Türkiye o savaşta taraf olmaya zorlanıyor

Ahmet Müfit yazdı

Piyasacılar “savaş” kavramını kullanmayı çok sevdiler. Geçtiğimiz 5-6 yılda, Japonya başta olmak üzere gelişmiş ülke merkez bankalarının faizleri, dolayısıyla da paralarının değerini düşük tutarak, uluslararası ticarette avantaj kazanmaya, ulusal üretim kapasitelerini korumaya ve krizin sıradan insanlar üzerindeki etkilerini (işsizlik, ücretlerde azalma, vb) hafifletmeye yönelik olarak almış olduğu kararları “kur savaşları” olarak niteleyen “piyasa güçlerinin” ağzından bugünlerde düşmeyen kavram “ticaret savaşları”. Sermayenin, malların ve hizmetlerin serbestçe dolaşımından yana neoliberalizm savunucusu piyasacı kesimler, geçtiğimiz hafta içerisinde ABD’nin, Çin’den yaptığı ithalatı kısıtlayarak, yeniden üretir hale gelmeye ve aleyhine olan ticaret açığını kapamaya yönelik olarak aldığı önlemleri “Ticaret Savaşlarının başlangıcı” olarak nitelendirdi.

2 İDDİA DA TARTIŞMALI...

Neoliberal küreselleşmeci dünya düzenini, yani kendi çıkarlarını tehdit ettiğini düşündükleri her gelişmeyi “savaş” kavramıyla niteleyerek, olumsuz algı oluşturmaya çalışan piyasacılara göre “Kur Savaşları” bitmiş, “Ticaret Savaşları” başlamış durumda. “Kur savaşlarının” ana aktörü, sözde bağımsız merkez bankaları iken, “ticaret savaşlarının” esas oğlanı, günümüzde tüm dünyada ideolojileriyle değil, “liderlerinin” ismiyle anılan partiler, hükümetler. (Bu arada “lider” kelimesinin Almanca karşılığının “führer” olduğunu da araya sıkıştırmış olayım.)

Amerikan halkına iş bulma, Amerika’yı yeniden üreten bir ülke yapma vaadiyle iktidara gelen Trump’ın seçim vaatleriyle son derece uyumlu olan bu önlemler, piyasa kanallarında yorum yapan neoliberal küreselleşmeci dünya düzeninin tavizsiz savunucusu piyasacılar tarafından çok tehlikeli bir gelişme olarak değerlendirildi. Tehlikeli buluyor olmalarını, -kendi bakış açılarına göre- birbiriyle doğrudan bağlantılı iki “önemli” iddia ile gerekçelendirdiler: 1- ABD’nin Çin’den yapılan aramalı ve tüketim malı ithalatını zorlaştırılmasının küresel ölçekte ekonomik büyümenin yavaşlamasına neden olacağı, 2- Ticaret savaşlarının ithalatı zorlaştırıp pahalandıracağı, bunun ABD’de tüketici fiyatlarında artışa neden olacağı yani doğrudan sıradan Amerikan halkını mağdur edeceği.

Öncelikle, her iki iddianın geçerliliğinin de oldukça tartışmalı olduğunu belirtmeliyim. Tartışılır olmasının en önde gelen nedeni, korunmaya çalışılan bu sistemin, gerçekte bu gün yaşanan sıkıntıların, dünya çapında artan gelir adaletsizliklerinin nedenini, kaynağını oluşturuyor olması.

ÇİN'İN EN BÜYÜK AVANTAJI UCUZ EMEK GÜCÜ

Neoliberal küreselleşmeci dönemin kazananları, farklı dinamikler ve farklı özelliklere sahip olsalar da, ulusal sınırları (Almanya açısında bu sınırı, Euro Bölgesi olarak kabul etmek yanlış olmayacaktır) içerisinde üretim güçlerini koruyup daha da geliştiren ancak ekonomik düzey, sosyal ve siyasi yapı açıdan homojen bir görüntü vermeyen Çin, Almanya, Japonya, Kore, vb. ülkeler. Bu ülkelerin diğer bir ortak yanı düzenli olarak dış ticaret fazlası veriyor olmaları. Almanya, Japonya gibi ülkeler bunu nitelikli işgücü ve teknolojisiyle sağlarken, Çin’in en büyük avantajı ucuz emek gücü. Bu noktada en büyük yanılgı, bu ülkelerinin kazançlarının yalnızca ekonomik olduğunu düşünmek olacaktır. Çin’in, özünde sermaye ihracı olan Modern İpek Yolu Projesini, Almanya’nın neredeyse AB’nin tek patronu haline gelmesini bu çerçevede doğru değerlendirmek gerekiyor.

Kaybedenler ise tam tersi olarak bu dönemde ulusal sınırlar içerisinde üretim güçlerini kaybeden, nispeten ucuz şekilde dış borç bulabilme imkanı ve değerli ulusal para ile desteklenen “ucuz ithalat”ın çekiciliğiyle ödünç refah yaşayan Yunanistan, İtalya ve bizim gibi ülkeler. Bu grupta yer alan ülkeler de, aynen birinci grupta olduğu gibi ekonomik, sosyal ve siyasi açıdan homojen bir görüntü vermiyorlar. (Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından bugün açıklanan (30 Mart 2018), 2018 yılı Şubat ayına ait dış ticaret verilerine göre, Şubat ayında dış ticaret açığı %54,2 artarak 5 milyar 761 milyon dolara yükselirken, ihracatın ithalatı karşılama oranı 2017 Şubat ayında %76,4 iken, 2018 Şubat ayında %69,6'ya düşmüş durumda.)

"YENİDEN GÜÇLÜ AMERİKA"

Ulusal sınırlar içerisinde üretim gücünü kaybetme ve sıradan insanlar açısından sonuçları itibarıyla kaybeden ülkelerle benzer şekilde değerlendirmemiz gereken ABD ve Birleşik Krallığı (İngiltere), sahip oldukları farklı özellikler (ekonomik, siyasi, tarihsel) nedeniyle, kaybedenler arasında ayrı bir kategori olarak değerlendirmek, yazının devamında yapmaya çalışacağım çözümlenmenin daha anlaşılır olmasını sağlayacaktır. İki kategoriye ayırdığım ekonomik olarak kaybedenler grubunun diğer ortak özelliği ise dönemin kazanan ülkelerinin tersine, aynı dönemde siyaseten de güç kaybediyor olmaları. Yunanistan’da Syriza’nın Almanya’nın baskıları karşısında halktan referandumla aldığı desteği dahi kullanamamasını, ABD’de “yeniden güçlü Amerika” diyen Trump’ın iktidara gelmesini, Birleşik Krallığın AB’den çıkma kararını, Türkiye’nin, batının her türlü olumsuz tavrına karşın -bunun son örneği, YPG ile Türkiye’nin arasını yapmaya talip Macron’un açıklamaları-, halen AB ve ABD’den müttefik ülkeler olarak bahsetmeyi sürdürüyor olmasını bu kapsamda değerlendirmek uygun olacaktır.

Kazananlar, doğal olarak, kendilerine kazandırdığını düşündükleri bu sistemin değişmesini istemiyorlar. Eğer hemen engel olamazlarsa, korumacı eğilimlerin -özellikle sistemin esas kaybedeni, borç parayla yaşadığı ödünç refah karşılığında ulusal varlıklarını uluslararası tekellere kaptıran- bizim gibi ülkelere hızla yayılarak esas olarak son 40 yıl içerisinde inşa edilen neoliberal küreselleşmeci dünya düzenini esastan tehdit eder hale geleceğinin farkındalar.

KARARSIZ BİR "DENGE" SÖZ KONUSU

En büyük sıkıntıları -Davos Toplantıları gibi neoliberal küreselleşmeciliğin en gözde sahnelerinde, en etkili ağızlardan kendilerinin de itiraf ettiği gibi- savundukları sistemin yarattığı sorunlara, savundukları sistemin doğası gereği çözüm bulamıyor olmaları. Değişmesini istemiyorlar ancak, mevcut sistemin özellikle 2008 krizi sonrası kaybolan itibarlarını -özellikle çalışan kesimler ve gençler arasında- bir türlü yeniden kazanamıyorlar.

Sonuç olarak, son 40 yılda en iyi yaptıkları şeyi yapmaya, ABD’nin Çin’den yaptığı ithalatı kısıtlayarak başlatmış olduğu süreci, “savaş” olarak niteleyerek kamuoyu algısını olumsuz etkilemeye çalışıyorlar. Sorunu daha da karmaşık hale getiren şey -ekonomik, siyasi ve tabii ki askeri boyutları nedeniyle- olayın bir boyutunda ittifak halinde olan ülkelerin, bir başka boyutta karşı cephede yer alabiliyor olmaları. Safların her an yeniden belirlendiği/değiştiği, örneklerini daha önce birçok kez gördüğümüz/yaşadığımız gibi, çevre duyarlılığı, insan hakları, demokrasi, vb. gibi her türlü değer yargısının kolayca manipüle edilebildiği, çok kararsız bir “denge” durumu söz konusu.

TARAF OLMAYA ZORLANIYORUZ

“Piyasa güçleri”, insanları güzel hikayelerle, “sürdürülebilirlik”, “yönetişim” gibi manipülatif/operasyonel kavramlarla, küreselleştik, hepimiz kardeş olduk gibisinden postmodern masallarla sisteme bağımlı kılma dönemini bitirmiş, “savaş” kavramı üzerinden kaygıyı ve korkuyu hakim kılarak, dünya genelinde ivme kazanan ve nihayetinde, Suriye’de bazı hedeflerin vurulmasıyla devam eden sistem karşıtı tutumları, baskı altına alma, kontrol etmeye çalışma, bu şekilde vakit kazanma aşamasına geçmiş durumda.

Rus diplomatlarına karşı gelişmiş batı ülkelerince başlatılan operasyonları ve tabii ki Rusya’nın karşı hamlesini bu tartışmanın çok da masum bir şekilde sürmeyeceğinin, tartışmanın yalnızca ”ekonomiye ilişkin sıradan bir tercih meselesi” olarak ele alınamayacağının, “mevcut dengelerin” her an değişebileceğinin işareti olarak değerlendirmek mümkün. Yaşananlar, neoliberal küreselleşmeci piyasa güçlerinin hem çaresizliğini, hem de mevcut durumu korumak adına neleri göze alabileceklerini, nereye kadar gidebileceklerini, daha da önemlisi yaptıkları bu saldırının meşruiyeti konusunda kendi vatandaşlarını ikna edip edemeyeceklerini hep birlikte göreceğiz.

Konunun bizi en çok ilgilendiren yanı, ekonomik ve siyasi olarak oldukça sıkıntılı olduğumuz bir ortamda, ülkemizin geleceğini doğrudan ilgilendiren küresel bir kavganın birçok açıdan odak noktasında bulunuyor, içinde bulunduğumuz koşullar nedeniyle şu ya da bu taraf lehine, bu kavgada taraf olmaya zorlanıyor olmamız.

Ahmet Müfit

Odatv.com

Türkiye o savaşta taraf olmaya zorlanıyor - Resim : 1

https://www.ntv.com.tr/dunya/abd-baskani-trump-davosta-yuhalandi,oVTGA4o62Eyg-yIQsEu5uQ

https://odatv.com/abdden-her-an-turkiye-adimi-gelebilir-28031841.html https://www.aydinlik.com.tr/varna-daki-avrupa-birligi-birgul-ayman-guler-kose-yazilari-mart-2018

http://www.karar.com/yazarlar/etyen-mahcupyan/korumacilik-ve-kuresellesme-6517

ahmet müfit odatv arşiv