TİP SEÇİM BARAJINA BAKIN NASIL DİRENDİ

Bülent Serim yazdı

Genel seçim günü yaklaşırken, siyasi iktidar ileri gelenlerinin belirttiği gibi Türkiye’yi ileri demokrasiye taşıdığımız (!) şu günlerde, ülkemizdeki seçim barajının demokrasiyle ne kadar bağdaştığının ortaya konulması, gerçeği gözler önüne sermek yönünden önemlidir.
Doğrudan demokrasinin uygulandığı tarih dönemlerinde olduğu gibi, temsili demokraside de seçmen eğiliminin parlamentoya tam olarak yansıması en ideal yoldur. Kuşkusuz, seçmen sayısının bunca arttığı ve siyasal eğilimlerin bunca çeşitlendiği günümüzde bu ideale ulaşmak güç, hatta olanaksızdır. O zaman, en uygun yöntemin bulunması demokratik toplum düzeninin gereğidir.
Söz konusu demokrasi olunca, kuşkusuz “temsilde adalet”in sağlanması, kaçınılmaz bir seçim ilkesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne var ki, Haziran 1983 ayında yürürlüğe konulan Milletvekili Seçimi Yasası’yla, 12 Eylül askeri yönetimi, tüm faşist yönetimlerde olduğu gibi, “yönetimde istikrarı”, “temsilde adaletin” önüne koymuş ve % 10 ülke seçim barajını kabul etmiştir. Ne yazık ki, sonraki yıllarda, oyların çoğunu alacağını hesaplayan ve sözde demokrasiyi savunan siyasal partiler de bu barajı kaldırmayı ya da değiştirmeyi düşünmemişlerdir. Tam tersine, 1995 yılında 4121 sayılı yasayla, Anayasa’nın 67. maddesine eklenen altıncı fıkrayla, yönetimde istikrar, temsilde adalet ile birlikte anayasal ilke durumuna getirilmiştir.
Anılan fıkrada, seçim yasalarının, “temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde” düzenleneceği kurala bağlanmıştır. Temsilde adalet ilkesi siyasal partilerin aldıkları oy oranında parlamentoda temsil edilmesini; yönetimde istikrar ilkesi ise, bu temsilde oyların aşırı bölünmesinin yol açacağı istikrarsızlığı önleyecek sınırlar getirilmesini gerektirmektedir. Aşırı bölünmenin neden olacağı “hükümetsiz kalma” sorunu, kuşkusuz ülke geleceği yönünden son derece önemlidir.
Seçimler demokrasinin “onsuz olmaz” öğesi olduğundan, iki ilkenin “bağdaştırılması” demokrasiye zarar vermeyecek biçimde gerçekleştirilmelidir. Yani yasayla öyle bir seçim sistemi öngörülmelidir ki, yönetimde istikrar sağlanırken adaletli bir temsilden vazgeçilmiş olmasın. Tek başına yönetimde istikrarı sağlayacak seçim sistemi temsilde adaleti yok edeceği gibi, barajsız bir sistem de yönetimde istikrar yönünden savunulması güç sonuçlar yaratabilecektir.
Siyasal eğilimlerin parlamentoya tam olarak yansımasını sağlayacak ideal bir seçim yöntemi, ne yazık ki henüz bulunamamıştır. Önemli olan en az yakınmaya neden olacak, seçmen iradesinin parlamentoya olabildiğince “uygun” yansımasını sağlayacak yöntemi kabul etmektir. Bu uygunluk, kuşkusuz anayasal uygunluğu da içermektedir.
ANAYASA’YA UYGUNLUK
Temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkeleri bağdaştırılırken, diğer ilgili anayasal kuralların da göz önünde tutulması zorunludur. Çünkü Anayasa’nın 11. maddesine göre yasalar, Anayasa’nın yalnızca doğrudan düzenlendiği kuralına değil, ilgili tüm kurallarına aykırı olamaz.
Anayasa’nın 67. maddesinde, yurttaşların seçme ve seçilme hakkına sahip bulunduğu, tüm oyların “eşit” olduğu belirtilmiştir. Yüksek barajlı sistemde ise, kimi yurttaşların (örneğin 2007 seçimlerinde 4,5 milyon seçmenin) oyları yok sayılmaktadır. Bu durum, oy vermiş olmalarına karşın seçmenlerin “seçme hakkının” ihlal edildiği anlamına gelmektedir.
Kuşkusuz seçimlerde kullanılan her oyun milletvekili çıkarması düşünülemez. Kimi oyların milletvekili çıkarmaya yetmemesi olağandır. Ancak olağan olmayan, oyların geçersiz sayılmasına ilişkin, takdire bağlı, yapay ve yüksek bir engel yaratılmasıdır. Böylece olağan seçim sonuçları yapay bir engelleme ile değişmektedir. Seçme hakkını zedeleyen de, hakkın özüne dokunan da bu yapay engeldir. Bu yapay engel aynı zamanda oyların “eşit” olmadığı sonucu yaratmaktadır. Çünkü kimi oylar parlamentoya yansırken, diğerlerinin sonuç yaratmamasına neden olmaktadır.
Anayasa’nın aynı maddesinde, seçimlerin “serbest”lik ilkesi çerçevesinde yapılacağı kurala bağlanmıştır. Seçimlerdeki serbestlik ya da “serbest oy” ilkesi, her seçmenin, hiçbir baskı altında kalmadan siyasal tercihini yapmasını, istediği siyasal partiye oy vermesini gerektirmektedir.
Bir olgu ya da eylemin serbest oy ilkesini zedelemesi için baskının mutlaka fiili ve maddi olması gerekmez. Seçmen istencine dolaylı müdahaleler de “serbestlik” ilkesini zedeleyici etmenlerdir. % 10 barajı, seçmeni, oyunu verdiği siyasal partinin barajı aşamaması durumunda oyunun boşa gideceği baskısına almakta ve onu barajı aşacağı bilinen bir partiye oy vermeye yönlendirmektedir. İşte bu yönlendirmeyi serbestlik ilkesiyle bağdaştırmak olanaksızdır.
Anayasa’nın 68. maddesinde, hiçbir ayrım yapılmadan, siyasal partilerin demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez öğeleri olduğu vurgulanmıştır. Her siyasal partinin kuruluş amacı, önce TBMM’nde sonra iktidarda söz sahibi olabilmektir. Bir siyasal partinin seçimlerde aldığı oyların değerlendirilerek ona TBMM’ne girebilme hakkının verilmesi yerine aldığı oyların başka partilere ikram edilmesi, siyasal partileri demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez öğeleri gören anayasal kurala aykırı düşmektedir.
Bu arada, Anayasa’nın 76. maddesindeki, 25 yaşını dolduran her Türk yurttaşına seçilme hakkı veren kuralın da gözden uzak tutulmaması gerekmektedir. Yani baraj sistemi, “seçilme hakkının” özünü de zedelemektedir.
Tüm bunlara karşın, Anayasa Mahkemesi’nin, bir önceki yazımızda üzerinde durduğumuz 1995 yılında aldığı ve % 10 barajı Anayasa’ya uygun bulan kararını anlamak ve bu karara katılmak olanaklı değildir.
Yüksek orandaki seçim barajının gerçek amacını yansıtması yönünden bir tarihi bilgiyi paylaşmak isterim. 27 Mayıs devriminden sonra çıkarılan ve 1983 yılına kadar yürürlükte kalan 306 sayılı Milletvekili Seçimi Yasası’nın 32. maddesi 20 Mart 1968 günlü, 1036 sayılı yasayla değiştirilerek, o tarihte de “seçim çevresi barajı” getirilmiş ve bunun da adına “engelli seçim sistemi” denilmiştir. Bu düzenleme, Türkiye İşçi Partisi Millet Meclisi Grubu tarafından Anayasa Mahkemesi’ne taşınmıştır. Dava dilekçesinin en ilginç yönü, seçim çevresi barajının neden getirildiğine ilişkin genel değerlendirmedir. Davacıya göre, çok partili siyasal düzenin özünü tahribe yönelik baraj düzenlemesinin amacı,
- Adalet Partisi iktidarının, hak etmediği, başka partilere verilmiş oylara sahip çıkarak tek başına iktidarda kalmasını sağlamak,
- Çoğunluğu elde ederek anayasayı (1961 Anayasası) geriye doğru değiştirmek,
- Küçük partileri tasfiye etmektir.

Bu gerekçeler bugün ısrarla uygulaması sürdürülen ülke genel barajı yönünden de aynen geçerlidir.

Bülent Serim

Odatv.com

tip seçim barajı arşiv