Yezid 'Evet' mi 'Hayır' mı diyordu?

Daru’n Nedve gibi bir sistem yerine, aile hanedanlığına dayalı bir sistemin ne “ümmete” ne de “millete” faydası olmayacağı gün gibi ortadadır

İslam tarihinin tartışmasız en kanlı ve dramatik olaylarından biri Halife Ali’nin oğlu Hüseyin’in Kerbela’da 72 yakınıyla birlikte katledilmesidir. Kanlıdır zira, Hüseyin ve yoldaşları öldürülmeden esir alınabilecekleri halde göz göre katledilmiş, başları kesilmiş, eşya ve elbiseleri yağmalanarak vücutlarına işkence edilmiştir. Dramatiktir, Arap şairi Ferezdak’ın deyişiyle “dilleri Ali söyleyen ama gözleri Muaviye bakan” Kufe halkı bu kavgada yalnız bırakmıştır Hüseyin’i. Çok daha kötüsü, Hüseyin’i katledenlere göre bu eylem sözüm ona “ümmetin birliği ve bakası” için gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla Hüseyin bir anlamda “bozguncu, asi” konumuna sokulmuş, Peygamberin torununa bir yerde “Devlet düşmanı” sıfatı layık görülmüştür. Dahası O’nu öldüren ordunun başında aynı zamanda Hüseyin’in çocukluk arkadaşı da olan Sa’d b.Ömer vardır. Ki o Ömer’in babası bir rivayete göre cennetle müjdelenen Said b.Ebi Vakkas’tır. Diğer taraftan Sa’d b.Ömer’e bu emri veren kişi dönemin güçlü valilerinden Ziyad b.Ebih’in oğlu Ubeydullah b. Ziyad’tır. Babası Muaviye’nin kendisi de Yezid’in has valisidir anlayacağınız. Nihai olarak Hüseyin’in öldürülmesine giden sürecin baş aktörü Yezid’tir ki, o Yezidi halife olarak atayan da babası Muaviye’dir. Bugün bile üzerine söz söyletilmeyen hazret sıfatları ile göklere çıkarılan Muaviye! Bütün bu parçaları bir araya getirdiğimizde şunu görüyoruz ki, Hüseyin “Müslümanlar” tarafından hunharca katledilirken, olay neredeyse adli bir vaka gibi değerlendirilmiş, dönemin dolaylı ya da doğrudan sorumlularının tarihi, politik suçları açıkça örtbas edilmiştir. O suç listesinin başında da elbette saltanat ve ikbal hırsı vardır.!

YEZİD'İN İKTİDAR HIRSI

Devam edelim.

Yezid’in İslam tarihine bıraktığı izler Kerbela vakası ile sınırlı değildir. Öyle ki tarihe “Harre Vakası” olarak geçen olaylarda, Yezid orduları bir zamanlar “İslam”ın baş şehri olan Medine’yi kuşatmış, akabinde şehir ele geçirilerek Medine talan edilmiştir. Üç gün süren bu talanda ele geçirilen esirlerin bütün mal ve mülkleri yağmalanmış dahası kadınlara tecavüz edilmiştir. Nihai olarak bu olay sonrasında, tarihi kayıtlar farklılık göstermekle birlikte en az dört bin insan yaşamını yitirmiştir. Yezid, benzer biçimde Peygamberin de doğduğu ve ilk tebliğin vuku bulduğu şehir olan Mekke’yi de kuşatmış ve bu kuşatma esnasında yüzlerce Kur’an hafızı ve sahabe yaşamını kaybederken, Kabe’de hasar görmüştür. Bütün bu kanlı olayların arkasında ise saltanat düzeni ve Yezid’in iktidar hırsı bulunmaktadır. Zira O, babası Muaviye’nin marifetiyle bir tiran, kral gibi işbaşına geldiği için, iktidarını da bu güç ve kudretle sürdürmek istemiş, bununla birlikte başta Hüseyin ve Abdullah b.Zübeyr olmak üzere kimi isimler bu kavgada, Yezid’in karşısında yer almışlardır. İşte tam da bu yüzden Kerbela topraklarına Peygamberin torunlarının başları düşmüş, Mekke ve Medine kuşatılmış ve yüzlerce insan can vermiştir.

İfade ettiğimiz üzere Yezid’i o kral tahtına oturtan, O’na daha sağlığında -türlü tehdit ve ayak oyunları ile- devlet başkanlığı görevini veren ve ayrıca İslam dünyasına saltanat gibi baş belası bir anlayışı sokan isim Muaviye’dir. Ailesi ile birlikte ancak Mekke’nin ele geçirilmesinden sonra Müslüman olan, dahası o tarihe kadar babasının öncülüğünde Peygambere karşı savaşan Muaviye, bütün bunlara rağmen iktidar koltuğundan bir an olsun ayrılmamış, İslam topraklarında 20 yıl valilik 20 yılda halifelik görevinde bulunmuştur. Hatırlatmakta fayda var ki Muaviye’nin bu gücünün arkasında zengin kervan sahipleri, tüccarlar ve güçlü Şam cephesi vardır. Öyle ki Muaviye daha valiliğinde devlet içerisinde devlet konumuna yükselmiş ve halife Ali’ye kadar kimse ona dokunamamıştır.![1] İşte bizatihi kendisi güçlü ve varsıl sınıflarının bir temsilcisi olarak iktidar koltuğuna oturan Muaviye, bu gücünden yola çıkarak oğlu Yezid’i de yerine halife olarak tayin etmiştir. İşte bu nokta çok önemlidir. Çünkü Muaviye bu tercihini “ümmetin bekası” ve “fitnenin ortadan kalkması” gibi amaçlarla açıklamıştır. Üstelik O’nun bu açıklamasına İbn Haldun[2] gibi isimler bile destek vermiştir. Oysa görüldüğü üzere asıl fitne, kargaşa ve çatışma tiranlık, krallık gibi bir düzeni kabul etmek ve bu düzene uygun olarak belli kimseleri sonsuz yetkilerle donatmakla zuhur etmiştir. Şu var ki, İslam tarihinde Emevilerden önce de yoğun iktidar kavgaları vuku bulmuştur. Lakin bu kavgaların süreklileşmesine ve neredeyse doğallık kazanmasına yol açan hadise saltanat olmuştur.

İSLAM ÖNCESİ MEKKE'DE YÖNETİM

Tarihi olaylar elbet kendi dönemin şartları ölçüsünde değerlendirilir. Bu noktada iddiamız şu ki, Saltanat o günün şartları içerisinde bile bir tercihe bağlı olarak kabul gören bir sistem olmuştur. Diğer bir ifade ile saltanat zorunluluğun değil bir seçimin sonucu olarak uygulanmıştır. Şöyle ki, bırakın o günü, İslam öncesi dönemde bile Mekke’de idari düzen “Daru’n Nedve” adı verilen bir meclis yönetimi ile yürütülmekte idi. Bir diğer deyişle Daru’n Nedve, “Mekke’nin Parlamentosu” olarak çalışmalarını yürütmekteydi. Üstelik söz konusu Şehir Meclisini (Daru’n Nedve) kuran da İslam Peygamberinin dördüncü kuşaktan dedesi olan Kusay’dır. Şehrin dini, siyasi, askeri ve sosyal meselelerinin konuşulduğu bu Meclis, dönemin demokratik ruhunu göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Çünkü bir kabileler topluluğu olarak ifade edebileceğimiz o mecliste konuşulan ve nihayetinde karar olarak çıkarılan hükümler, Mekke toplumunun yasaları olarak kabul görmekteydi. Bu noktada Prof.Dr. Abdurrahman Kurt’un şu değerlendirmesi oldukça önemlidir. “…kabile meclisleri üstünde bir kral veya başka bir idari kurum yoktu. Herhangi bir bağlayıcılığı olmayan istişare heyeti, bütün kabilelerin soylularından oluşuyordu. İdari ve ticari gelenekler, güç ve itibarlarına göre kabileler arasında taksim edilmişti. Modern anlamda bir seçim olmaksızın görevler, genellikle tevarüs yoluyla ailenin yeni nesillerine geçerdi. Kâbe’nin hemen yanında yer alan Darun Nedve, idari gelenekleri yürüten Kureyş temsilcilerinin “şuraya” katıldıkları bir tür “senato” veya “parlemento” konağıydı. Bu meclis, icra yetkisi olmadığı için sadece meseleleri görüşürdü. Her oymak nazari olarak bağımsızdı ve istediğini yapabilirdi. Ne var ki, oy birliği ile alınan kararlar çoğu defa etkili olur ve böylece töre ve yerleşik geleneklerden sapmaların icabına bakmanın yolları aranırdı. M. Watt, İslâm öncesi Mekke demokrasisi ile Atina demokrasisini karşılaştırırken, Mekke senatosunun kararlarının “en kötüyü daha iyi gayeymiş gibi gösterebilen aldatıcı güzel konuşmalar üzerine değil de çoğu zaman kişilerin gerçek liyâkatları ve siyasetleri üzerine kurulu” olduğundan, “Mekke mele’ini, Atina ekklesia’sından daha bilgece ve daha sorumlu bir meclis” olarak görür”[3]

Daru’n Nedve gibi bir sistem yerine, aile hanedanlığına dayalı bir sistemin ne “ümmete” ne de “millete” faydası olmayacağı gün gibi ortadadır. Dahası, ne günün ne de yarının bekası ve huzuru, gücün merkezileşmesinde değil paylaşımında gizlidir. Bu anlamda Yezid ve Muaviye dönemi aynı zamanda İslam tarihinin despot ve karanlık yüzünü ortaya koymaktadır. Hiç şüphesiz aksi bir okuma, bu karanlığa karşı gözlerimizi yummak anlamına gelecektir.

Aydın Tonga

Odatv.com

[1] Aydın Tonga, Kapital İslamın Temeli Muaviye, Doğu Kitabevi,

[2] Prof. Dr. Adem apak, Kerbela hadisesi’nin siyasi sebebi yezid b. Muaviye’nin veliahd tayin edilmesi meselesi üzerine tespit ve değerlendirmeler

[3] Abdurrahman Kurt, Sosyo-ekonomik ve kültürel yönden islam öncesi mekke toplumu, Uludağ üniversitesi ilâhiyat fakültesi cilt: 10, sayı: 2, 2001 ss. 97-122

Yezid evet referandum arşiv