Yandaşlar birdenbire FETÖ yargılamalarına neden isyan etmeye başladı

Müyesser Yıldız yazdı

15 Temmuz'dan beri her yer cezaevi, her yer mahkeme!..

Haliyle haksızlık ve hukuksuzluk feryatları da had safhada...

Önce FETÖ'nün mağduriyet taktiği” dediler. Sonra bunları dillendirenleri “FETÖ'ye hizmet etmekle” suçladılar.

Ama mızrak çuvala sığmaz hale gelmiş olmalı ki, yandaş kalemler bile isyan etmeye başladı.

İsyan ediyorlar da büyük kısmının öncelikli endişesi, “Adaletsizlik feryatlarının Erdoğan ve AKP'ye zarar vermesi”!..

Anlaşılan, taamüden suçlu bile olsa kovuşturma, soruşturma ve yargılamadaki hukuksuzlar ile cezaevi şartlarının; Yarın ülkemize yol, su, elektrik değil, büyük bir ekonomik ve sosyal yıkım olarak dönecek olması umurlarında değil.... Böylesi bir tablonun Fetullah Gülen'in dahi kurtulmasına yarayacağı da!..

Oysa mülkün temeli yıkılıyor, ama dertleri başka. Demek ki, Erdoğan ile AKP devletten ve milletten daha önemli!..

Ve dahi yargıda “işlerin iyi gitmemesini” de Erdoğan'a şikâyet ediyorlar. Sonra da “tek adamlık rejimi” denince kızıyorlar!..

Diyorlar ki; “Yargıda hâlâ kripto FETÖ'cüler var”... Bizzat HSYK yetkilileri, yargının temizlendiğini söylemiyor mu?

Damatlar özelinde diyorlar ki; “Delil yoksa, niye tutuklandılar?”... “Delil var mı, yok mu”ya bakabilecek cesur hakim, savcı var mı?.. Varsa bile anında “FETÖ'cü” damgası vurulmuyor mu?..

“Damatlar” demişken, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı'nın özel doktor raporuyla tahliyesinin ardından gelen tepkiler üzerine Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli HSYK'nın “nöbetçi hakim” iddiasını inceleyeceğini söylemişti. Tam 1 ay geçti. Ne oldu?.. “FETÖ'nün medya ayağına” verilen tahliyelere topyekûn tepki gösteren HSYK, Topbaş ve Arınç'ın damatlarının tahliyesine niye suskun kaldı?

Damatlar üzerinden Erdoğan'ın “vurulmak istendiğini” savunanlara bir soru daha:

“Yargı denetimli serbestlik kararı vermiş, bunun beraatına karar vermemiş. Yargılama süreci devam ediyor. Dolayısıyla bu yargıyla ilgili bir sorun. Bunu kalkıp da şu anda siyasi partinin içerisinde herhangi bir konumu yeri olmadığı halde bu şekilde, AK Parti’ye fatura kesmeye kalkmak kimsenin haddine değil” diyen, bizzat Erdoğan değil miydi?

“Devlet kin gütmez. Devletin görevi suçluyu, suçsuzu, mağduru ayırmak, bunun için adil yargılamayı ve nihayetinde adaleti sağlamaktır” diye biliyoruz, değil mi?

Peki öyle mi oluyor?

Erdoğan geçen hafta bir iftarda, davalarda ne olup bittiğini takip ettiğini belirterek, “Bu eli kanlı katillerin hiçbiri de kendilerini bekleyen acı akıbetten kurtulamayacaklardır. Mahkemelerde yaptıkları ahlaksızlıkların, cezaevlerinde açık net söylüyorum, çürürken onlara hiçbir faydası olmayacaktır. Şayet cezalarını tamamlayıp dışarı çıkanlar olursa, zaten milletimiz sokakta her gördüğünde onlara gereken cezayı verecektir. Onların yüzlerine tükürecekler ve milletin tükürüklerinde boğulacaklardır” dedi.

Hüküm verildiyse, bu yargılamalar niye?.. Yargılama sürecinin uzunluğundan da şikâyet edildiğine göre, “Mübbet KHK”sı çıkarılsın, olsun bitsin!..

Başbakan Binali Yıldırım geçen hafta gazetecilerle iftarında, adeta bu sorunun cevabını verip, şunları söyledi:

“Ne yaparlarsa yapsınlar. Darbe girişiminde bulundular mı? O uçaklardan bombaları attılar mı? O uçakların kalkması için talimat verdiler mi? Her şey ortada. Bundan sıyrılacaklarını düşünmeleri beyhudedir. Ancak yarın bir gün ellerine bir koz vermemek gerekiyor. İlk duruşmada söyleyecekleri ne varsa sonuna kadar o hakkı kullanmalarına da hukuk devletinde rıza göstermemiz gerekiyor. Yapılan odur.”

Yani adalet aranmıyor, şekil şartları yerine getiriliyor, öyle mi?

Başbakan Yıldırım'ın şu sözleri daha önemliydi:

“Bombayı atan, ona izni veren, insanları öldürenler, tankları yürütenler, helikopterleri, uçakları alıp götürenler belli. Neyi bekliyoruz? Bu suçüstü halidir. Karar verilmesi gerek. Bu konuda ısrarla her fırsatta yargıya telkinlerimizi iletiyoruz.”

Anayasa Madde 138'e bakalım; “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz” demiyor mu?

Ya Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'ın, hem “Türk yargısının bağımsız, tarafsız” olduğunu vurgulayıp hem de sanıkların yalan söylediğini açıkladığı yerde, bir Mahkeme Başkanının, “Sanığın yalan söyleme hakkı var” diyerek peşinen ve alenen ihsas-ı reyde bulunmasına şaşılır mı?

ADAMINI BULAN MESELESİ

Star'dan Ahmet Taşgetiren'in, “Adamını bulan kurtuluyor algısı doğuyor” tespitine geçelim.

Erdoğan'ın özellikle Fetullah Gülen ve Avrupa ülkelerine sığınan diğer “FETÖ”cülerin iadesiyle ilgili açıklamaları malûm.

Yakın zamandaki bir konuşmasında şunları söyledi:

“Türkiye, teröristlerle ilgili talepte bulunduğunda, ‘bizde yargı bağımsızdır’ diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışanlar, benzer istekleri bize yönelttiklerinde aynı ilkeyi asla gözetmiyorlar. ‘Bizim vatandaşımız sizde cezaevinde, onu bize verin’; tamam da, önce siz cezaevinde olmayan terörist başını bize bir verin bakalım... Kusura bakmayın, bundan sonra her şey karşılıklı; sizin yargınız mı var, bizim de yargımız var. Hepimiz de çok iyi biliyoruz ki, terörle ilgili hususlar yargıdan önce siyasetin konusudur ve bir devlet politikasıdır.”

Bir başka konuşmasında da şunu:

“Dünyaya sesleniyorum, diyorum ki; Eğer sizler iade-i itibara yardımcı olmazsanız, bilesiniz ki yarın-bir gün sizlerin de bizim elimize düşenleriniz olduğu zaman istediğinizde bunları bizden alamayacaksınız, bunu bilin. Bunları süratle bize iade etmenizi istiyoruz. Ettiniz ettiniz, etmediğiniz takdirde, kusura bakmayın, ‘men dakka dukka’. Biz de bunu yaparız.”

Sadece içeride değil, dışarıda da siyaset ve yargı devletin en tepesindeki isim tarafından böylesine birbirine karıştırılınca ne oldu? Şu oldu:

Medyamız görmezden geldi, ama Trump-Erdoğan görüşmesinin ardından Beyaz Saray'dan yapılan resmi açıklamada, “FETÖ” bağlantısı nedeniyle Kasım'dan beri İzmir'de tutuklu olan Papaz Andrew Brunson konusunun da gündeme geldiği belirtilip, “Başkan Trump, Türk Hükümeti’nin Brunson’ı ivedilikle ABD'ye iade etmesini talep etmiştir” denildi.

Acaba Trump, “ivedilikle iade”nin adresi olarak neden Erdoğan'ı görmüştü?

Bir başka örnek;

Erdoğan ABD'den döndükten sonra 25 Mayıs'ta NATO Zirvesi için Brüksel'e gitti. Burada Fransa'nın yeni Cumhurbaşkanı Macron'la ilk kez biraraya geldi.

Associated Press'in o günlerdeki iddiasına göre, iki liderin görüşmesinde gündeme gelen konulardan biri de 8 Mayıs'ta Batman'ın Hasankeyf ilçesinde gözaltına alınan National Geographic'in Fransız fotoğrafçısı Mathias Depardon olmuş, Macron, Erdoğan'dan bu dosyaya “yakından bakmasını” istemiş, Erdoğan da, “dosyayı hızlı bir şekilde inceleyeceğini” söylemişti.

O Fransız 3 gün önce serbest bırakıldı ve sınır dışı edilip, Fransa'ya gönderildi.

Bu gelişme üzerine Fransa Cumhurbaşkanı Macron, şunları söyledi:

“Yapmamız gerekeni yaptık, herhangi bir karşılığı olmadan açık, saydam şekilde talep ettik. Erdoğan da yapması gerekeni yaptı, hatta yarın arayıp kendisine teşekkür edeceğim.”

Peki Macron neden Türk yargısına değil de ismen Erdoğan'a teşekkür ediyor?

İçimizdekiler görmese, duymasa, inanmasa, bilmese veya konduramasa da en azından yabancıların ülkemizde “adaletin tecelli” adresini bildikleri ortada değil mi?

Müyesser Yıldız

Odatv.com

FETÖ yandaş arşiv