Topçular her topa girilmeyeceğini iyi bilir

Marks kooperatif severdi... Nihat Genç yazdı...

Bir

Eski futbolcu Rıdvan ve Arda Turan ve Burak’ın evet kampanyasına bir videoyla katılmaları toplumun şimdiden hiç beklenmedik bir yerinden bölünmesi açısından endişe verici.

Oysa topçular her top’a girilmeyeceğini iyi bilir.

Milli futbolcu demek toplumun ortak değeri ortak sevgilisi demek.

Demek ki bu şöhreti kaldıran var kaldıramayan var.

Ve Rıdvan ve Arda’yla başlayan bu kampanya diğer topçuları da evet-hayır’a zorlayacak.

Hakan Şükür felaketinden ders çıkartın.

Yetenekli çocukların genç yaşta sahip oldukları şöhreti ve milyon dolarları onlara zehir zıkkım etmeyin.

Genç futbolcuları evet ve hayır’a mecbur bırakmayın, sıkıştırmayın, onları siyasetimize alet etmeyelim.

Siyasi iktidarın bir büyük siyasetinde figüranlık yapmak milli topçulara yakışmaz, yarın bir gün ‘yaptık bir eşeklik’ ‘gençtik aldandık, Rıdvan ağbinin gazına geldik’ gibi özürler kimseyi kurtarmaz.

İstediğiniz kadar milyon dolarınız istediğiniz kadar şöhretiniz olsun, halkın gözünden gönlünden düşen bir daha kendine gelemez.

Tam aksine ‘kişilik’ gösterin ve girmeyin bu topa.

Sizler şöhretinizi ve milyon dolarlarınızı alnınızın akıyla kazandınız, iktidarın önünde eğilmek ve İslamcı iktidara teslim olmak, yakışmaz size.

İNSANLAR KORKUDAN METROYA GİDEMİYOR SOKAĞA ÇIKAMIYOR

İki

Trump haklı beyler.

Sovyetler’in çöktüğü 1989’a gidelim. Dünyada yer yerinden oynadı ve soğuk savaş sona erdi.

Şaka gibi, gizli KGB ve CIA ve MI5 ve 6’nın ajanları yüzlerini gösterdi, bir büyük festival gibi eğlenceli bir ihtilal yaşadı dünya, ajanlar kucaklaştı, birbirleriyle güle oynaya ve kameralar karşısında nihayet açık suratlarıyla toplantılar yaptılar.

Bir hatırlayın, bu gizli örgütler birbirlerini izlemek için ne ilginç ve akla seza güvenlik tedbirleri geliştirmişlerdi, gözlerinizin önüne o yılların ajan filmlerini getirin, birbirlerine sızmaları önlemek köstebekleri deşifre için ne büyük ne masraflı güvenlik yatırımları yapmışlardı.

Soğuk Savaş sona ermiş ve yepyeni bir rüzgar esiyordu.

Soğuk savaş’ın bittiği bu anı gözlerinizin önüne getirin ve hayal edin.

Orada o an ne oldu da Amerika dünyaya büyük bir savaş açıp Libya Suriye Irak Afganistan vs. ülkeleri kan gölüne çevirmeye başladı.

Tarih Bitti, tezleri, Dinler Medeniyetler Savaşı’nı ve ABD’nin tek ve en büyük imparatorluk olarak dünyanın jandarmalığı tezlerini, kimler harekete geçirdi?

Hem dünyaya savaş aç hem de Avrupa Birliği’ni kurup ülkeler arası pasaportsuz geçişlere başla, olacak aptallık mı, teröristler sınırlardan vızır vızır geçmeye başladı.

Bugün Avrupa’da Amerika’da insanlar korkudan metroya gidemiyor sokağa çıkamıyor, her an havaya uçurulacağız korkusu kol geziyor.

İnsanlık tarihinde bu kadar büyük güvenlik endişesi yaşamadı.

Soğuk Savaş’ın bitmesini fırsat bilen şu neo-con denilen yeni sağcı muhafazakar liberaller yirmi yıl gibi bir zaman içinde dünyayı yaşanmaz hale getirdiler?

Söyleyin, Soğuk Savaş’ın bitiminden bugüne insanlığın başına gelen felaketleri ‘eleştirecek’ bu deliliğe dur diyecek kim kaldı batı topraklarında?

Soğuk Savaş’ın bitimiyle pekala dünyalılar kendilerine yepyeni çok daha özgürlükçü bir dünya kurabilirlerdi, devirmek istedikleri değiştirmek istedikleri rejimleri, pek tabii çok daha yumuşak, kültürel ve diplomatik güçleriyle yapabilirlerdi?

Soğuk Savaş’ın bitimini fırsat bilip sivil toplum kuruluşlarının her birini ajan karargahı haline getirip, ülke ülke turuncu devrim sattılar, gaza gelmeyen helak olmayan ülke kalmadı.

Hatta bizim gibi ülkelerin sözüm ona liberalleri dahi mesela Amerika Irak’ı bombalarken Amerika’nın savaş makinelerini ekranlarımızdan yirmi yıl boyunca alkışladılar.

Siyasette öne çıkabilmek için bu sivil toplum örgütlerine kuyruğa girdiler, yirmi yıl boyunca kesintisiz toplantılar, TESEV’ler Abant’lar, her biri düzenli olarak ‘etnik-mezhep’ ve ‘özgürlük’ vurgulu bildiriler yayınladılar.

Amerika’nın vahşi kıyamet savaşlarının adını ‘özgürlük savaşı’ koydular.

Ve sonuç, buyurun yeni dünyanıza, bir tarafta Trump bir tarafta Putin ve Erdoğan.

Ve korkudan sokağa çıkamayan İNSANLIK.

Ve bugün hiçbir devlet ve gizli servis, bu güvenlik krizini aşacak güçte değil.

Ve dünyanın yeni canavarları canlı bombaların hiç biri soğuk savaş yıllarının ajanları gibi ‘centilmen’ hiç değil.

Soğuk Savaş bittiğinde dünyayı sahipsiz gören Batılılar hiç kimseye hesap vermeden hiçbir uluslararası kurumu takmadan gaddar vahşi savaşlarına başladılar. Ve hiç kimse terörizmin bu denli bir kıyamet savaşına dönüşüp kendi topraklarında kendi halklarını vuracağını hesap edemedi.

Trump’u ben de hiç sevmiyorum, ama, dünyayı içinden çıkılmaz bu deliliğe sürükleyenlerin Trump’a karşı bu hareketlerini de samimiyetsiz ikiyüzlü buluyorum.

Şimdiki gençler bilmez, Soğuk Savaş sonrası bu ülkede, bu kıyamet savaşının teorisini hazırlayan Brezinski, Fukuyama, Huntington vs. ve, ülkemizin manşetlerine yerleşmiş AB ve ABD menşeli komiserlerin yorumlarından alıntılanan onbinlerce evet onbinlerce sayıda köşe yazıları döşendi.

Bu öngörüsüz ve dar kafalı yazarlar hala içimizde ve çoğu bugün Tayyipçi, (Barlas, Çandar gibi)

Bu dünyayı cehenneme çeviren dar kafalı ve öngörüsüz yazarların bir çoğu hapiste, (Altan kardeşler, Eser Karataşlar).

BANKALAR VE TAVUK DÖNERCİLER YANYANA

Üç

Sürekli yağmayla bir toplum yaşayamaz.

Yağmayı bölüşmediler başkalarına zırnık koklatmadılar.

Sürekli yağmanın kalıcı siyaset haline gelmesi için mutlakiyetçilik-padişahlık şarttır.

Ekonominin halini sokaklarımız anlatıyor.

Herhangi bir sokağımıza girin: bir banka yanında bir tavuk dönerci. Yanında bir banka ve yanında bir tavuk dönerci daha.

Diğer sokağa girin, bir banka yanında yine bir tavuk dönerci.

Tavuk dönercilerle bankaların bu yan yana kolkola ‘sevgili’ hali-fotoğrafları nedir?

Zenginlikleri yağmayı iktidarı bölüşümü anlatan bir fotoğraf: bankalar ve tavuk dönerciler yanyana.

SOL HAREKET KOOPERATİFLERDE GÜÇLÜ OLSAYDI DARBELERE KARŞI DAHA DAYANIKLI OLURDU

Dört

Marks sendikalardan çok kooperatifleri severdi. Çünkü sendikalar sadece emeği temsil eder, ve sendika sadece işçi aidatıyla yaşar ve sermaye patronun elindedir.

Oysa kooperatif öyle değil, üretim ve sermaye kooperatife üye olan herkesindir.

Türkiye’de 1980 öncesi sol hareket güçlü sendikaların elindeydi, ancak, bir cunta emriyle kapatıldı ve elde var sıfır.

Denebilir ki sol hareket kooperatiflerde güçlü olsaydı darbelere karşı daha dayanıklı olurdu, çünkü, üretim ve sermaye, cuntanın emriyle el değiştirirdi ama bu kadar kolay elden çıkmazdı.

1980’li yıllardan sonra sağ muhafazakar oyların menbağı esnaf dernekleri hemşehri dernekleri ve cemaat ve tarikat yapılarına iyi bakın.

Bu sağcı yapılar aidatla yaşayan sendikadan çok ortak iş ve ihale havuzuyla kooperatiflere daha çok benziyor. Bir şekilde üretim ve sermaye kendi içlerinde.

Tarikat, cemaat, hemşehri ve esnaf derneklerinin ‘ortak havuzlarına’ iyi bakın Türkiye’deki sağ muhafazakar oyların gücünü kaynağını iyi görün. Bütün bu sağ yapılar içinde bir sermaye ‘ortaklığı’ var.

Bir de solcu, sosyal demokrat, sosyalist, muhalif yapılara iyi bakın, hepsi ‘aidat’la yaşıyor.

Bir dergi aboneliği bir dernek üyeliği gibi bütün muhalif yapılar ‘aidat’ gücüyle ayakta duruyor.

Ya da ücretli maaşlı kesimler.

Sermaye sağ yapılarda, ücret ve aidat sol yapılarda.

Aidatla hangi tv kanalını kuracak hangi muhalif gücü oluşturacaksın?

Ki, bu cemaat ve tarikatların 80’li yıllardaki gelişimini iyi izleyin, aynı yerden alışveriş ettikleri sermayeleri kendilerinin büyük mağazalarla işe başladılar. Geliri bir kooperatif gibi üyelerine bölüştürmediler ama sermayenin açtığı siyasi yollarla devletin makamlarını üyelerine bölüştürdüler.

Şimdi soralım, evet-hayır referandumunu kim kazanır?

Gazete dergi dernek üyeliği aidatları mı, sermaye mi?

‘ÇOBANLIK’ REJİMİ ÇOKTAN BAŞLADI

Beş

Cumhuriyet’in yerine ‘çobanlık’ rejimi çoktan başladı.

Başbakanımız, başbakanlık koltuğu için binali feda olsun deyip koltuğunu babasının malıymış gibi bağışlıyor.

Başbakanlık makamı babasının sığırı mı ki bağışlıyor?

Bir insanın başka bir insana kahyalık rençberlik marabalık etmesini önleyecek bir yasa yok, isteyen keyfince ve meşrebince istediğini yapar.

Ancak ‘başbakanlık’ makamı Binali beyin babasının sığırı değildir?

Çobanların da hakkını yemeyelim, çobanlar dahi köylünün koyununu köylünün rızasını almadan kimseye veremez.

Sayın Binanali Bey, Tayyip bey’e kellenizi armağan edebilirsiniz, kendi malınızı servetinizi pekala bağışlayabilirsiniz, ama, Başbakanlık’ı birine vermek gibi bir hukukunuz ve hakkınız yok.

Fedakarlığınızı ve liderinize aşkınızı devletin makamı ve milletin malı üzerinden değil, daha bireysel fedakarlıklarla gösterin.

Mesela, ailenizin ve kendinizin bugüne kadar kazandığı malı-serveti halkın huzurunda bağışlayın da görelim.

TIPKI İNGİLİZ İÇ SAVAŞI TIPKI FRANSIZ İHTİLALİ GİBİ

Altı

Korkuyla dayatılan bir sözleşmeyi toplum uzun süre kabullenemez.

Cumhuriyet-hukuk değerleriyle şimdi yürürlükte olan sözleşme düştüğünde toplum artık kural tanımaz devlete karşı kendini sorumlu hissetmez.

Cumhuriyet-hukuk değerleri sona erdiğinde toplum ‘kapsama’ alanı dışında kalır.

Bu cumhuriyetçilikle kralcılar arasındaki bir savaştır, tıpkı İngiliz İç Savaşı tıpkı Fransız İhtilali gibi. Kralın otoritesiyle devletin otoritesi aynı olduğu zaman ‘devlet’ düşer.

Anayasal yurttaşlık hakları kralın ağzına keyfine ve ‘vaatlerine’ indirgenemez.

Devletin ve hukukun ıskartaya çıkartılması kabul edilemez.

İhaleci tüccarlar ve akraba ve yandaşlarıyla oluşturulmuş çıkar sahiplerinin birliğine ‘devlet’ denemez, mafyatik aile denir.

Ey yandaşlar unutmayın, daha önce iki tane anayasa referandumu yapıldı, ilkini Kenan Evren kazandı, hem toplum kaybetti hem kendi helak oldu.

İkincisini yetmez ama evet anayasasıyla hem AKP hem cemaat kazandı, hem Fetö kazandı hem toplum kaybetti ve Fetö ve yüz binlerce insan helak oldu.

DEVRİK DİKTATÖR LİDERLERDEN DERS ÇIKARTIP BAVULUNU HAZIRLASIN

Yedi

Demokrasi insan bedeni gibidir, kalp, beyin, ciğer, hepsi ortak çalışır, sadece kalp sadece beyin bedenin görevlerini yerine getirmez, sadece beyin-kalbin çalışmasının tıbbi adı ‘bitkisel hayattır’.

Sanayici daha çok kazanmak için toprağı hoyrat kullanır ve çıkacak zehirli atığı nereye gömeceğini de bilemez. Hukuk’u hoyratça kullananlar bugün yüzbinlerce Fetö şüphelisini nereye koyacağını bilemediği gibi.

Tek bir insanın zayiatı dahi toplumu terörize eder.

Dereler yaylalar ovalar ve Fetöcü yüz binler keyfi ben yaptım oldu’nun kurbanları oldu.

Bugün de gönüllü zehirli atık adayları, kralları-padişahları için kendilerini yok sayıyorlar.

Kralın (padişahın) her şeyin sahibi olduğu asyatik üretim tarzına kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Bir hukuk devletini, İslamcılık ya da halifelik fantezileri ve yüksek oy ve hayal gücüyle ve kurban olmuş kitlelerle ele geçiremezsiniz.

İnsan-yurttaş-hukuk vs. hakları ve eşitliği modern dünyada su gibi hava gibi zorunluluktur.

Kesmeye kimsenin gücü yetmez.

Kesmeye kalkanlar henüz yirmi yıl geçmemiş devrik diktatör liderlerden ders çıkartıp bavulunu hazırlasın.

Birileri şunu kudurmuş İslamcılara anlatsın, diktatörlük kolay rejimdir, Demokrasi zor. Demokrasi kralın kolayca karar verip milleti toprağı serveti bir çırpıda heba etmemesi için devreye girdi. Bir tahtaya kırk çivi çakıp sağlamlaştırdı, bir kuralı bin ayrıntıya, bir sorumluluğu yüz ayrı kişiye, bir kasanın anahtarını on ayrı insana vererek, kolayca hırsızlığı kolayca beka kararlarını önlemek için.

Dediğiniz doğru diktatörlük daha kolaydır daha hızlıdır, demokrasi daha dolambaçlı ve daha yavaştır, ancak, ülkenin ve huzurun elden gitmesi de o kadar kolaydır.

SARAY DEDİKODULARI

Sekiz

AKP ve Fetö, önce sağ-merkez hanedanlığı yıktılar.

Şimdi yeni bir hanedanlık kuruluyor.

Halkın ortaya çıkabilmesi için hanedanlığın yıkılması şarttır.

Bu topraklarda bir halk oldu mu olmadı mı ciddi bir sorudur, aydınlanmış bir takım gruplar, elit topluluklar, örgütler, hep azınlıkta kaldı.

Biz tarihin kanunlarından gidelim, kralın-padişahın otoritesini paramparça etmeden ortaya çıkmış bir ‘halk’ yoktur.

Ulusumuz şeklen bir ulus muydu, yoksa, son yüz yılını sandık korkusuyla sağ-muhafazakar-dinci bir vesayet altında can çekişerek mi yaşadı, tartışmalıdır.

Aslında Tayyip Erdoğan, hanedanlığa giden yolu açarken aynı zamanda ulus’a giden yolu açıyor, çünkü ‘hanedanlık’ı yıkacak bir halk yoksa bir ulusumuz da yok demektir.

Bu topraklarda bir ulus varsa hanedanlık devrilecek.

Çünkü hanedanlık kör sağır kitlesini batılı emperyalistlere karşı savaştıramaz.

Çünkü hanedanlık askerini diri tutamaz, ve bürokrasisini organize edemez ve işbölümünü gerçekleştiremez.

Hanedanlıkla yıkılan sadece devlet değil ulus’tur ve işbölümüdür ve liyakattır ve herkesin hukuk karşısında eşitliğidir ve organizasyonun ortak aklı ve mühendisliğidir.

Ulus, bürokrasi, ekonomi, üretim, asker, tüccar, mühendislik, tapu dairesi, hepsinin organizasyonu ve işbölümü ve birbirlerinin denetimi ve dayanışmasıdır.

Hanedanlık-mutlakiyetçilik yapısı gereği arkasına bu ulus bilincini alamayacağı için sürekli çatışma-çekişme ve çürüme içinde olacaktır.

Saray dedikoduları, komplolar ve adam kayırma ve ayak kaydırmalarla siyasi belirsizlik çürümenin dibini bulur.

Dini bağlarla ulusun maneviyatını güçlendirmek varken İslamcıların tersine dini bağlılığı kullanıp ulus’u yıkması tam bir delilik hali ve kendi kıyametlerini hazırlamaktır.

Şu soruyu herkes kendine sorsun, işbölümü ve organizasyonsuz bir siyasi sistem yaşayabilir mi?

Ayrıca bir ulusu ortaya çıkartan ve birarada tutan milliyetçilik sanayi çağıyla ortaya çıkmıştır, hanedan ise tebaasını sadece dini bağlılıkla birarada tutar, ulusun ortak değerlerini romantize etmemiş insanları işbölümü ve organizasyon içinde çalıştırmak mümkün değildir.

Dini bağlılıkla işbölümü başka şeydir, dini bağlılıkla kariyer liyakat yıkılır ve organizasyonsuzluk baş gösterir, hatta dini bağlılıkla zorunlu askerlik hizmetini dahi yaptıramazsınız, 19. Asrın Osmanlısına bakın hacı hocaların askerlikten muaf tutulmak için ne numaralar çekip kendilerini imtiyazlı hale getirdikleri.

Modern toplumda askerleri hanedanın kızları ve ailesi ve serveti için savaştırmak mümkün değildir, üzgünüm ama bu rezil halin emareleri ortadadır, tarihimizde ilk defa şu an El Bab’ta elli subayımızın istifa dilekçesi verdiği söylenmektedir.

MARKSİSTLER DE ÜMMETE GİDEN İSLAMCILAR DA…

Dokuz

Sınıfsız toplum ütopyasıyla komünizme giden Marksistler de ümmete giden İslamcılar da ‘ulus devleti’ küçümsemiş hatta amaçları için bir ara aşama olarak görmüşlerdir.

Ulus, işbölümü, organizasyon ve tarihi varlığı ve bağımsızlığı ve folklörüyle duygusal zemini olan rasyonel bir siyasetin tezahürüdür, ulusun rasyonalitesini inşa eden modern hukuk ve insanlık değerleridir.

Marksisler bu gerçeği şimdi yeni yeni anlamaya başlamışlardır.

Yurttaşların bir toprağa bir tarihe bir millete ait olma düşüncesi-bilinci varoluşumuzla alakalı ilahi bir bağlılık, ve hiç tanımadıkları ve akraba olmadıkları insanlarla aynı işbölümü ve organizasyon içinde bulunmaları, insanlık adına çok yüksek bir siyasi çatıdır.

Hanedanlık-padişahlık tarım toplumunun dinidir, ulus, modern çağın.

Padişah imanı ve iman eden tebaayı buldu ancak ‘idrak’ eden insan bulamadı.

İdrak eden insanları ulus bulur, farkındalık yaratanları çeşitliliği ulus bulur, sorumluluk bilincini ulus inşa eder…

Kardeşlerim, şu ‘sorumluluktan’ gidelim, Cumhuriyet’i kuran Osmanlı’dır, sorumluluk duygusu üstlenecek askeri okulları açmıştır.

Zaten Osmanlı’nın çöküş nedeni mutlakiyetçilik yani saraya kapanmışlık yüzündendir, sorumluluğu üzerine almayan bir tebaa, sorumluluğu üzerine almayan sadrazamlar, sorumluluğu üzerine alacak padişahtan başka kimse yoktur.

Ulus, sorumluluğun ‘bölüştürülmesidir’, 25-30 gibi genç yaşta sorumluluk ve insiyatif alan genç askerler çok geçmeden alaylı hacı hoca takımının düşmanı oldular ve yıkılmakta olan imparatorluğun tek umudu oldular.

Ülkemizde halen süren laiklik yobaz kavgasının fitilini ateşlediler, oysa sorun, sorumluluğu insiyatifi, beceri, liyakat ve kariyer sahibi insanlar mı alacak, yoksa padişaha iman etmiş müridler hocalar alaylılar mı?

Cumhuriyet’i kuran güç, sorumluluk bilincini alan ve Kurtuluş Savaşı’nda işbölümü ve organizasyon başarısı gösteren askerlerindir.

PADİŞAHÇILIK SINIRLARIMIZ DIŞINDAKİ MÜSLÜMANLAR İÇİN EMPERYALİZMDİR

On

Osmanlı hem tebaası hem de hayalleriyle ölmüş dirilmesi mümkün olmayan bir halktır, modern toplum hukuk toplumudur ve işbölümü ve organizasyon becerisi gösteremeyenlerin bu dünyada yaşama şansı yoktur.

Bu işbölümü ve organizasyonun yerine ‘ümmetin birliğini’ ikame etmek mümkün değildir.

Bu romantik padişahçılık sınırlarımız dışındaki Müslümanlar için emperyalizmdir.

Bu romantik padişahçılığın adını siyaseten anmak bile Mısır’ın Irak’ın Suudlar’ın emperyalist diye kodladıkları Osmanlı’ya olan hınçlarını tazelemekten başka işe yaramaz.

Halifeliği güya hileyi şeriyeyle getirdiğinizde ve halifelikle ümmeti bir arada toplayamadığınız ve işler daha kötü gittiğinde ne yapacaksınız, artık suçu kime atacaksınız?

İşte o zaman biat ve kıyım çağı başlayacak, bitmeyen isyanlar bitmeyen ayaklanmalar çağı.

Kaçan kaçacak ve kaçamayanın kellesi vurulacak, emareleri bugünden ortadadır.

İSLAMCILAR HALİFENİN SADECE HARAÇ ALACAĞINI MI DÜŞÜNÜYOR

On bir

Hadi İslamcılığın halifelik fantezisini bir an ciddiye alalım, sınırlarımız dışındaki ümmeti ancak güvenlikleri koşuluyla halifeye bağlayabilirsiniz, sadece Mısır’ın ya da Suriye’nin güvenliği için Halife’nin ne kadar silah gücü ve askeri olmalı sorusu, Osmanlı’nın çöküşünü anlatır.

Osmanlı gelişen teknoloji ve sanayi çağına cevap veremediği için ümmetin güvenliğini güçlü ordusuyla iç isyanları bastıramadığı için parçalandı.

Yoksa bu aptal İslamcılar halifenin sadece haraç alacağını mı düşünüyor.

Sadece haraç emperyalist halifeye karşı milliyetçilikleri azdırmaktan başka ve etnik ve mezhep savaşları derinleştirmekten başka işe yaramaz, yoksa Suudlar’ın bugün sizi sömürgeye çeviren dolarlarını siz halifeliğin haracı olarak mı görüyorsunuz?

Bu saçma fantezilere İslamcıların da inandığını sanmıyorum, ortada sadece, bu padişahlığı yoksa güneydoğu vilayetlerimizin özerkliği için mi istiyorsunuz sorusu kalıyor, bu oyun içinde oyun mu sorusunu da, rica edelim Devlet Bahçeli cevaplasın.

ULUS, AKLIN ÖRGÜTLENMESİDİR, HANEDAN EŞ, DOST, AKRABANIN

On iki

Tarihte her dini iktidar.

İnsanların yoksulluğunu önemsemez. İş kazalarını önemsemez. Kimlik ve kişiliklerini önemsemez. Ölümü önemsemez. Her şeyi talih, şans, kader, imtihan, felek gibi kavramlarla açıklar.

Bugün bu felek siyasetinin bütün emareleri ortadadır.

Modern toplum insanı baştacı eder, kazası, iş güvencesi, fırsat eşitliği, konuşma tartışma katılım özgürlükleri, tazminat, bursu, kursu, yurdu, bütün bunların sorumluluğunu anayasal güvence altına alır.

Ve modern uluslarda din bireylerin dini sınırları içinde yaşar.

Şayet devletin dini olursa bireylerin diniyle devletin dini sürekli ve bitmeyen bir savaş halini alır.

Ulus, aklın örgütlenmesidir, hanedan eş, dost, akrabanın.

Padişahlık romantizmi dünündür, ulus bütün yurttaşlarını yarınlara hazırlar.

Kilise ya da dini iktidarda emirleri Allah yukardan kitabıyla verir.

Modern topumda meclisin ortak kararı her düşüncenin ortak katılımı ve tartışmasıyla alınır.

Kilise ya da dini iktidarda, birey yoktur yurttaş yoktur kul, mümin, tebaa vardır.

Başkalarına sorumluluk bilinci yoktur, herkes her konuyu padişahtan bekler ve Allah’a havale eder.

Allah affetsin, Allah bilir, Allah’ın takdiri, dini toplumların anayasasıdır.

Allah’ın gölgesi tabir edilen halifeler nedense tıpkı batılı feodal beyler gibi güce ve keyfiliğe başvurur.

Allah’ın gölgesi tabir edilen halifeler nedense batılı feodaller gibi ‘mülkün’ (vatan toprağının) tek sahibidir.

Kardeşlerim bu tarih dersi anlatmakla bitmez.

Kardeşlerim.

Eski Türkler sazı (tar’ı) yıldırım düşmüş ağaçtan yaparmış.

Yıldırım düşmüş ağaç daha mı güçlüdür, dertten daha mı iyi anlar, çığlığı feryadı daha mı incedir, tizdir, bilinmez.

Bildiğim, bizler de Cumhuriyet’i ‘yıldırım düşmüş’ ağaçtan yıldırım düşmüş topraklardan, yıldırım düşmüş saraylardan yaptık.

Üstelik 15 Temmuz’da bu İslamcı iktidarın ve hepimizin başına da bir daha aynı cehaletin ve aynı gafletin ve aynı çürümüşlüğün yıldırımı düştü.

Ve hala akıllanamadık.

Nihat Genç

Odatv.com

Topçular her topa girilmeyeceğini iyi bilir - Resim : 1

karl marks topçu referandum halife arşiv