Uğur Dündar’a verilen tuhaf cezaya ne demeli

Muzaffer Ayhan Kara yazdı...

Ak Parti hükümetleri işe başlar başlamaz muhalif basını baskı altına alıp kumpas davalarına bile çekinmeden dahil ederken merkez medyayı sindirmeye yöneldi. Aynı zamanda “FETÖ” organları da içinde olmak üzere oluşturduğu yandaş gazete ve televizyonlara da güçlenmeleri için kamu reklamlarını adeta akıttı. Giderek Ak Parti hükümetleri merkez medyayı sahiplerinden alıp “havuz”dan gelen paralar ve devlet bankalarından gelen kredilerle yandaş isimlere aktardı. Öyle ki, Doğan grubu bile önce Vatan’ı, Milliyet’i; sonra da CNN Türk’üyle, Hürriyet’iyle el değiştirdi! Ciner ve Doğuş Grubu da kendiliğinden “akıllı olup” Erdoğan’ın suyuna gidince el değiştirmedi ama tam biat etti. Hatta Ciner Grubu Habertürk’ün yazılı basımını durdurdu! Daha neler neler yaşandı bu alanda…

Ak Parti, elindeki “yargı sopası” ile daha da ileri gitti ve az sayıdaki muhalif gazeteye, özellikle de Cumhuriyet ve Sözcü’ye inanılmaz biçimde “FETÖ’cü olmamakla birlikte…” diye başlayan iddianamelerle davalar açtı. Muhalefet yapmanın bedelini bu gazetelere çamur atarak ödetmeye kalktı! FETÖ’nün kumpasa dahil ettiği Odatv’nin yöneticilerine bile hem de FETÖ şikayetleriyle davalar açıldı! Barış Pehlivan’a açılan dava evlere şenlik! Odatv’nin haberlerine mahkeme marifetiyle getirilen erişim yasakları da bir tür “sansür” olmuyor mu? İlgili haberlerde sorun varsa, tekzip eder ilgilisi ya da yanıt hakkını kullanır; erişim yasağı da neyin nesidir? Sözcü’ye iddianame hazırlayan savcıya sormak isterdim örneğin; FETÖ’nün kumpasıyla içeri tıkılan Soner Yalçın da Sözcü’de yazıyor; iddianameyi çürüten bunun gibi neler var, neler…

FETÖ’YE KARŞI YALNIZLIĞIN ÇARESİ BU MU?

Cumhurbaşkanı ve Ak Parti Genel Başkanı Sayın Erdoğan her fırsatta “FETÖ’ye karşı mücadelede yalnızlığından” yakınıyor… O zaman buradan soralım; FETÖ’cülükle ilgisi olmayan basın organlarını FETÖ’ye yardımcı olmakla itham ederek mi yalnızlıktan kurtulacaksınız? Bana hiç yargı bağımsızlığından söz etmeyin. Bakın, Türkiye’de aklı başında hiç kimseyi Emin Çölaşan’ın, Necati Doğru’nun “FETÖ’ye yardımcı olmakla” ilgili bir davada sanık olmasına ikna edemezsiniz!

SÖZCÜ’YE ÖFKE NEDEN?

Ak Parti’nin Sözcü’ye yönelik öfkesini neden? Bunun bir tek nedeni var: Hükümetin ele geçirdiği merkez medyadaki isimleri, çok okunan köşe yazarlarını bünyesinde toplaması ve çok okunan, iktidarı yerinde eleştiren popüler bir gazete yaratması… Rahmetli Ertuğrul Akbay’ın ve oğlu Burak Akbay’ın bağışlanmaz ‘suçu’ kanımca bu! İyi de böyle ‘suç’ mu olur? Hukukun ayaklar altına alındığı, “hukukun üstünlüğü” yerine “üstünlerin hukuku”nun geçerli olduğu memleketlerde oluyor demek ki!

Hükümetin devşirdiği eski merkez medyayı oluşturan gazetelerin ve tüm yandaş medyanın bayi satış rakamı bir Sözcü’nünki kadar etmiyor! Dert dava bu! O zaman susturmak için gelsin davalar!

SÖZCÜ VE CUMHURİYET DAVASINDA SON GELİŞMELER

Cumhuriyet ve Sözcü’den gazeteci ve gazete yöneticilerinin içeri tıkılmaları ayıptır tek kelimeyle… Sözcü’nün son duruşmasında Gökmen Ulu’nun adli kontrolü kalktı, dava karar aşamasında… Beraat kaçınılmaz, umarım Türkiye’de hukuku iyice zedeleyecek bir zorlama karardan kaçınır mahkeme. Cumhuriyet yönetici ve yazar-çizerleri ise önceki gün tahliye edildiler. Zaten tutuklanmaları çok büyük bir haksızlık ve hukuksal hataydı. Cumhuriyet çalışanı İper’in tahliye edilmemesi ise ayrı bir garabet! Akın Atalay’ın yurtdışındayken dönerek teslim olduğu bir süreçte tutuklanması gibi örnekleri umarım bir daha yaşamayız. Sözcü ve Cumhuriyet’i “FETÖ” ile itham edeceğinize FETÖ’nün siyasi ayağını ortaya çıkarmaya çalışın! Yurtdışına çıkmalarına sınırları kevgir haline getirip adeta razı olduğunuz FETÖ’nün binlerce kafa adamını ülkeye getirip yargılayın!

UĞUR DÜNDAR...

Soruşturmacı gazeteciliğin, televizyon programcılığının yaşayan efsanesi Uğur Dündar’a verilen cezaya ne demeli? Bu zorlama ceza hukuku hakikaten küçük düşürmüştür! Neden, anlatayım…

Birincisi, söz konusu davada Dündar’ın Binali Yıldırım’a bir hakareti de hakaret kastı da yoktur. Zaten Dündar’ın bu konuda sicili tertemiz. Yazılarında ve yayınlarında eleştiri sınırını aşmamaya özen gösterir. İkincisi, Yıldırım’ın avukatları mahkemeye dilekçeyle başvurarak şikayeti geri çekmişlerdir. Dahası, bu geri çekme sonrasında Yıldırım, İmamoğlu ile televizyon programı için tarafsız ve objektif bir yayın yapacağına güvenini ortaya koyarak Dündar’ı önermiştir!

Şikayete bağlı suçlarda şikayetin ortadan kalkmasıyla ortada bir kamu zararı da yoksa davanın düşmesi gerekmiyor mu? Kuşkusuz hukukta, mahkemelerin işleyişinde temel kurallarından birisi budur.

Ancak beklenmedik bir şekilde hakime hanım davayı düşüreceğine cezayı kesiyor! Hem de sicili tertemiz olan birisine, Uğur Dündar’a! Ceza ertelenmiyor, geri bıraktırılmıyor ve hapis cezası “şeref üzerine kitap okumaya” çevriliyor! Hakime hanım, yasayı, içtihadı, temayülü tümüyle bir kenara itip ‘takdir’ini bu ceza yönünde kullanıyor! Subjektif bir karar veriyor!

Gel de şimdi merak etme… Acaba hakime hanımın yerinde daha önce kim vardı? Hangi davalara baktı? Acaba birilerinin hoşuna gitmeyen bir karara imza attı mı? Yeni gelen ve Dündar’ın kararına imza atan hakime hanımın kararında mahkemenin önceki müktesebatı rol oynamış olabilir mi? Aklımda deli sorular…

Üçüncüsü de var… Bu kararla Binali Yıldırım da ‘açığa düşürülmüş’ olmuyor mu? Sayın Yıldırım’ı çok iyi tanıdığım için kendisinin Uğur Dündar’ın hakaret kastı olmadığına ikna olduğuna ve bu temelde içtenlikle şikayetini geri aldığına kaniyim. Ki, Dündar’ı da çok iyi tanıyorum ve söz konusu yazısında kesinlikle Yıldırım’a hakeret kastı gütmediğini biliyorum. O yazıdan dolayı mahkum olması gereken bir kişi olsa olsa kötü şöhretiyle bilinen malum müteahhittir!

NAHİT DURU...

Basının nadide bir kalemini kaybettik. Yarın (Pazar) günü Ankara Gazeteciler Cemiyeti’ndeki tören sonrasında öğle vakti Kocatepe Camii’nden son yolculuğuna uğurlanacak. Ankara ve İzmir’deki meslek yıllarından dolayı önce siyasi haberleriyle ve Ankara’yı koklamamızı sağlayan izlenimleriyle, yorumlarıyla uzaktan tanıdığım; sonra Güneş’ten dolayı iyi bildiğim ve nihayet 2011’de Yurt’ta da aynı çatı altında olduğumuz Nahit Duru’yu erken denebilecek bir zamanda kaybettik. Sağlığının bozulduğu son yıllarda bile mesleği adına çaba gösteren ve aktif gazetecilikten kopmayan Nahit Ağabey’le son olarak iki yıl önce İzmir’e geldiğinde kaldığı otelde görüştük. Ancak telefonlaştık hep ve sosyal medyadan izledim onu. Dün akşam Odatv editörü Mert Taşçılar’la telefonlaştık. Nahit Ağabey’in haberini yapmaya eli gitmiyordu genç arkadaşımızın ve çok üzgündü ki, o da Yurt’ta Ankara’da aynı bürodaydı kendisiyle zamanında.

Nahit Ağabey, yüreğimizi yakarak ve kendisiyle aynı çatı altında görev yapan hepimizden alacaklı olarak veda etti. O, basının tanıdığım en zarif, en beyefendi; küçüklerini hep koruyan, herkesi hep yukarı çeken dopdolu bir simasıydı. Yazlarının ötesinde sosyal medya paylaşımlarıyla bile bilgilenmemizi sağlıyordu. Özellikle son yıllarda basındaki acı kayıpları hiç atlamaz, bilgi verirdi. Rahatsızlığına karşın bazı yazılarım için aramış, yüreklendirmiş ve onore etmiştir.

“Duru” Ailesi’ne, yakınlarına, başta son dönemde içide olduğu Tele 1 ve abcgazetesi.com olmak üzere kendisiyle çalışma şansı bulan ve onu seven tüm meslektaşlarına; okurlarına, dostlarına sabır ve başsağlığı diliyorum. Mert’ten de ricam, tabutuna bir dal çiçek bırakması benim için de.

Odatv.com

Muzaffer Ayhan Kara odatv arşiv