YAŞANANLAR NEYİN PROVASI

Türkiye’de bugünlerde eş güdümlü iki tartışma yürütülüyor. Biri “iç savaş” tartışması. Ordu ile hükümetin temsil ettiği çatışmayı elitler...

Türkiye’de bugünlerde eş güdümlü iki tartışma yürütülüyor.
Biri “iç savaş” tartışması.
Ordu ile hükümetin temsil ettiği çatışmayı elitler düzleminde bir iç savaş işareti olarak algılayan analizler çoğaldı. Bu tespitte hükümeti bazı cemaatlerin ve emniyetin destekliyor olmasının da payı büyük.
İkinci tartışma ise hükümete yakıştırılan “seçimli otokrasi-sivil faşizm-parlamenter diktatörlük” gibi bir dizi kavram. Bu yakıştırmalar ise hükümetin politikalarının basında, sermayede, yargıda tekelleşmeye neden olması.
Peki iki kavram bir arada ele alınabilir mi? Ya da birinin diğeri olmadan incelenmesi mümkün mü?
Şöyle ki…

Edirne’de yaşananlar
Edirne de günlerdir süren bir gerilim var. Bu gerilim Edirne’de yapılan bir operasyon ile başladı. Operasyonda hükümet ve ABD aleyhine bildiri dağıtan 5 kişi DHKP-C üyesi oldukları iddiası ile tutuklandı. Olayı protesto etmek için kente gelenler ise kendilerini linç etmeyi bekleyen bir kalabalık ile karşılaştı. Televizyonlara yansıyan görüntülere göre “Kahrolsun ABD” diye bağıran bir genç “yuh” sesleri ile yerlerde tekmeleniyordu.
Olayları izleyen tüm medya yaşananları “provokasyon” diye niteledi.
Sizce de “provokasyon” kavramı son yıllarda Türkiye’de hoyratça kullanılmıyor mu?
Provokasyon diyerek bir takım gerçeklerin üzerinden atlamıyor muyuz?
Nasıl mı?

Polisin ihmali açık
Olayda provokasyon var mı bilemeyiz ancak bir gerçek var ki o da polisin ihmali. Edirne’de olacak olaylardan sağır sultanın dahi haberi var. Ancak emniyet durumun farkında değil ki (!) linç görüntülerinin yaşandığı sırada ortada polis yok. Linçin bir şekilde ilk önlem alması gereken emniyet tarafından izlendiğini söyleyebiliriz. Nitekim linçe maruz kalan gençler yaptıkları konuşmalarda kendilerinin “Allahuekber” diye bağıran saldırganlara yem edildiklerini söyleyerek polisi suçladılar.
Peki yandaş medya olayı nasıl aksettirdi. Linçten önce Edirne’ye emekli subayların geldiği, Allahuekber sloganları attığını ve kalabalığı provoke ettiğini söylediler. (http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=938310&keyfield=656469726E65)
Komik…
Devam edelim…

Provokasyon dediler
Olayların ardından sivil toplum örgütleri Edirne’de bir eylem yapmaya karar verdi. Eylemde yaşanan olaylar protesto edilecek. DİSK, KESK, TÜRK-İŞ, TMMOB, TTB gibi üyeleri milyonları bulan ve kamuoyu tarafından tanınan sendika ve sivil toplum örgütlerinin düzenleyeceği ve halkı sağduyuya ve demokratik hakların kullanımına saygılı olmaya davet eden eylem kararı Zaman Gazetesi’nde şu başlıkla verildi: “ Göstere Göstere Provokasyon”. (http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=938611&title=gostere-gostere-provokasyon)
Zaman Gazetesi’ne göre sendikaların olayların ardından demokratik hakkını kullanması halkı tahrik etmekti. Gazete görüşünü şöyle ifade etti: “Terör örgütü DHKP/C'nin başını çektiği olaylar Edirne'yi karıştırdı. 'İlde gerginlik bitti' derken, şimdi de bazı sendikalar sokağa çıkmaya hazırlanıyor. Söz konusu girişimler, 'tahrik devam ediyor' yorumlarına yol açtı. Gerilimin nasıl başladığı konusunda ise önemli iddialar gündeme geliyor.”
Zaman Gazetesi’nin sivil toplum örgütlerini hedef gösterdiği açık. Kısacası Zaman, hükümeti eleştiren ve onun baskısına karşı ses çıkaran herkese “susun” diyor. Susun uyarısının ardından bir “yoksa…”nın da geldiğini söyleyebiliriz.
Devam ediyoruz…

Plastik mermi
Aynı gazetede bugün sevinçle ele alınan bir haber daha var. O da Emniyet Müdürlüğü’nün satın aldığı plastik mermi atan silahlar. Zaman Gazetesi bu haberi kitle eylemleri dağıtılırken gazdan eylemciler dışında yaşayan halkın rahatsız olduğunu söyleyerek ve bu silah sayesinde eylemcilerin vurulacağı bilgisi ile verdi. Gazeteye göre plastik mermili silahların tek dezavantajı biraz pahalı olması.

İki büyük sopa
Bugün yaşanan bu gelişmeler bir araya getirildiğinde yazının başında bugün Türk medyasında Nuray Mert’ten Kadri Gürsel’e kadar herkesi içine alan “qua vadimus” sorusu netleşiyor.
İç savaş ve dikta rejimi tartışması iki ayrı başlıktan çıkıp tek başlığa dönüşüyor.
Kurumlar arasında başlayan çatışma topluma doğru hızla yayılıyor. Çatışmanın bir tarafı bu süreçte toplumdan çıkabilecek herhangi bir sesin üstünü örtüyor. Toplumsal muhalefete iki sopa gösteriyor:
1. Sivil Faşizm
2. Polis gücü.

İç çatışma da toplumun da fethedilecek kalelerden biri olduğu düşünülürse Gramsci’nin teorisinde olduğu gibi “rıza” göstermeyen toplum “zor” ile teslim alınıyor.
Çatışmanın bir tarafı kendisine karşı sürekli sessizlik istiyor.
Sürekli sessizliğin, toplumsal tekleşmenin, muhalefeti yok etmenin faşizmden başka bir tanımı var mı?

Barış Terkoğlu
Odatv.com

Edirne AKP eylem arşiv