Trump'a tepki gösteren Piskopos kimleri hatırlattı

Aydın Tonga yazdı...

Amerika’daki bazı din adamları Kilise önünde İncil ile poz veren Trump’ı eleştirirken Suudi Arabistan’ın önde gelen din adamlarından Şeyh Assim Al-Hakeem İslam dininde protesto yapmanın yasak olduğunu savundu. Hanedanlıkla yönetilen bir ülkenn din adamından beklenmeyecek bir açıklama değildi bu; demokrasi yerini sözümona “din kurallarına” bırakınca iktidar da Tanrılaşmış oluyordu. O vakit iktidar bir yerde ilahi hükmü temsil ediyordu.

Yıllar öncesinde Malezya’daki Fetva Konseyi de “Müslümanların hükümeti protesto etmek için düzenlenen veya ülkede huzursuzluğa yol açabilecek her türlü gösteriye katılmasının İslam dini tarafından yasaklandığını açıklamıştı.” Emevilerden itibaren halifeler de Allah’ın gölgesi olarak görülmüyor muydu? İbn Teymiyye başta olmak üzere kimi Müslümanlar “Sultan zalim olsa da ona itaat edilmelidir” demiyor muydu? Tam da böyleydi. Tarihten bugüne İslam dünyası genel olarak protestolara, halkın hak arama eylemlerine, sokağa pek sıcak bakmadı. Kimi zaman fetvayla, kimi zaman hutbelerle açıktan açığa “caiz olan itaat, haram olan isyandır, sokaktır, başkaldırıdır” denildi. Elbette bu yalnızca İslam dünyası için geçerli bir durum değil, diğer dinler de pek farklı bir pratik sergilemedi.

BİZ DE BÖYLE SÖZLERİN SÖYLENEBİLECEĞİNİ DÜŞÜNÜYOR MUSUNUZ

Din adına gösteriyi, eylemi haram ilan edenler bunu yaparken aynı zamanda iktidarla olan ilişkilerini, iktidara olan bağlılıklarını da ortaya koyuyorlar tabi ve meselenin bir yanı da bu. Tam da buradan devam edersek Trump’ın din arka fonlu pozuna Washington Episkopal Piskoposu Mariann Budde’nin gösterdiği tepki anlamlıdır. O sözleri yeniden hatırlayalım isterseniz: "İsa'nın öğretilerine aykırı bir mesaj için arka fon oluştursun diye Yahudi-Hıristiyan geleneğinin en kutsal metnini ve izin almaksızın benim yetki alanımdaki kiliselerden birini kullandı." Budde böyle diyordu ve bu bahiste konuşan yalnızca o da değildi. Trump’a yönelik olarak “ne İncil senin yaslanacağın bir dekor ne de kilise fotoğraf sahnesi” mealinde sözler sarf edildi. Biz de böyle sözlerin söylenebileceğini düşünüyor musunuz; en azından bugünlerde?

Farklı bir ülkede yaşamıyorsak, en az bizler kadar dini örgütlenmeler de, siyasetin çoğu zaman dini günlük çıkarları gereği kullandığını görüyordur sanırım. Fakat meselede bu zaten; din adına hareket edenler yalnızca baktığını görür; bakmadığı da dinde yoktur. Olmayan bir durumun fetvası, hutbesi, haramı, helali de olmaz. Bu sebepten ülke ile ilgili rüşvet, hukuksuzluk, yolsuzluk dosyaları raporlar halinde yayınlansa dahi, Müslüman örgütlenmeler ona bakmıyorsa, yaşanılan sorunu da kolaylıkla yok sayabilirler. Öte yandan kurumsal yapısı gereği kendini öne çıkaracak, oradan büyüyecek, iktidara da doğrudan pas verecek sorunları bir anda büyütüp, yüce dağ haline getirebilir bu örgütlenmeler. O vakit gazetelere boy boy ilan verilir; çarşaf çarşaf yazılar döşenir, koro halinde cümbür cemaat sorun büyütme koalisyonları kurulur. Zira iktidarın güdümünde olan örgütlenmeler soruna göre fetva verir, olaya göre haram başlığını atar. Öyle ki gün gelir konut kredileri için faiz defterini kapatır, gün gelir faiz lobileri diye bas bas bağırır. Dinin sabiteleri var deseler de, günü gelir güncelleme ile günü gelir tevil ile bu meseleyi de çözerler.

YAŞANAN BUDUR

Peki, düğüm nerede gizli?

Tarih boyunca insanın yorumundan azade bir din anlayışı olmadığını görüyoruz. Bu bağlamda tabiri caizse Tanrı bir defa konuşmuş olsa da, insan onu bin kez yorumlamış ve bin kez yeniden üretmiştir. Tam da bu sebepten dolayıdır ki dinler içerisinde bile mezhepler, oradan tarikatlar ve cemaatler kök salıp büyümüştür. Çünkü bütün o “ilahi” sözler bir süre sonra hükümdar koltuklarına, saraylara, akademinin kimi zaman konforlu kimi zaman çileli odalarına, bazen bir köydeki bazen de şehrin orta yerindeki pek gösterişli cemaat evlerine konuk olur. Ev sahibi ise onu bağlı bulunduğu, alışveriş içerisinde olduğu, ticari ya da politik olarak desteklediği iktidarlardan bağımsız olarak okumaz; en azından “kutsal” söylemleri gerilimli bir hat üzerinden muktedirlerin karşısına çıkarmaz.

Sonra şu var ki, dini örgütleri çepeçevre kuşatan iktidar, siyaset ve güç odakları, dini söylemin “dönüş yörüngesini” belirleme yeteneğine sahip olabilir. Nitekim çoğunlukla yaşanan da budur. Bugünlerde doğrudan Trump’ı hedef alarak eleştiren dini söylemlerin kıymeti de burada yatmaktadır. Dinin kendisi bir siyaset olarak yorumlanabilir tabi ama bu onun siyasete dolgu malzemesi olarak kullanılacağı anlamına gelmez; iki durumu birbirine karıştırmamak lazım.

Tarihten önemli bir sayfa ile devam edelim mi?

Bilindiği üzere 16.yüzyılda Almanya’da çok büyük köylü isyanları olur; binlerce yoksul köylü hak arama mücadelesiyle bu isyanlara katılır, ses verir, ruhunu da direncini de eksik etmez. O isyanlara katılan ve destek verenlerden biri de dönemin din adamlarından Thomas Münzer’dir. Münzer bu isyanlar esnasında doğrudan prensleri, muktedirleri eleştirir; yaşanılan haksızlıkları dile getirir ve nihayetinde bu uğurda can verir. Oysa aynı günlerde bir başka din adamı üstelik de reformcu kimliği ile tanınan Martin Luther, Münzer’i şeytanın aleti olmakla itham eder; prenslere müdahale için çağrıda bulunur. Luther’in muhalifliği de buraya kadardır çünkü!

Oysa eğer bir muhalefet dini siyasetten, ticaretten, fotoğraflara fon olarak kullanan zihniyetten beri değilse, o zihniyete karşı ses yükseltmiyorsa son demde kendisi de o fotoğrafın içerisinde yer alır. Bu kimi zaman bir saray sofrasında kimi zaman bir fetvada kimi zaman da kendisine bahşedilen mülkte, ayrıcalıkta da kendini gösterir zaten.

Aydın Tonga

Odatv.com

arşiv