Türkiye’nin en büyük medya patronu Yalçın Akdoğan

Muhakkak ki yönetici (örn: Başbakan) yönetiminden kişisel olarak sorumludur. Yönetici beraber çalışacağı arkadaşlarını tabii ki kendi yönetim...

Muhakkak ki yönetici (örn: Başbakan) yönetiminden kişisel olarak sorumludur. Yönetici beraber çalışacağı arkadaşlarını tabii ki kendi yönetim anlayışına uygun olanlar arasından seçer.

Teknik donanıma/projelere önem veren yöneticiler danışmanlarını/bakanlarını onların teknik donanımlarına göre atar. Hatta donanımları kendisinden yüksek olsun ki, kendi donanımları da dolayısı ile artsın isterler.

Bağlılığa önem veren yöneticiler ise kendilerine mutlak itaat ile bağlı kişileri seçerler. Teknik donanıma/dünya görüşünün sağlamlığına önem vermezler. Hatta donanımları kendisinden yüksek kişilerden rahatsız olurlar. Daha donanımlı kişilerin bir gün koltuklarına göz dikmesinden korkarlar.

Anlayacağınız, danışman var, danışman var!

***

1980’li yılların başlarında rahmetli Turgut Özal’ın başdanışmanı rahmetli Adnan Kahveci ile Başbakanlıktaki odasında tanıştım. Hayatı hep birinciliklerle geçen Kahveci üniversiteye giriş sınavında da Türkiye birincisi olmuştu. Yüksek lisansını ABD-Indiana’da Purdue Üniversitesi’nde elektrik mühendisliği alanında yapmış doktorasını Missouri Üniversitesi’nden almıştı. Daha tanıştığımız ilk gün projelerini anlatmaya başladı. Bin bir çeşit projeyi anlatmaya doyamıyordu. O günlerde Türkiye’nin tarihini değiştiren “serbest piyasa ekonomisine uyum” konusunda geceli gündüzlü çalışıyordu. Bir mühendis olduğu halde dünya ekonomisini hatmetmiş bir bilge-ekonomist edası içindeydi. Özal’ın en çok güvendiği adamlarından birisiydi. Sıcak ve içten adamı çok sevdim. Allah onu bizden daha fazla sevip yanına almasaydı onu da bir gün Başbakan olarak görebilirdik.

Özal’ı Özal yapan “Türkiye’nin dışa açılma projesi”nin baş mimarlarından birisi Adnan Kahveci’dir.

***

2000’li yılların başlarında Recep Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanı Yalçın Akdoğan ile yine Başbakanlıktaki odasında tanıştım. Akdoğan Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Yüksek lisansını yine aynı üniversitede yapmış. Doktorasını Marmara Üniversitesi’nde Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde tamamlamış. Kahveci ile tanıştığımız an kanlarımız kaynamıştı. Akdoğan ile tanıştığımız an ikimiz de birbirimizden hoşlanmadığımızı hissettik. Benden çok rahatsız olmuştu. Sanki hayata kızgındı. Sanki elindeki oyuncağın alınmasından korkuyordu. Ben kısa süre içinde “Başbakan’ın danışmanları çapsız” diye yazılar yazmaya başladım.

***

Başka hangi projelere imza attı, ben bilmiyorum ama Yalçın Akdoğan’ın en büyük projesi “Türk medyasının bugünkü hal-i pür melali”dir. Kimileri onu Hitler’in ünlü propaganda Bakanı Goebbels’e benzetiyorlar. Amaçları benzeşebilir ama yetenek ve beceriler söz konusu olduğunda Dr. Akdoğan’ı “Büyük Yalan” tekniğinin ustası Dr.Goebbels’e benzetmek Goebbels’e büyük haksızlık olur.

Akdoğan’ın Enis Berberoğlu, Metehan Demir (ben iyi bildiklerimi yazıyorum ancak sayı çok yüksek) gibi gazetecileri etkisi ve hatta emri altına almakta usta olduğunu inkâr edemem.

Ancak, “Akdoğan projeleri” Hürriyet, Milliyet gibi en etkin gazeteleri etkisizleştirmiş, koskoca Sabah’ı kendisine benzetmiştir. Aydın Doğan, Ferit Şahenk, Turgay Ciner’i iğdiş etmiş, ellerindeki TV ve gazeteleri emir kulu haline getirmiştir.

Ancak, bu gazetelerin hiçbiri RTE propagandası yapmakta başarılı değiller.

RTE’ye bir hayırları dokunmamaktadır.

Hatta “Gezi Direnişi” sırasındaki vurdumduymazlıkları sadece kendilerine değil, RTE’ye de negatif puan yükledi.

***

Yalçın Akdoğan’ın “propaganda başarısı”nın ölçümü AKP oyları içindeki ANAP, DYP, MHP kökenli “mütedeyyin” oyları medya üzerinden nasıl etkilediğidir.

Star, Yeni Şafak, Zaman türü gazeteler ve izdüşümü televizyonlar zaten AKP’nin kilit oylarına hitap ediyor.

Akdoğan yukarıda saydığım ana akım medyayı korkutarak/dışlayarak/iğdiş ederek değil, özendirerek/ikna ederek/kazanarak AKP’ye “istikrar” uğruna oy veren ama cumhuriyet değerleri ile muhafazakâr değerleri bir arada sahiplenen kitleye hitap edebilirdi.

Bugün ana akım medyadan intikam alma uğruna bunların itibarı yerle bir edildi.

Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Kürşat Bumin gibi AKP’ye büyük kredi açmış “etkin gazetecileri” Nagehan Alçi, Rasim Ozan Kütahyalı, Pelin Batu türü donanımsız/ itibarı şüpheli/ böğürmeyi fikir üretimi zanneden kişiler ile ikame etmeye kalkarsanız zamanında Turgut Özal’a, Süleyman Demirel’e, hatta Alpaslan Türkeş’e oy vermiş; yaşadıkları geçmiş itibari ile kavganın her türlüsünden çekinen, daima orta yolda yürümek isteyen kitleleri yavaş yavaş kaybedersiniz.

Propagandanın en temel prensibi:

“Kendinden olmayanı kazanmak/ kendinden kopmaya müsait olanı yitirmemektir!”

Yalçın Akdoğan’ın medya projeleri RTE’ye artık zarar vermektedir, bu zarar “Gezi İsyanı” sonrası misli ile büyüdü.

AKP’ye oy veren mütedeyyin kitle her geçen gün RTE’nin hiddetinden daha beter çekinir hale geliyor.

O kitleyi sakinleştirebilecek ana akım medya çoktan güvenirliğini kaybetti. Yine o kitleyi sakinleştirebilecek AKP’ye de uzun süredir kredi açmış gazeteciler de kaybedilince esas kaybeden RTE oluyor! Bu kitle “böğürenlere” itibar etmez.

AKP bir an evvel kendisine oy veren kitle üzerinde “propaganda hünerlerini” ölçen bir araştırma yaptırsın! Bu araştırma RTE için hayat-memat meselesi olabilir!

***

Not: Eğer Yalçın Akdoğan “benim danışmanlığım tırışkadan danışmanlıktır, tek karar verici RTE’dir, ben alt tarafı gariban bir memurum” derse yetenek ve beceri konuları dışında yukarıda yazdığım her şeyi geri alırım.

Akdoğan’ın yarattığı “medya modeli” tabii ki Türkiye’ye büyük zarar vermiştir. Türk medyası kendisini uzun yıllar toparlayamayacaktır.

Dr.Cüneyt Ülsever

Odatv.com

yalçın akdoğan medya patronu arşiv