Türkiye'nin hiç tartışılmayan en önemli sorunu

Yetmiş yıldır görüyoruz işte; genelde muhafazakârlar, demokrasiye mesafeli, bencilliğe yol açtığını düşünüyorlar. Onlara göre özgürlük de, dizginsizlik.

Erdoğan'ın partisi AKP, muhafazakâr…

Bahçeli'nin partisi MHP, muhafazakâr…

Akşener'in partisi İYİ, muhafazakâr…

Babacan'ın partisi DEVA, muhafazakâr…

Davutoğlu'nun partisi GP, muhafazakâr…

Karamollaoğlu'nun partisi SP, muhafazakâr…

Destici'nin partisi BBP, muhafazakâr…

Muhafazakâr olmalarına rağmen Türk sağında bu derece bölünmüşlük neden var? Bizdeki muhafazakârlık ideolojik/siyasi doktrin/öğreti değil çünkü…

Bizdeki muhafazakârlık, bilinmeyene güvenmeyen, akıl yürütmekten/teori oluşturmaktan ürken, değişimden hoşlanmayan duygusal tavır muhafazakârlığı.

Yeni'ye mesafeli hep… Her ilerici adımı; “inanç-gelenek düşmanlığı” veya “Avrupa'nın hastalıklı düşüncesi” olarak görme refleksi geliştiren muhafazakârlık…

Hep savunmada!

Hep durağan!

Ve hep tepkici!

Bunun sonucu neye/nelere yol açtı?

Bu sorudan önce politik muhafazakârlık kavramının nasıl doğduğuna bakalım:

İngiliz politikacı, siyaset kuramcısı Edmund Burke (1729-1797), Fransız Devrimi'nden hiç hoşlanmadı. Devrimden bir yıl sonra 1790'da yazdığı “Düşünceler” eseri muhafazakâr düşüncenin temeli oldu:

-“Mirasa ve kalıtıma dayalı bir krallığımız, soylu sınıfımız, Avam Kamaramız, yıllar önce yaşamış atalarından miras yoluyla ayrıcalıklara, imtiyazlara ve özgürlüklere kavuşan insanlarımız var…”

Deneyciliğe karşıydı, buluşçuluğa gerek yoktu. “Akılcılık; geleneksel olana, dine, düzene adetlere karşıdır. Akıl ve ahlâkı içimize koyan Tanrı'dır” dedi Edmund Burke!

Ardından…

Muhafazakârlık terimi ilk kez Fransa'da politikacı- düşünür François R. Chateaubriand (1768 – 1848), tarafından 1818'de yayın hayatına başlayan “Le Conservateur” (Muhafazakâr) adlı dergiyle siyasette dünyasına sokuldu.

Terim, siyasal eşitlik gibi “Fransız Devrim ilkelerine düşmanlık” anlamında kullanıldı. (Kimi muhafazakârların Kemalist Devrime karşıtlığını anımsatırım.)

Sonuçta… Muhafazakârlık kavramı, Avrupa'da güç kaybeden aristokratik sınıfı savunmak amacıyla 1835'te İngiliz Tory (muhafazakâr) Parti'nin resmi programına girdi.

Ya bizde?

ERDOĞAN GİTSİN BABACAN GELSİN

Hadi Osmanlı'yı geçelim…

Menderes'in partisi DP, muhafazakâr idi.

Demirel'in partisi AP ve DYP muhafazakâr idi.

Özal'ın partisi ANAP, muhafazakâr idi.

Dünden bugüne Türkiye'yi bu muhafazakâr partiler yönetiyor.

Peki, Türkiye'nin “büyük ülke” olma/ “ideal toplum oluşturma” hedefini neden gerçekleştiremediler?

Neden hep siyasi-ekonomik krizlerin doğmasına sebep oldular/oluyorlar?

Hiç ders almıyoruz. Hâlâ siyaseti kavramlar üzerinden değil, liderler üzerinden tartışıyoruz:

Muhafazakâr Erdoğan gitsin muhafazakâr Babacan gelsin!

Muhafazakâr Erdoğan gitsin muhafazakâr Davutoğlu gelsin!

Muhafazakârlığın ideolojik yönünü değil, sağcı liderlerin tutumunu-üslubunu konu ediyoruz sürekli…

İşte… Tartışma açmak istediğim konu; ideolojik muhafazakâr! Lakırtı üzerinden siyaset yapılmaz çünkü.

Fransa ya da İngiliz muhafazakârları ülkelerinin gelişmişliğine sürekli reformlar ile katkı sunarken, bizim muhafazakârlar bunu neden başaramadı?

Bizim muhafazakârlar niçin reformcu/değişimci olamadı? Tanzimat'tan günümüze Avrupa hegemonyasına neden boyun eğiyorlar sürekli?

Bu ve benzeri sorular üzerinde durmamız/tartışma açmamız gerekmiyor mu?

Siyasi liderlere yönelik abartılı “güzelleme aşkından” vazgeçemiyoruz…

Onların ise siyasi alanda tek yaptıkları, sürekli geçmişi yüceltmek-kutsamak, din-ahlâk-gelenek soslu nutuk atmak, dönemin ruhuna uygun demeç vermek…

Ve temel sağlam kazılmadığı için her ufak sallantıda Türkiye ekonomisi harap oluyor; aynen bugün olduğu gibi… Bu kaçıncı kriz?

KAÇ KEZ DAHA

Erdoğan'ın “reform yapacağız” sözü anımsattı, bu yazdıklarımı.

Biliyoruz ki: Pek de isteyerek yapılmayan, (yabancı sermaye gelmesi gibi) dönemin zorluklarının dayatmasıyla kağıt üstü düzenlemeler olacak yine…

Reform yapsalar da asıl mesele derinde! Mesela, Türk muhafazakârlığın temel hatası şu:

-“İnsanlar kendilerini yönetemezler, kendilerini yönetecek/doğru yolu gösterecek yöneticilere ihtiyaç duyarlar!”

Bireyi, eksik- kusurlu görürler.

Toplumsal düzenin mükemmelleşmesinin ancak kontrolden geçtiğine inanırlar!

Dini (ve aslında dini ritüelleri); toplumun istikrarı ve otoritesi açısından kaçınılmaz sayarlar.

Ki bu sebeple hep cemaatlere ihtiyaç duyarlar. Birey ile devlet arasındaki ilişkiyi cemaat eliyle yürütmek isterler. Cemaatlerin olmamasının toplumsal bozukluklara yol açacağını düşünürler…

Yetmiş yıldır görüyoruz işte; genelde muhafazakârlar, demokrasiye mesafeli, bencilliğe yol açtığını düşünüyorlar. Onlara göre özgürlük de, dizginsizlik.

Kardeşlik ise, salt inanç temelli olmalıydı. (Liyakatsizliğin/yetersizliğin sebebi bu değil mi?)

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ.

Odatv.com

Türkiye'nin hiç tartışılmayan en önemli sorunu - Resim : 1

soner yalçın arşiv