YOLUN SONU GÖRÜNMÜYOR

Patır patır gazeteciler içeri tıkılıyor. Oydu buydu şuydu fark etmiyor. Bu topraklarda saldıracak yok edecek kökünü kazıyacak ‘gazetecilikten’...

Patır patır gazeteciler içeri tıkılıyor. Oydu buydu şuydu fark etmiyor. Bu topraklarda saldıracak yok edecek kökünü kazıyacak ‘gazetecilikten’ ‘yazarlıktan’ başka bir kötülük yok mu? Ne bu meslekten üç kuruş kazanıp karnımızı doyurabildik ne birkaç saat tadını çıkarabildik.

Dünyayı eşyayı metafiziği, yani tarihin ebedi sorularına merak sardığımız için girdiğimiz yol bizi nerelere sürükledi, savaş cephelerine sığınaklara, ateş kusan helikopter seslerinin tam ortasına...

Dünyayı gözleyecek, eşya, teknoloji, davranışlar, ahlak, modernizm vs. nerelere eviriliyor diye, iki kelam edecek zamanımız olmuyor. Her gün yasak, her gün tutuklama, her gün mezar, her gün savaş, her gün hapishane, her gün Beşiktaş Adliyesi...

Kardeşim, savaşlarda dahi ölüleri gömmek için karşılıklı ara verilirdi, bari bir kısa gün ara verin de hiç değilse izlenimlerimizi yazacak, ileri geri soyutlamalar yapacak vaktimiz olsun. AKP, iktidar olduğu günden beri hepimiz yazarlığın büyük sorularını unuttuk. Bir kısmımız poşu takıyor, bir kısmımız kuva kalpağı, artık hepimiz her gün cephede, hepimiz artık, yazar değil NÖBETÇİYİZ, yazar değil ‘zanlıyız’, yazar değil ‘tutukluyuz'.

Hiçbirimiz yazar değiliz sadece ‘iddialar var efendim, iddialar var efendim...’

Nöbetçi rahat olamaz tetiktedir, nöbetçi her parlak ışığı tehlike ya da düşman sayar, nöbetçi rüzgarın tıkırtısına dahi tetik doğrultur, nöbetçi yağmurun sesine, nöbetçi genleşen kuru ağaçların çıtırtılarına, nöbetçi artık ‘fizik dünyayı’ topyekun komplo, tuzak, CIA, ajan vs. diye görmeye başlar.

Şimdi bu klavye başına otururken arkamda raflarda dizili yedi bini aşkın kitap, süzüp süzüp okumuşum, anlamışım anlamamışım, kavramışım kavramamışım, uçmuşum sıçmışım, bunca okumaya rağmen cehalet üstüne cehalet sergilemişim, ama bir şey oluyordu, ileri geri temize çeke çeke, düzelte düzelte kazmayı daha derinlere vurmaya başlıyorduk.

Ama şimdi, yanlışlardan beceriksizliklerden cehaletlerden öte daha zalim bir şey oluyor: ‘hayat duruyor.’. Hapishane hücresi gibi içerde dışarıda her yerde ‘hayat durdu.’

Gazetecilerin sabah sabah karga tulumba evlerinden toplanması artık hiç de ‘olağanüstü bir olay’ değil. Oysa hepimiz yazarlığa, kapılarımızı ve pencerelerimizi ardına kadar açmak çırılçıplak soyunmak için, itiraflarımızla arınmak, deşifrasyonla soyunmak, içimizdeki sayısız sapkınlıkların resimlerine aleniyat kazandırıp ağırlığından kurtulmak için başlamıştık.

Şimdi nerdeyiz, kamera kayıtlarını ve telefon konuşmalarını eline alıp yırtına yırtına şarkılarını söylüyor cellatlar korosu: iddialar var efendim, iddialar.

( Bir Uzunca Not: Belki yeri saati değil ama KCK tutuklamaları çerçevesinde içeri tıkılan arkadaşlara da içim yanarak bir şeyler söylemek istiyorum, 1990’lu yılların ortasıydı, bugünkü gibi tabakhaneye bok yetiştirir gibi harıl harıl aşkın şehvetli yazılar yazıyorduk ve Güneydoğu’da olup bitenler hepimiz için ‘insan hakları sorunuydu’, siyasal ve sosyal eşitlikler sorunuydu.

Doksanların sonuna doğru ne olduysa büyük bir kazık yedim, siyasal ve sosyal eşitlikler ve insan hakları sorunu, birkaç gün içinde birden ‘etnik milliyetçiliğe’ dönüştü ve arkadaşlarımızla aramız önce soğumaya sonra dalaşmaya bıraktı.

Ve sonra etrafımdaki arkadaşların dilinde kaleminde tuhaf değişiklikler olmaya başladı, heceleme vurgusuna dikkat ederek Pe Ke Ke demeye başladılar, gerilla demeye başladılar, her yazılarında Kürt, Kürtler gibi Türk-Kürt gibi etnik milliyetçiliği harlayan kasıtla ideolojiyle kotarılmış kelime ve kavramları kullanmaya başladılar.

Siyasal ve sosyal eşitlikler ve insan hakları sorunu birkaç yıl içinde birden etnik milliyetçilik rüzgarına dönünce, yollarımız ayrıldı, beni artık düşman görmeye başladılar, kaç sefer yazdık, kaç sefer yüzlerine söyledim, toplantılarda panellerde söyledim, özgürlüklerle etnik milliyetçiliğin hiçbir alakası yoktur, hiçbir ülke etnik milliyetçiliğe izin vermedi, veremez, olmadı, NTV gibi cici ekranlar buldular, Radikal 2 gibi cici ek’ler buldular, doldular büyüdüler Avrupa’yı arkalarına aldılar, her cümlelerine özgürlük diye başlayıp etnik milliyetçiliği çıkışsız bir tünele getirip Türkiye’yi içine tıktılar.

Sadece bu arkadaşları değil çok sonra bu arkadaşların gazına gelip çemberine düşen AKP’ye de, açın tv konuşmalarımızı, çıldırır gibi bağırdık, etnik milliyetçilik tuzaktır, beladır, iç savaştan başka şansı yoktur, diye.

Olmadı, ifade özgürlükleri alelacele öyle yasalaştı ki dağda elinde silahlı teröriste dahi kimlik soramaz hale geldi güvenlik güçleri. ‘İşte ne güzel her şeyi tartışıyoruz’ aptallığından özgürlük bayrağı yapıp yıllarca ekranlardan sabahlara kadar kuru sıkı salladılar.

Ve dahası ‘etnik milliyetçiliği’ diline dolayan arkadaşlarımız Irak işgali Kuzey Irak’taki oluşumun işine geldiği için Amerikan işgaline tek satırcık karşı yazı yazamadılar, hatta Felluce’de öldürülen on binlerce Türkmen’den on yıl geçti hala tek satırcık söz edemediler.

Bu asla bir hesaplaşma yazısı değil, şunu bir daha hepimiz birbirimize tekrar edelim, bizler yazarız, bu topraklardaki tek görevimiz, siyasal ve sosyal eşitlikleri hayatın her alanında hatta her canlı her nefes alan hatta derelerimizi bekleyen biçimli biçimsiz kayalarımız için her şey için istemeli, savunabilmeliyiz.

Etnik milliyetçilik suni takma protez bir kol’du, Avrupa, ABD ve AKP kendi siyasi hesaplarınca bu kol’u geçici bir süre size uydurup taktılar, şimdi, taktıkları yerden yeniden kırıyorlar, yarın bir gün bir daha takar tekrar kırarlar.

Yolumuz çoktan ayrılmış nerdeyse düşmanlaştığımız, etnik milliyetçiliği sosyalizmin en temel meselesi haline getirmeyi hokkabazca başarmış kardeşlerim, bugünleri hissedip sizleri üzecek kıracak kadar sert küfürlü bağırıp çağırmalarım için her şey için bir anlamı olur mu bilmem ama bugün için olsun özür dilemek istiyorum, çünkü bugün hepimiz ‘içeri tıkılan’ her insan evladının yanında olmak istiyoruz ve yine, çünkü elinizde NTV ve Radikal 2 Ek’leri kalmadı ve sizler de bizim gibi kodeste, mağdur ve savunmasızsınız.

Yine eski günlerdeki gibi kardeşiz yani. İsterdim ki bizleri ‘mağduriyetlerimiz’ değil, dünyayı ayağa kaldıran ve değiştiren siyasal ve sosyal eşitlik fikirlerimiz ‘kardeşleyebilseydi’.

Sizlerin ne büyük bir ‘örgüt’ ve ağır bir ‘ağbilik’ baskısı altında olduğunu biliyorum, hiç değilse sizden sonraki kuşak için usanmadan bir daha söylüyorum, siyasal ve sosyal eşitliklerin bu büyük kavgasını getirip etnik milliyetçiliğe düğümlemenin hepimiz için ne büyük felaket olduğunu görelim artık)

Nihat Genç

Odatv.com

nihat genç arşiv