygarlık, insanlık geriye gitmez” gerçeği ile yüz yüze geliriz…

Bu da iyi bir şey. İşte budur haklıları, demokratları, mazlumları, aydınları motive eden. Bunun zevkini alanlar ve bilenler, hiçbir şeyden korkmazlar, yılmazlar. İnsanlığı hep iyiye doğru geliştiren, uygarlaştıran, demokratikleştirenler de hep bu anlayış ve bu anlayışı içselleştirenlerdir…

Güneşin ve gerçeklerin hapsedilemeyeceği ortada iken, suç işleyen yetkililer, -boşuna da olsa- işte bu yüzden bilgilerin ve haberlerin yayılmasına engel olmaya çalışırlar. Kimyaları bozulduğu, insanlıklarını askıya aldıkları için, bu tuzağa kaçınılmaz olarak düşerler. Kendileri aleyhine faturayı ağırlaştırırlar. Ama, gerçek de bildiğini yapar…

YSK ANAYASAL TEMEL GÖREVİNİ KENDİ KENDİNE ASKIYA ALDIĞI İÇİN RTÜK’DEN GİDEN YAYIN İHLAL RAPORLARININ GEREĞİNİ YAPMAK YERİNE RAFA KALDIRDI

Referandum döneminde RTÜK, medya kuruluşlarının denetlenmesi ve yayınların propaganda sürecinde uyulması gereken kurallara uyulup uyulmadığını tespit etmesi gerekirdi. Bu denetim ne kadar yapıldı, siyasi iktidarın etkisi altında kaldığı eleştirileri var. Siz bu eleştirilere katılıyor musunuz?

RTÜK, referandum sürecinde yayın kuruluşlarını denetleme konusundaki anayasal ve yasal görevinin, kanımca ancak onda birini gerçekleştirdi. Bunu, YSK’nın belirlediği ve kaynağını Anayasa, Seçim Yasası, RTÜK Yasası ve TRT Yasasından alan yayın ilkelerine göre yaptı, YSK’ya gönderdi. Ancak, YSK varlık nedenini ve Anayasal temel görevini kendi kendine askıya aldığı için, RTÜK’den giden yayın ihlal raporlarının gereğini yapmak yerine, rafa (arşive) kaldırdı. İddia ediyorum; YSK yöneticileri Anayasal, yasal görev ihmali ve görev suçu işlediler. Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve tarihe ihanet ettiler. Başkanı dahil, hiçbir YSK Üyesi tersini savunamaz. Savunabileceklerini umuyorlarsa; onlar yüksek yargıç, hukukçu. Ben ise yan dal olarak hukuk okumuş iletişimciyim. Herşey ortada olduğu için, hodri meydan, istedikleri platformda halkın karşısına çıkıp yüzleşelim… Ama, korkuya teslim oldukları için gerçeği bilenlerin karşısına çıkamazlar… Çünkü, onlar hakkı, hukuku ve saydamlığı çiğnediler. Mesleklerine ihanet ettiler…

Sonuçta özetle diyebilirim ki, RTÜK de, YSK da, Anayasa’ya ve temel hukuk/adalet ilkelerine uygun, yetkilerini kullanmak yerine, meşhur “Fiili durum”a teslim olup “iktidarın sopası” olmayı yeğlediler. Gerçek budur, tarih de böyle yazacaktır…

YOZLAŞMA YABANCILAŞMA İKLİMİNDE ÇIKARCILIĞIN VE RANTIN PESPAYELİĞİNE BATMIŞ DURUMDA BAZI EKRANLAR

Özellikle toplumsal konularda düzenlenen programlarda, Ekranlara tartışma yerine kavga girdi. Zaman zaman küfürler ağır hakaretler ediliyor nefret söylemleri yaygınlaştı. RTÜK bu durumlarda yasalarda kendisine tanınan sorumluluklarda duyarlı davranıyor mu?

Bu soruyu sorduğunuz için çok teşekkür ederim. TRT’nin TRT olduğu dönemlerde, evrensel yayıncılık ilkelerini özümsemiş, gerçek kamu çıkarı yönünde yayıncılığı rehber edinmiş birinden de, böyle güzel soru beklenirdi…

Tam da dediğiniz gibi ekranlarda her türlü kirlilik diz boyu… Tıpkı bütün toplum kesimlerinde olduğu gibi yozlaşma, yabancılaşma ikliminde, çıkarcılığın ve rantın pespayeliğine batmış durumda bazı ekranlar. Çoğunlukla böyle...

“Balık baştan kokar” atasözünde olduğu gibi, nefret söylemi, küfürler, yalan ve iftiralarla aşağılamalar iktidarın doruklarından, bütün topluma yayılıyor. Ekranlar da doğal olarak bundan payını alıyor.

RTÜK Başkanı, yönetimi ve Üst Kurul’daki üye çoğunluğu ise genellikle konjonktüre göre davranmayı yeğliyorlar. Bilhassa, iktidar dalkavuğu birileri tarafından, havuz medyasından veba gibi yayılan bu ekran kirliliği karşısında, ilgili daire ve RTÜK Başkanı, olabildiğince bu yayın ihlallerinin raporlanıp Üst Kurul’da karara bağlanmasını engelliyorlar. Kamuoyundan, milletvekillerinden, hatta RTÜK üyelerinden gelen yazılı başvurulara rağmen, aylarca işlem yapılması öteleniyor. Yasal zorunluluğa rağmen, yıllar önce verilip de gereği yapılmayan, sümenaltı edilen bu türden yayın suçlarına ilişkin dilekçeler bulunuyor.

İktidarın memnun edecek bir ihlal ise, anında Üst Kurul’a getiriliyor. Tetikçilerin işlediği bir yayın suçu ise ötelenebildiğince öteleniyor. Mümkünse hiç gündeme getirilmiyor.

Bir somut örnek vereyim: Ramazan’da, bir TV kanalında sözde din adamı, mealen “hayızlı (regl halinde olan) kadınlar oruç tutmayabilirler. Ama, ortalıkta bir şey yer içerlerse dayağı yerler” diye tehditte bulundu. Müslümanlığı küçük düşürücü ve münafıklığı öneren bu söylem karşısında kamuoyunda büyük bir infial oluştu. RTÜK’e de çok sayıda tepki geldi. Benim bildiğim üç milletvekili bu konunun yayın ilkeleri açısından değerlendirilmesi için RTÜK Başkanlığına yazılı başvuru yaptılar.

RTÜK Üyesi sıfatımla ben de, kamuoyu duyarlılığına paralel, bu yayının raporlanıp Üst Kurul’da görüşülmesi için dilekçe verdim. Ama,RTÜK Başkanı, işine gelmediği ve bu yayın ihlalinin yaptırımsız kalmasını istediğinden, hazırlanan raporu bugüne kadar Üst Kurul’a getirmedi. Bu açık bir görev suçu!.. Bu türden suçlar sürekli işleniyor.

Ama, anlayış bu, “yaptım oldu”! Yayın kuruluşları, siyasi partiler, kişiler ve kuruluşlar karşısında eşitlik ilkesinin uygulanması, yasaların adil olarak gereğinin yapılması ve kamu çıkarının gözetilmesi ilkeleri unutulmuş vaziyette!.. Acı gerçek bu.

Sırası geldiği için soruyorum. Bir muhalefet milletvekili, “TRT’de, hemen hemen her gün din ve cinsiyet ayrımcılığı içeren yayınlar yapılırken RTÜK’ün sesi çıkmıyor” dedi. Yanıtınız:

O sayın milletvekilimizin eleştirisine, keşke "Haksızlık ediyorsunuz” diyebilseydim. Ama, ne yazık ki, doğruları söylüyor. Ben de aynı görüşteyim. TRT’de yapılan ihlaller de, aynı menzile giden RTÜK yönetimince, olabildiğince, görmezden geliniyor. Hatta himaye ediliyor. Bu durumda, yapılan yanlıştan dönme, aynı hataları tekrar etmemek mümkün olmuyor tabii ki. Dedim ya, balık baştan kokuyor. Suç işleten, suç işleyenleri TRT yönetimine atayan ve göz göre göre işlenen suçlara rağmen o görevde tutan siyasi iktidardır. Ben bu görüşümü RTÜK’le ilgili dönemin bakanının, o dönemde Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü olan Sn Numan Kurtulmuş’un yüzüne söyledim. Tabii ki cevap veremedi, geçiştirmeyi yeğledi. Daha ne diyeyim; bu siyasi kadro ile tetikçiliğini yapan yönetici/yetkili bürokratik kadronun yatacak yerleri yok!...

DEVLETİN KURUMLARI VE KURALLARI DENEYİMLERİYLE BİRLİKTE ÇALIŞMAZSA O DEVLET NE KADAR İŞLEVSEL VE GÜÇLÜ OLABİLİR

Madem TRT’den konuşuyoruz.Anımsıyacaksınız. TRT Genel Müdürlüğü için başvuran adaylar arasında görev ve sorumlulukları gereği şaşırtıcı kişiler de vardı. “O makam benim alanım değil orayı yönetecek bilgi ve birikime sahip değilim veya deneyimim yeterli değil” sözlerini duymak tarih oldu. Eğer bir makama gelmek istiyorsanız o makama gelme koşulları bile değiştirilebiliyor ya da makama gelenler öylesine çalışıyor ki makamın değeri kalmıyor. Burada siyasi iktidarın sorumluluğu yok mu? Siz de bu tür örnekleri yaşıyor musunuz?

Yaşamaz olur muyum. Bakın benim her zaman, her yerde dile getirdiğim bir tespitim var: “Anayasa ve yasalar büyük ölçüde rafa kaldırılmış vaziyette. Devletin kurum ve kuralları işletilmiyor. İşletilmesi de istenmiyor. Çarklar büyük ölçüde durmuş vaziyette.

Devletin kurumları ve kuralları, deneyimleriyle birlikte çalışmazsa, o devlet ne kadar devlet olabilir? Ne kadar işlevsel ve güçlü olabilir? Olamaz tabii ki ve böyle de gitmez, gitmemeli, gitmeyecek de.

İktidar mensuplarını bilemem ama, bu milletin, bu ülkede yaşayan ve vefa-bağlılık-sorumluluk hisseden bütün insanların bu gerçeği görmesi gerekir ve görecektir de… Umuyor ve inanıyorum ki, o günleri bizler de göreceğiz.

Söz TRT’den açılınca benim için önemli olan bir olayı da aktarmak istiyorum:

Geçen yılın sonunda boşalan iki TRT Yönetim Kurulu üyeliği için, yasaya uygun olarak RTÜK ilana çıktı ve başvuruları aldı. O başvurular arasından Üst Kurul’da Oyçokluğu ile seçilen adaylar arasından dört adayın isimleri Bakanlar Kurulu’na gönderildi. Bakanlar Kurulu da seçimini yapıp iki kişinin atanma kararnamesini Cumhurbaşkanı’na gönderdiler.

Bu isimlerden biri de o dönemin ilgili Bakanı Kurtulmuş’a danışmanlık da yapan Marmara İletişim Dekanı Prof. Dr. Ergün Yıldırım idi.

Ancak, tam bu süreçte, Ergün Yıldırım’ın geçmişine ve yazdığı bir kitaba ilişkin Soner Yalçın, bir köşe yazısı kaleme aldı. Bu yazıya Yıldırım, köşe yazdığı gazetedeki köşesinden küfür ve hakaretle karşılık verdi. Ama, ok yaydan çıkmıştı.

Haftalar sonra Sn Cumhurbaşkanı Yıldırım’ı veto etti ve kararnameyi geri çevirdi. Bu durumda, RTÜK’ün seçtiği ve adları Bakanlar Kurulu’nda olan diğer bir adayın atanması gerekirdi. Ancak, yeterince partizan olmadığı düşünülmüş olacak ki, bu yapılmadı.

O zaman da, yeniden ilana çıkılıp, yeniden RTÜK tarafından aday adayları belirlenmesi gerekirdi değil mi? Hayır, Anayasa, yasalar ve devletin hukuki/demokratik teamülleri devredışı bırakılarak, “yaptım oldu” keyfiyeti yürürlüğe girdi.

Yasaya ve teamüllere açıkça aykırı olmasına rağmen, o dönem Yeni Şafak Gazetesi Köşe Yazarı, TRT Yönetim Kurulu üyesi seçildikten sonra Sabah Gazetesi’nde yazmaya başlayan Salih Tuna müstear (takma ad) adlı Davut Kayacı atandı. Ben RTÜK’ün bu usulsüz atamasının geçersiz sayılması için İdare Mahkemesi’nde dava açtım. Süreç devam ediyor.

İnanıyorum ki, bağımsız yüce Türk yargısı bu usulsüzlüğü tespit edip, yanlışı tescil edecektir.

Biraz önce RTÜK’ün şikayetlere duyarsız kaldığını söylediniz. Denetim etkinliğini yeterince koruyamıyorsa RTÜK nasıl bir kurum oldu?

Bakın, RTÜK Anayasal, bağımsız, özerk bir kamu otoritesi olarak öngörülmüş bir kurum. Görevi; görsel ve işitsel yayıncılığı düzenlemek ve denetlemek. Anayasa ve kendi yasası böyle diyor. Ama, düşünün, devletin diğer kurumları kendi yetki ve görev alanlarında, bu dönemde ne kadar özerk, bağımsız, tarafsız yetkinlik içinde görev yapabiliyorlarsa RTÜK de o kadar…

Anasaya Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, YSK gibi nice kurum size, sıradan yurttaşa güven verecek şekilde görev yapabiliyorlar mı son dönemde? Bunun takdirini, siz de okuyucular da, bu şekilde takdir edip ona görev tavır almalılar derim. Bu hiçbirimizin kaçınamayacağı ortak bir görev ve sorumluluktur.

Sizin de değindiğini gibi,siyasi tartışmalarda halkın haber alma özgürlüğünü kısıtlayan muhalif seslere tahammül edemeyen bir anlayışın medyaya yerleştiği artık herkesçe söyleniyor. Bu durum nasıl değişecek?

Sadece medyaya değil, devlete yerleşti ne yazık ki. Sorunlar birbirinden bağımsız değil. Hukuk, adalet, demokratik saydam yönetim, Anayasa ve yasa önünde eşitlik, demokratik çoğulculuk, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı ilkeleri… Bütün bu değer ve kavramlar yerlerde sürünüyor. Ama, “yalancının mumu yatsıya kadar”, “Zulümle abad olunmaz” deyişlerinde olduğu gibi, bu kötü gidişin de kanımca sonuna gelindi. Böyle gitmez! Bütün baskı, karartma, demagoji ve tehditlere karşın, halk aydınlandıkça, kendi çıkarına olan tercihe yönelecek ve hep birlikte fabrika ayarlarımıza, normale döneceğiz…

Şimdi de bir izleyici olarak analizlerinizi almak istiyorum: Medyanın önemli işlevlerinden biri halkın bilgi sahibi olmasını sağlamaktır. Ancak özellikle toplumsal olaylar üzerine tartışan her konuda bilgili olduklarını her konuda uzman olduklarını iddia eden aynı konukları her gün farklı ekranlarda görmek sizde nasıl bir duygu uyandırıyor?

Ben size bir karşı soru sorayım: Medyanın işlevini, özgürce, sorumlulukla ve etkin biçimde sürdürmesi isteniyor mu sizce? Okuyucular da bu soruya yanıt arasınlar lütfen.

Sorunuzun ikinci bölümüne gelince, o konukların çoğunluğu iktidardan bağımsız değil ki. Bunu, medyayı bilen herkes iyi bilir. Yaptıkları da gazetecilik, yayıncılık, tarafsız yorumculuk değil. Sözünü ettiklerinizin görevi para karşılığı basın/yayın danışmanlığı, müşavirlik, sahibinin sesi olmak. Bakın dikkat edin, daha önce FETÖ’ye toz kondurmayan, ona inanılmaz methiyeler düzenler, şimdi senden de, benden de, kumpasa uğrayan Oda TV’cilerden, Balyoz, Ergenekon, Casusluk vs davaları mağdurlarından da çok daha keskin FETÖ karşıtı pozlarında konuşuyorlar. Sorunca da kandık, kandırıldık!

Ben de diyorum ki, “Biz niye kandırılmadık”! Kandırılan Fethullah okullarına ve Bank Asya’ya yönlendirilen sade, gariban yurttaşlarsa, “FETÖ’cü”lükten hapisteler. Kandırılanlar veya bile bile kananlar, iktidar partisi içinde güç, yetki ve iktidar sahibi iseler, onlar kandırılmış masum! Hani nerede eşitlik ilkesi? Yiyen yer! Ama, aklı, belleği, vicdanı olan, elinin tersiyle iter, “Adaletiniz batsın”, “Herkes için adalet” der…

Bu tür programlarda tartışan taraflardan bazıları “talep olunan klişe başlıklar altında” aynı söylemleri izleyene yansıtıyor. Bir kısım medyanın algı operasyonunun tetikçi görevini üstlenmesi izleyiciye haksızlık değil mi? inandırıcılığı kalıyor mu?

Bu sorunun yanıtını siz de, ben de çok iyi biliyoruz. Ama, “yemediğimizi” göstermek, gerçekleri diri tutmak için bir kez daha vurgulayalım. Tetikçi, kimin adına tetikçilik yapıyorsa, ona hizmet eder. Onların hakkı, hukuku gözetmek gibi bir kaygıları yok ki. Elbette izleyiciye büyük haksızlık. Sadece izleyiciye değil, kanımca milli iradeye, ülkenin ve milletin çıkarına da ihanet. İnandırıcılığı yok. Ama, çaresiz bir süre böyle idare etmek hem sahiplerinin, hem de beslemelerin işine geliyor…

Elbette medya kuruluşları ticari işletmelerdir ancak yayın özgürlükleri de evrensel kurallarla düzenlenmiştir.Medya işletmecileriyle siyaset arasındaki ticari çıkarları minimize edecek düzenleme ne olabilir ki biz de özgür medyadan yararlanabilelim?

Bunun için Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Cumhuriyet Devleti’nin, kuruluş ayarlarına dönüp, “Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” ilkelerine sarılmak gerekiyor. Evrensel ve insancıl hak ve hukuk kuralları ile hareket edecek özgür bireyler ve yurttaşlar yetiştirmek gerekiyor. Devletin ve kamuda görev alanların, bu anlayışla görev ve hizmet yapması idealini diriltmek şart.

Bunu başarabilir miyiz? Elbette, hiç kuşkusuz… Bunun için işe, güncellenmiş, çağdaş bir Kuvay-ı Milliye ruhu ile başlamak gerekiyor.

Medya özeli için de, kendi ayakları üzerinde durabilen bir yapının kurulması zorunlu. İktidarla veya çeşitli iç/dış güç odaklarıyla çıkar ilişkisi içindeki bir medya, hiçbir şekilde özlediğimiz ve gereksinim duyduğumuz Özgür Medya olamaz. Özgür Medya, kendisi için de, devlet için de, millet için de, uzun vadede elzemdir. Hepimizin de hayrınadır…

Bu güzel söyleşi için teşekkürler.

Ben teşekkür ederim.

Nurzen Amuran

Odatv.com

rtük ysk rapor arşiv