Yandaş yazar Erdoğan için “küfrü kabul etme eğilimine hizmet etti” mi demek istiyor

İnsanların dinlerini nasıl yorumladığı, başkalarına zarar vermediği sürece kendilerini bağlar. Kitabi ve derin bir tartışma bu, sonunun gelmeyeceği de aşikâr.

İslam tarihi Müslümanların birbirlerini kafir ilan etmeleriyle de öne çıkan bir muhteviyata sahiptir. Bu tarihte kimler kafir ilan edilmemiştir ki: bir mezhep önderi olarak Ebu Hanife, bir büyük bilim adamı olarak İbn Sina, Farabi; şair, derviş olarak Yunus Emre, muarızlarınca küfre düşmekle itham edilen isimlerden sadece bir kaçıdır.[1]

Hiç kuşku yok ki, yalnız bugün değil tarih boyunca dinden anlaşılan, dine yüklenen anlam aynı olmadığı için, sahiplenilen din yorumu, ötekini din karşıtı, kafir ilan edebilmiştir. İyi ama küfre düşmekle itham edilen kimseler, karşıtları gibi inanmış olsa, farklı bir din anlayışını benimseyebilirler miydi hiç? Sorun nereden kaynaklanıyor o zaman? Bizatihi dinin kendisi mi bu çatışmayı yaratıyor, yoksa iktidar çatışmalarının en yoğun alan olarak yaşandığı dinin siyasallaşması mı bu sonucu kaçınılmaz kılıyor? Elbette bu soruyu bıçak gibi kesip yanıtlayacak bir yanıt bulunmamakta elimizde. Zira sorunun arkasında koca bir tarih olduğu gibi, her bir yanıta başka bir yanıt vererek onu geçersizleştirecek yüzlerce de argüman bulunmakta.

Onun için burası dipsiz bir kuyu, uzlaşılmaz bir alan. Fakat şurası açık ki, Müslümanların kendilerine bile yaşam hakkı tanımadığı, kafir diyerek bir yerde onu düşman olarak kodladığı bir iklimde, başka bir cehennem aramamak gerek. Bu cehennemin ne olduğunu görmek için Işid ya da Taliban gibi insanlık düşmanı örgütlerle aynı havayı soluyup, onların boyunduruğu altına girmemiz gerekmiyor. Az biraz tarih bilen, tekfirin ne anlama geldiğini, bunun sonuçlarının ne olduğunu, yaşanan ibretlik örneklerle okuyan herkeskafir söyleminden olabildiğince uzak durur. Nitekim, kafir çoğu zaman yalnızca bir söz olarak algılanmamış; düşman görülmüş, boynuna kanlı ilmekler geçirilmiş, işkence edilmiş, bir bir eli kolu kesilmiş, derisi yüzülmüş. Hallac-ı Mansur’un, Nesimi’nin sesini duyar gibisiniz değil mi? O seslere bile kulağımızı kapadığımız için duymadık işte bütün o çığlıkları, feryatları.

ERDOĞAN KÜFRÜ VE BATILI KABUL ETME EĞİLİMİNE Mİ HİZMET ETMİŞTİR?

Türkiye Gazetesi’nde geçtiğimiz günlerde bir yazı çıktı. Dr. C. Ahmet Akışık imzasıyla yayınlanan bu yazının başlığı aynen şöyleydi: “Kâfirler İle "Modernist İslamcılar"In Benzer Özellikleri” Yazar, ilgili yazıda canhıraş bir biçimde modernist olarak tanımladığı kimselerin kafirlere ne kadar benzediğini anlatmaya çalışmış. Yazı boyunca, kafirlere benzemekle itham ettiği pek çok isme yer vermiş. Dert ne bilmiyorum? Kafir olunca ne oluyor! Dünya çok daha kötü, çok daha yaşanamaz bir yere mi dönüşüyor ki, “kafir” söylemi bir nefret, hınç, öfke sözü olarak önümüze boca ediliyor. Bu açık bir nefret dili; şöyle ki, eğer herkes, muhatabının konumunu ve anlamını, kendi doğruları ile tanımlayacak olursa, en alasından hedef göstererek ve beğenmediklerimizi düşman ilan ederek bunu yapabiliriz. Lakin bunu yapmamak lazım. Niye,“Sizin dininiz size, benim dinim banadır”[2] diyerek, inandığınız kutsal kitabın diliyle konuşmuyorsunuz. Ne engel buna, din yorumunuz mu? İyi de, sizinkisi de bir yorum en nihayetinde. Zorbalığın, hakikat bekçiliğinin, tekfirin bir gereği var mı! Bütün bunların gereği olmadığı gibi, İslam’ı bile yaşanamaz hale getiren tarihi geçmişi ve tabi olası bir geleceği var. Dolayısıyla sakin olmak lazım, hiç değilse inançlarınız, imanınız için bunu yapın.

Yazının içeriğine pek girmek istemiyorum. Lakin yazıda ismi geçen isimlerden biri dikkatimi çekti:O isim Fazlur Rahman. Pakistanlı ilim adam. İslami literatürde tarihselcilerin önderlerinden biri olarak kabul edilen Fazlur Rahman, mezkur yazar başta olmak üzere egemen İslam yorumunca sevilen biri değildir. Fakat işte herkes onlar gibi düşünmüyor. Şöyle ki, Türkiye’de yıllar önce bir Fazlur Rahman sempozyumu bile düzenlenmiştir. Üstelik sempozyumu düzenleyen de Tayyip Erdoğan yönetimindeki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’dir. Bakın tam da o sempozyumda Erdoğan, Fazlur Rahman için neler söylemiş:“Kardeş Pakistan'ın yetiştirdiği büyük bilim adamı ve düşünür Fazlur Rahman, İslâm dünyasında olduğu kadar Batı da da önemsenen, düşünce ve tezleri üzerinde geniş tartışmalar açılan bir şahsiyettir. Düşünce hayatıyla yakından ilgilenenler merhum Fazlur Rahman'ın Türkiye de ne büyük bir etkiye sahip olduğunu bilirler. "PekiTürkiye gazetesindeki yazıda Fazlur Rahman’dan nasıl bahsediliyor derseniz, hemen aktaralım: “Hristiyanlar ve Yahudiler, İslam’ı kabul etmezler. Yüce Allah’a oğul isnat ederek küfrü ve batılı tercih ederler. Müsteşriklerin İslam’ın temel akidelerine aykırı inançlarını benimseyen Fazlurrahman, Muhammed Hamidullah, Muhammed Tancî, CemaleddinAfganî, Mevdudî, Musa Carullah vb. bunlardandır.” Bu durumda Erdoğan’da Fazlur Rahman sempozyumu düzenleyerek bu amaca yani, küfrü ve batılı kabul etme eğilimine mi hizmet etmiştir? Bu soruyu sormamız lazım. Üstelik bu soruyu yalnızca Akışık’a değil, onun gibi düşünen herkese sormak gerekiyor.

İNSAN ÖNCE KENDİNDEN VE ÇEVRESİNDEN SORUMLUDUR DEĞİL Mİ!

Dediğim gibi yazının içeriğine pek girmek istemiyorum. Zaten yazı, ilmi bir tartışmadan ziyade, hüküm dilini kendisine rehber dinmiş bir içerikle kaleme alınmış. Lakin yazıda gördüğümüz “sıkı” bir hadis taraftarlığı var. İşte tam bu noktada şunu sormak gerekiyor. Akışık’ın da mensup olduğu holding ve gazete, “hadislerin buyurduğu” hükümleri birebir uyguluyor mu? Örneğin kadınların erkeklerle bir arada bulunması hakkında, örneğin ticaret hükümleri hakkında ve tabi benzer pek çok konuda İhlas gurubu hadisleri aynı şekildehayata geçiriyor mu? Gördüğümüz kadarıyla hayır. En başta anılan holding bünyesinde onlarca kadın çalışan var. İyi ama hadislerde geçen şu satırlara ne demeli: "Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e, yabancı bir kadına kasıtsız olarak ani bakış hakkında sordum. Bana, bir daha bakmamamı emretti." (Müslim; hadis no: 2159)."Bir erkekle (yabancı) bir kadın başbaşa kalmasın ki onların üçüncüsü şeytan olmasın."(Tirmizîrivâyet etmiş, Elbânî de "Sahîhu'l-Câmi'; hadis no: 2165.)O vakit Akışık şimdi elindeki tekfir silahını yavaşça yere indirsin. Aksi halde holding bile birbirine girecek.

İnsanların dinlerini nasıl yorumladığı, başkalarına zarar vermediği sürece kendilerini bağlar. Kitabi ve derin bir tartışma bu, sonunun gelmeyeceği de aşikâr. Lakin eğer birileri, kendilerini fetva makamında görüyorsa, sanık kürsüsüne öncelikle oturacak olanlar da onlar olmalıdır. Samimiyet ve ilke bunu gerektirir çünkü. Bakın daha bu yılın başında bir “İhlaszede” yaşadığı haksızlığı ifade etmek için şunları söylemiş: “2000 yılından bu yana İhlaszedeyim. 19 yıl oldu. Devletimiz bizim paralarımızla saltanat süren Mücahit Ören'den, İhlas'tan niye hesap sormuyor? Tasfiyeyi devletin yapması gerekmiyor mu? Bunca İhlaszede bağırıyor, sesimizi duyan yok mu? İnsanları hiçe sayıyorlar. İhlas Holding binasına gidip gelmekten canımızdan usandık. Sürekli oyaladılar, bir kuruş ödemediler. Bu kadar zalimlik yapıldı, Allah korkusu olan bunları yapmaz. İhlas Finans'a Enver Ören'in gülen yüzüne parayı yatırdım. Oğlu Mücahit Ören ve diğer yetkililerin vicdanları nerede merak ediyorum.”[3]Var mı buna bir cevabınız sayın Akışık? Dilerseniz birileri hakkında hüküm vermeden dönüp kendinize bakın. Zira insan önce kendinden ve çevresinden sorumludur değil mi!

[1] Aydın Tonga, Derin İslam, Doğu Kitabevi.

[2]Kafirun Suresi, 6.ayet

[3]https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/ihlaszedeler-platformu-baskani-fatma-sirin-oren-panik-halde-bize-fetocu-iftirasi-atiyor-3092275/

Aydın Tonga

Odatv.com

Yandaş yazar Erdoğan için “küfrü kabul etme eğilimine hizmet etti” mi demek istiyor - Resim : 1

Tayyip Erdoğan aydın tonga arşiv