TEKEL GREVİNİN KÜRT AÇILIMI İLE NE İLGİSİ VAR?

Birkaç gün önce, ara sıra yaptığım gibi, Alman gazetelerini karıştırmak, ilginç bulduğum yazıların fotokopisini çekmek üzere Hannover Laipniz...

Birkaç gün önce, ara sıra yaptığım gibi, Alman gazetelerini karıştırmak, ilginç bulduğum yazıların fotokopisini çekmek üzere Hannover Laipniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Kütüphanesi’ne gittim. Karıştırdığım ve bazı yazılarına göz attığım gazetelerden biri de, Almanya’dan bir okuyucumla girdiğim tartışmada adı geçen “Junge Welt” gazeteydi. Nick Brauns adına, “solcu”(!) bu gazetede rastladım. Brauns, gazeteye Ankara’dan yazıyor. Görünen odur ki, yaptığı şey bizim anladığımız anlamda muhabirlik falan değildir. Peki nedir? Emperyalist güdülerle, “azınlıklar yaratma politikası” doğrultusunda kışkırtmaca!

Nick Brauns’un 16. -17 Ocak 2010 tarihli Junge Welt’te yayınlanan makalesinin başlığı, “Ya hep, ya hiç” (Alles oder nichts), alt başlığı ise, “Oturma eylemleri, protesto gösterileri, açlık grevleri: Türkiye’de tütün işçileri aylardır işlerini kaybetmemek için savaşıyorlar” şeklinde.
Başlık, okuduğunuzun gayet “solcu” bir yazı olduğu yanılgısına yol açabiliyor, ancak, okudukça, Nick Brauns’un solculukla uzaktan yakından ilgisi olmadığı ortaya çıkıyor. İlk bölümünde grevle ilgili genel bilgilerin verildiği yazının temel tezi şu: Tekel işçileri, grevin ilk günlerinde Türk milliyetçiliğini ön plana çıkaran pankartlar taşıdılar. Bunlarda, “Mücadelemiz, ekmek ve Türkiye sevgimiz için!” yazıyordu. Fakat daha sonra Kürt işçilerin müdahalesiyle bu pankarttaki “Türkiye” sözünü çıkarıldı ve pankarta, “Halkların kardeşliği için!” yazıldı. Bundan kasıt, Türkiye’deki halklardır. “Çünkü”, diye devam ediyor Brauns:
“Tekel işçilerinin yarısı, ülkenin Kürt bölgesinden geliyor. (...). Halay çeken işçilerin çoğu, özgüven içinde, Gerilla’nın dağlarda taktığı geleneksel siyah-beyaz Kürt poşularını takıyor. Son zamanlarda, Batı illerinde, Kürt kimliğini ortaya seren işçilere yönelik linç denemeleri oldu. Tek Gıda İş Sendikası’nın başkanı, önceleri milliyetçi bir hareketin üyesiydi; onun yardımcısı ise, Kürdistan’ın gizli başkenti olan Diyarbakır’dan geliyor ve belirgin bir Kürt şivesiyle konuşuyor. O, Meclisteki sol Kürt Partisi olan Barış ve Demokrasi Partisi’nin kendilerini ziyaret ettiğini vurguluyor. Kürt bölgesinden gelen bir sendika yetkilisi, ‘Bizim ortak Türk-Kürt mücadelemiz şövenizmi aşıyor’ diyor. Ve Karadeniz Bölgesi’nden gelen ve Laz azınlıktan olan bir işçi, ‘Bizim ortak mücadelemiz, Türkiye’nin gerçek demokratik açılımı olacaktır’ diye açıklamada bulunuyor. Bununla, hükümetin geçen yıl büyük vaatlerle sözünü ettiği ama henüz uygulaması görülmeyen ‘demokratik açılım’ı kastediyor.”
Yazısını, “Ya hiç kimse, ya herkes. Ya hep, ya hiç!” sloganlarını patlattıktan sonra, “Bertolt Brecht buna sevinirdi” diyerek bitiriyor Brauns.

Dünyada egemen güçlerin ideolojileri olarak zaten yürürlükte bulunan din, ırk, “insan hakları” ideolojileriyle aldatma taktiklerine, Brauns, “Brecht ile aldatma!” katkısında bulunuyor. Ona bu bağlamda söylenebilecek söz şudur: “Brecht’i ağzına en iyisi hiç alma, midene oturur! ‘Ya hiç kimse, ya herkes’ (Keiner oder alle) başlıklı müthiş şiirinde Brecht, işçilerin geldikleri etnik gruplardan mı söz ediyor?

Yukardaki satırları yazan (güya) “solcu” bir gazetecidir. İnsanın aklı almıyor!
Ama aslında olay o kadar da karmaşık değil: Bunların solculukla hiçbir alakaları yok. Hepsi Machiavellisttir; hepsi, Avrupa’nın Ortadoğu politikasının maaşlı neferleridir. Solcu olmadıklarını anlamak için derinlemesine araştırmaya da gerek yok. Kendinize şu soruyu sorun: “Ben Almanya’daki bir işçi grevi hakkında gözlem ve yorumlarımı yazacak olsam, o işçilere bakınca ne görürdüm?” Cevap, muhtemelen şöyle olacaktır: “Ekmek derdine düşmüş, dayanışmaları ve mücadeleleriyle bütün insanlığa hak arama dersi veren onurlu insanlar!”
Oysa Nick Brauns, o grevde (veya bir insanın yüzüne bakınca) insan-minsan gör(e)memesi için şartlandırılmıştır. Ona, orada, ırk, etnik veya dinsel fark vb. gibi ayrılıkları görüp “kaşıması” için iş ve para verilmektedir. Açlık grevi yapan işçileri haber yapsa, yazısına, “Türk midesi, Laz midesi ve Kürt midesi arasındaki açlığa dayanma açısından etnik kökenli farklar!” gibi sözlerle başlayacaktır muhtemelen.

Olay açıkça sırıtmaktadır: Brauns’un Kürtçülük bilincini belirleyen, ekonomik altyapıdır; yani, politik ve ekonomik çıkardır. (Marx’a saygılar). Kendinden yola çıktığı ilkel bir projeksiyonla orada insanlar/ işçiler değil, “ırklar” görmektedir. Aslında gözünün gürdüğü tek şey, kendisine görev verenlerinkiyle içiçe geçmiş kendi çıkarıdır. Ancak, ırkçılığı klavuz edinen diğer kargalar gibi o da hep tökezleyip düşecek ve burnu hiçbir zaman kandan kurtulmayacaktır.
*
Gert Höhler, Reiner Herrmann, Andreas Buro, Nick Brauns gibi yazarlar, sadece kendi çıkarları açısından baktıkları Türkiye’yi, töre cinayetlerinden, Fethullah Gülen’den, “türbanla üniversiteye sokulmayarak mağdur edilen kızlar”dan veya özellikle “Türklerin Kürtler’e baskısı”ndan falan ibaret sanma saplantısında ısrar etmekte, derin kültür ve tarih bilincine ve büyük devrimci potansiyeline rağmen bu ülkeyi emperyalizmin taşeronluğuna soyunmuş bir avuç Murtaza’ya (Orhan Kemal’e saygılar) indirgemektedirler. Bu tavırları, Almanya’yı, korumasız Yahudileri çoluk-çocuk demeden yaktıktan sonda, ABD ve Sovyet postalına el-aman dileyerek boyun eğen Nazilerden ibaret sanmak ve Gerdleri, Herrmannları, Andreasları veya Nickleri görünce tüm Alman toplumunun kolonyalist zihniyetli kişilerden ibaret olduğu yanılgısına kapılmak kadar yanlış bir şeydir.

KÖR NOKTA KÖŞESİ
Kara propaganda:

Hannover Leipniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Kütüphanesi’nde, Türkiye’ye ayrılmış bölümdeki kitapların “ezici” çoğunluğunu, “Kürt sorunu” ve “Ermeni meselesi” ile ilgili, önemli bir kısmı Türk(iyeli) Murtazalar tarafından yazılmış veya Türkiye düşmanlarınca kütüphaneye “telkin” edilmiş Türkiye karşıtı kara propaganda kitapları oluşturuyor. Bunlara bakarken, PKK kışkırtıcısı Andereas Buro’nun Türk(iyeli) Murtaza’larla birlikte yayınladığı, Bülent Tanör’e TÜSİAD tarafından sipariş edilerek yazdırılmış raporun Almancası ilişiyor gözüme: Üniversitede Türkiye’yle ilgili önemli kaynaklardan birisi olarak kullanılan bu kitapçıkta merhum Bülent Tanör, Türkiye’de Ordu’nun ekonomik gelişmeye nasıl olumsuz etkide bulunduğunu ve “Kürt sorunu”nun barışçı yollarla nasıl çözümlenebileceğini falan anlatıyor...
Oradan “vah, vah!” diyerek ayrılıyorum. Az ileride, profesörlerin veya öğretim üyelerinin seminerlerinde kullandıkları kitaplardan oluşan bölüm var. Orada da, Vamik Volkan’ın “Diplomasinin İflası” (Alm. Das Versagen der Diplomatie) adlı kitabını görüyorum...

Mehmet Şekeroğlu
Odatv.com

arşiv