Orhan Savaşçı'yı hapishane arkadaşı anlattı: "Yıldızlaşmayı" değil "devrimci" olarak kalmayı tercih etti

Muzaffer Ayhan Kara yazdı...

Önceki gün Stockholm'de yaşamını yitiren, Hv. Yzb. iken THKP-C'ye katılarak "genel komite üyesi ve askeri kanat sorumlusu" olan; aynı zamanda Mahir Çayan'ın eşi Gülten Savaşçı'nın da ağabeyi olan Orhan Savaşçı'nın ardından hapishane arkadaşı Arslan Kılıç sosyal medya hesabında bugün bir değerlendirme kaleme aldı.

Orhan Savaşçı'yı hapishane arkadaşı anlattı: "Yıldızlaşmayı" değil "devrimci" olarak kalmayı tercih etti - Resim : 1

Kılıç'ın anıları ve değerlendirmesi özetle şöyle:

"Orhan abi ile 1973 yılında Selimiye Askeri Cezaevi koğuşlarında karşılaşıp tanıştık. Sonrasında, Selimiye, Maltepe (İstanbul) ve Mamak (Ankara) askeri cezaevleri ile Niğde (sivil) Cezaevinde 7 yıl birlikte olduk.

Ölüm haberini okur okumaz belleğimden birden, 40-46 yıl öncesinin Orhan Savaşçı’lı görüntüleri geçti.

Her zaman alçakgönüllü, her zaman vakur bir kişilik sahibiydi. Çoğunun yaşı kendisinden küçük olan 12 Mart tutuklusu genç devrimcilerin hem her zaman arkadaşı, hem de abisiydi.

45 YILDIR BELLEĞİMDEN SİLİNMEYEN SAHNELER

1975 yılının Eylül ayı… Mamak’tayız. Orhan abinin, yakalandığı tüberküloz hastalığından dolayı hemen her hafta Gülhane Askeri Hastanesine götürüldüğü günler...

Apandisitim patlayalı 2 gün olmuş, durmadan kusuyorum, apandisit sancılarından belimi doğrultamıyorum. Ama cezaevine bakan 'milliyetçi' askeri hekim 'soğuk algınlığı' teşhisi koyarak kâh Aspirin kâh Novalgin vermeye, hastaneye sevk etmemeye devam ediyor.

Üçüncü gün durumum iyice ağırlaştı. Yürüyemez haldeyim. Sevk edildiğim hastaneye, birbirimize kelepçeli olarak Orhan abi ile birlikte gidiyoruz. Askeri hastaneye vardığımızda ancak sedye ile taşınacak haldeyim. Zaman geçiyor, sedye gelmiyor. Birden, kelepçemizi çözdüren Orhan abinin sırtında buluyorum kendimi. Soluk soluğa Acil'e taşıyor. Refakatçi askerler ve başındaki astsubay peşimizden sürükleniyorlar.

Acil kapısında, kendisini tedavi eden askeri hekimle karşılaştık. Merzifon Hava Üssü'nde birlikte çalışmışlar. Yani Orhan abinin hem hekimi, hem arkadaşı… 'Orhaan, bu ne hal?' der demez, Orhan abinin adeta emreden bir sesle, 'Selim, lütfen beni bırak, Arslan’a müdahale edilmesini sağla… Bugün senden tek istediğim budur' dediğini duydum, gerisini hatırlamıyorum. 2 gün sonra gözlerimi açtığımda, apar topar alındığım apandisit ameliyatı ile ölümün kıyısından döndüğümü öğrendim.

Orhan Savaşçı'yı hapishane arkadaşı anlattı: "Yıldızlaşmayı" değil "devrimci" olarak kalmayı tercih etti - Resim : 2

UCUZ KAHARMANLIĞA VE "TALİH KUŞU"NUN SUNDUĞU İTİBARA YÜZ VERMEYEN KİŞİLİK

12 Mart sol’a ağır bir darbe vurmuştu. Ama bu ağır darbe, 1970’li yıllarda sol’un bu kez Türkiye’nin hemen her yerinden fışkırmasını önleyemedi. Hatta tam tersine, 12 Mart’ın sadece sol’u hedef alan baskı ve haksızlıkları halkta tepkiye yol açmış ve bu tepki de, dünyadaki sol yükselişle birleşerek 1970’lerdeki büyük sol yükselişi tetikleyen etkenlerden biri olmuştu.

Bu hızlı yükseliş içinde Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya solun şehit-kahramanları haline geldiler.

Örneğin, gerek THKP-C mirasçısı sol gruplar içinde, gerekse genel sol kamuoyunda Mahir Çayan’ın arkadaşı olmak, büyük itibar kaynağı oldu.

Orhan Savaşçı, hem Mahir Çayan’ın yönetici düzeydeki arkadaşlarındandı, hem de akrabasıydı. Yargılamalardaki sicili temizdi. Subay kökenliydi. Örgütün, çoğu tutuklanmış, hemen hepsi ordudan atılmış yüzlerce genç subay taraftarının sevdiği ağabeyi ve önderiydi

Kısacası, Mahir Çayan-THKP-C itibarından 'nasiplenmesi' için her şey Orhan Savaşçı’nın lehineydi.

Ama o bu itibarı zerre kadar 'kullanmadı'. Dönemin dalgasına kapılarak içinde yer aldığı kısa süreli mücadeleyi ranta çevirenlerin ortalığı kapladığı yıllarda Orhan Savaşçı, 'yıldızlaşmak'tan geri duran devrimci olarak kalmayı tercih etti.

Orhan Savaşçı'yı hapishane arkadaşı anlattı: "Yıldızlaşmayı" değil "devrimci" olarak kalmayı tercih etti - Resim : 3

YÜKSEK VE NAİF SORUMLULUK DUYGUSU VE FRENLEDİĞİ DEVRİMCİ ROL

Ortalığı yeni yıldızlar kaplamadan önce madalyonun diğer yüzünde başka bir gerçek daha vardı. THKP-C örgütü saflarında yenilgi sonrasında pişmanlıklar, döneklikler, bırakmalar, karamsarlıklar vb başlamış ve giderek yaygınlaşmıştı. Üstelik bütün bu olumsuzluklar en başta ve en çok önderlik katında baş göstermişti ve oradan yayılıyordu.

1972-74 arasına denk gelen bu dönemde Orhan Savaşçı, bozgunculuğa kapılmayan az sayıdaki THKP-C önderinden biriydi. Ama bulunduğu konum ona, bozgunculuktan kendisini korumakla yetinmeyip, öne çıkması ve bu olumsuzlukları kıracak bir önderlik inisiyatifi göstermesi sorumluluğu da yüklüyordu. Üstelik THKP-C üye ve taraftarları arasında sahip olduğu otorite ve saygınlık ona, kendisinden beklenen rolü başarıyla yerine getirme gücünü fazlasıyla veriyordu. Kız kardeşi Gülten’in dışarda kalan ve gözlerin üstüne çevrildiği saygı duyulan manevi önder olma konumu ise, onun gücünü ve otoritesini daha da artırıyordu.

Ama bu durum, uzun cezaevi yıllarındaki tartışmalarımızda belirttiği gibi, kendisine ve kız kardeşine aynı zamanda binlerce üye ve taraftarı yeni dönemin siyasetleri konusunda yanlışa sevk etmeme sorumluluğu da yüklüyordu. İddiasız kişiliği, önderlik sorumluluğu konusundaki naif duygusu ve deneyim eksikliği onda, bir yanlışı düzeltirken başka yanlışlara düşme kaygısının ağır basmasına; bu durum da, 1974 sonrasında yeni 'Abdurahman Çelebi’lerin' çıkacağı meydanın boş bırakılmasına yol açmıştı.

12 Eylül yenilgisi sonrasındaki tahribatı çok daha yüksek ve ideolojik düzeye sıçramış bozgun, bu 'Abdurahman Çelebiler' önderliğinde yaşandı.

“BÂB-I HÜKÜMETTEN ÇEKİLEN” ORHAN SAVAŞÇI

1980’de İsveç’e uzun sürgün yaşamına giderken Orhan Savaşçı’nın Türkiye’den, 'Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selametten/Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükûmetten' dizelerindeki duyguyla ayrıldığından eminim.

Namık Kemal’in dizelerindeki 'ahkâmı asrı', kontrgerilla güdümündeki 12 Eylül’e gidişin önünde sürüklenen sol’un durumu; 'bab-ı hükümet'i de (hükümet kapısı'nı da) aynı sol örgütlerin 'hükümet kapısı' olarak düşündüğümüzde, Orhan Savaşçı’ya atfettiğimiz duygu daha iyi anlaşılacaktır.

ORHAN SAVAŞÇI’NIN TEMSİL ETTİĞİ DEVRİMCİ SUBAY KUŞAĞI

Orhan Savaşçı her şeyden önce subay kökenli; Türk ordusunun subay eğitim ve kültüründen gelen bir devrimciydi.

12 Mart dönemi davalarında, Sarp Kuray’ın liderliğindeki deniz subayları davası ile birlikte en çok subayın yargılandığı diğer bir dava da THKP-C davasıydı. Orhan Savaşçı, THKP-C’li genç subayların önderi, sevip saydıkları bir ağabeyleriydi.

O genç subaylar ki, hemen hepsi zeki, yüksek yetenek sahibi, gerçek aşkı ve çıkarsız yurt sevgisiyle dolu pırıl pırıl halk çocuklarıydı. Hepsi de yaşamlarının, mesleklerinden uzaklaştırıldıkları yıllarında değişik alanlarda hem başarılı, hem de halka ve ülkeye yararlı işler yaptılar.

(...) Orhan Savaşçı aynı zamanda, dönemin bütün genç devrimci subayları gibi, 1968 devrimciliğinin bir ürünü ve parçasıydı.

“YÜZBAŞI İLYAS AYDIN OLAYI” KONUSUNDA ORHAN SAVAŞÇI

Orhan abiyi sonsuzluğa uğurlarken onun, THKP-C’nin Elrom eylemi sonrasında yaşanmış ve hem THKP-C hem de sol adına hala aydınlatılmamış trajik ve karanlık bir olay olan 'Yüzbaşı İlyas Aydın olayı' konusundaki dürüst tutumunu da hatırlatmak isterim.

Bu konuda bugüne kadar, 'Mahir Çayan THKP-C’sinin temsilcilerinden' olduğu iddiası ve “Mahir Çayan’ın arkadaşı” sıfatıyla konuşan hemen herkes, konu ile ilgili dedikodu kazanına yeni provokatif rivayetler ekleyerek olayın ve gerçeğin daha çok karartılmasına hizmet etti.

Bir tek Orhan Savaşçı ve bir de ondan bağımsız olarak Kamil Dede ile 4 yıl önce yaşamını yitiren Oktay Etiman, bu konuda kendi bildikleri ve sorumsuz karıştırıcıların söylediklerinin tersi olan gerçekleri söylediler.

Dönemin kahredici rüzgârına kapılıp, mesleğini ve yaşamını ortaya koyan genç bir subayı sorumsuzca suçlama bencilliği içinde olmadılar.

1980 SONRASININ BATI MERKEZLİ “SIĞINMACI” KALIBINA GİRMEYEN ORHAN SAVAŞÇI

Orhan Savaşçı, İsveç’te geçen uzun siyasi sığınmacılık yıllarında, 1980 sonrasının Batı merkezli sığınmacılığının ana akımı haline gelmiş 'AB normlarında demokrasi ve insan hakları solculuğu'na da yüz vermedi.

THKP-C sonrası yaşamında sol gruplarla ilişkilerini, Tevfik Fikret’in,

“Kimseden ümmid-i feyz etmem, dilenmem perr-ü bâl: /

Kendi cevvim, kendi eflâkimde kendim tâirim” (Kimseden bir fayda ummam, dilenmem kol kanat/ Kendi evrenim, kendi gökkubbemde kendim gezginim) dizelerinde tanımlanan bir tutum içinde sürdürdü."

Muzaffer Ayhan Kara

Odatv.com

Orhan Savaşçı'yı hapishane arkadaşı anlattı: "Yıldızlaşmayı" değil "devrimci" olarak kalmayı tercih etti - Resim : 4