“Trileçe” Balkan tatlısı mı

Salih Seçkin Sevinç yazdı...

Yeme içme ve beslenmeye dair o kadar çok doğru bildiğimiz yanlış var ki. Mesela trileçe bir balkan tatlısı değil ve “üç sütle yapılıyor”dan kasıt keçi, inek ve manda sütü değil. Yazımın sonunda trileçe ile ilgili gerçekleri açıklayacağım ama bu yazının asıl konusu, neden yeme içmeye dair bize söylenen ve ilk duyduğumuz bilgiye inanma eğiliminde olduğumuz...

Fakat önce beslenme üzerine doğru bildiğimiz yanlışlardan biraz daha bahsedeyim. Sonra nedenleri üzerinde duralım.

Mesela;

“Süt ülseri tedavi eder.”

“Vitaminler meyvenin kabuğunda bulunur.”

“Yoğurt her derde devadır.”

“Filtre kahve espressodan daha hafiftir.”

“Balık fosfor içerdiği için hafızaya iyi gelir.”

“İstiridye afrodizyaktır.”

“Dondurulmuş gıdalar taze gıdalar kadar besleyici değildir.”

“Meyve öğün aralarında tüketilmelidir.”

“Ayçiçek yağı zeytinyağından daha hafiftir ve kalorisi daha düşüktür.”

“Yumurtanın sindirilmesi zordur.”

“Öğünlerde su içmek gerekir.”

“Kırmızı şarap kan yapar.”

“Öğün sonunda alkol almak sindirimi kolaylaştırır.”

“Limonlu su içmek sağlığa yararlıdır ve kilo verdirir.”

“Ne kadar çok vitamin alırsam o kadar iyi.”

“Arı sütü ve propolisin besin değeri yüksektir.”

“Ekmek yerine kraker ve grissini yemek kilo vermeye yardımcı olur.”

“Çok kahve içmek kilo vermeyi kolaylaştırır.”

“Beyaz et kırmızı et kadar besleyici değildir.”

Bu mitler böyle uzar gider ve yukarıda saydıklarımın hepsi yanlıştır.

BULUNURLUK HATASI

Beslenme sıradan bir şeymiş gibi algılanır. Ne de olsa günde iki/üç öğün buluştuğumuz yemek konusunda bilimsel eğitim almış olsun ya da olmasın herkes söz sahibidir. Bir yemekle ilgili herkes kesin değerlendirmelerde bulunabilir ve kendi görüşlerini tartışmasız hakikatlermiş gibi anlatabilirler.

Yani demem o ki yemek konusunda hemen hemen herkes dogmatik düşünür.

Mesela “Menemen soğansız olur.” önermesinin arkasında duran herkes soğanla yapılan bir menemeni asla “menemen” olarak kabul etmez. Lakin işte insanoğlu tam da bu noktada gol yer!

1950’li yıllarda Akdeniz beslenme modelinin sağlığa yararlarını ortaya koyan çalışmalar yürüten Amerikalı ünlü araştırmacı Ancel Keys, ne kadar temelsiz olursa olsun, yeni bir beslenme tezini ortaya atmak için tek bir gün yettiğini ama sonra onu insanların zihninden silebilmek için on yıllarca karşıt bilimsel kanıt bulup öne sürmenin yeterli olmadığını yazmıştır.

Bizdeki deyişle “Delinin biri kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış.”

Ayrıca 2000’li yıllardan sonra internet kullanımının da yaygınlaşmasıyla beslenmeye dair propagandalar, gıda devleri ve ilaç firmaları tarafından bilinçli olarak ortaya çıkarılmıştır. Belirli bir ürünü, ilacı tanıtmak için kasten dolaşıma sokulmuş sözde “modern” tezler, ortaya atılan iddialar hep kapitalizm uğruna bilinçli olarak servis edilmiştir. Soner Yalçın hem Saklı Seçilmişler, hem de Kara Kutu kitaplarında bu konuları detaylı bir şekilde irdelemiştir.

Kısacası beslenmeyle ilgili bir bilgi size aktarıldığı an onu “Bulunurluk Hatası” yani göz önünde olunan ilk bilgi olmasından ötürü kabul edersiniz. Hiç şüphesiz bunun bir nedeni de beslenmenin hepimizin yumuşak karnı olması... Zamanla halkın kabul ettiği yanlış bir bilgiyi de çürütmek inanılmaz zordur ve bu ancak büyük bir şok ardından gelen aydınlanma ile mümkün olabilir. Zamanla halkın sesi yanlış bile olsa genel teamül olmuştur.

Latince “vox populi, vox dei” bize “Halkın sesi, Tanrı’nın sesidir” der.

Stuart Sutherland İrrasyonel isimli kitabında en temel seviyeden en ölümcül seviyelere kadar insanoğlunun nasıl gerçekdışı olana bağlandığını ve onu nasıl rasyonel bir veri gibi ele alarak hata yaptığını detaylı bir biçimde anlatır.

Bulunurluk hatasına da hemen hemen kitabındaki her bölümde bahseder.

Bulunurluk Hatasına dair en güzel ve acımasız tanımlardan birini ise Arthur Schopenhauer yapar;

“Gerçekten de insanlar, genel kabul gördüğüne inandırıldıkları bir fikri ne kadar saçma olursa olsun, kolayca benimserler. Onlar için ölmek düşünmekten daha kolaydır. Bir düşüncenin yaygınlığının bu kadar etkili olması çok gariptir, çünkü aslında kendilerine bakarak, böyle bir fikrin nasıl hiç akıl yürütmeden ve yalnızca örneği taklit ederek kabullenildiğini görebilirlerdi” der Schopenhauer.

Peki yazımın başında bahsettiğim “Trileçe” bir balkan tatlısı mıdır?

Size ufak bir ödev vereyim...

Google’a girin “Trileçe Nedir?” diyerek yazıp aratın. Beş dakikalık bir araştırma ile hakikate ulaşmış olacaksınız. Hem böylece örneği taklit ederek kabullenmekten uzaklaşacaksınız.

İyi haftalar.

Salih Seçkin Sevinç

Odatv.com

arşiv