Tayyip Bey hakikaten herkesle kucaklaşmak istiyorsa, önce...

Ayşe Baykal yazdı

Son iki haftadır söyleşilere yer verdiğimden, seçim sonrası değerlendirme yazılarına ara verdim. Genel seçim havasında geçirdiğimiz yerel seçimler sonrasını gerek köşe yazarları gerek siyasetçilerimiz değerlendirmeye devam ediyor, edecektir de.

Ben Ak Parti’nin İstanbul ve Ankara’yı kaybetmesinin nedenleriyle ilgili yazı kaleme alan Sibel Eraslan’ın yazısıyla ilgili birkaç şey söylemek istiyorum.

Sibel Hanım, 14 Nisan tarihli yazısında; Saadet Partisi’nin, son mahalli seçimlerde özellikle İstanbul ve Ankara'da kilit rol oynadığını” belirterek; “Saadet'in oyları AK Parti'de olsaydı, bu son krizleri yaşamayabilirdik” vurgusunu yaptı.

Saadet Partisi ile Ak Parti’nin neden bir ittifak ya da ortaklık yapmadığına dair şu gözlemde bulundu;

Saadet inatçılık etti, gitti CHP ile ortaklık etti. Ama AK Parti de hatalıydı, Saadet'i yeterince ciddiye almadı, hatta zaman zaman kırıcı dışlayıcı oldu. Saçma sapan bir inat uğruna İstanbul ve Ankara'da bu depremi yaşadık.”

Sibel Hanım’ın gönlümdeki yeri ayrıdır. Sadece benim değil Refah Partisi kökenli siyasetçiler için de aynı şekildedir. Refah döneminde o zamanlardaki adıyla Hanımlar Komisyonu’nun başkanı olarak, uzun yıllar bana ve genç arkadaşlarıma başkanlık ve çok güzel ablalık yapmış bir insandır.

Onun gönlünde de İstanbul’un yeri başkadır, bilirim.

Ak Parti’nin, İstanbul ve Ankara’yı kaybetmesini eksik değerlendirdiğini ve -tabanda birçok ismin ablası olarak- seçim öncesi üstüne düşeni yapmadığını düşünüyorum.

24 Haziran Genel Seçimler öncesi Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Bey’le söyleşi yapmıştım. Kendisine “İttifak konusunda Saadet Partisi olarak Ak Parti’ye kapıyı ne tam kapatıyorsunuz, ne de tam açıyorsunuz. Bu durum kilit parti olmanızı pazarlık konusu edeceğinizle ilgili yorumlanıyor. Siz bu yorumlara ne diyorsunuz?” diye sormuştum.

Temel Bey, İttifak konusuna gelince eskiden bu koalisyondu, seçimden önce yapılan ittifaklar ise barajı açmak için yapılırdı. Seçimden sonra herkes kendi yoluna giderdi. Şimdi öyle bir durum yok ki, bir kişi seçilecek. Neyin ittifakı olacak? İttifak ancak bugünkü değerler üzerinden ilkeler üzerinden yapılabilir. Bizim ilkelerimiz çok net, başından beri aynı şeyi söylüyoruz. Ak Parti bizim ilkelerimizi kabul etmiyor ki, Biz iktidar olursak öncelikle kamplaşmanın önüne geçeceğiz diyoruz. Ama Ak Parti ‘Benimle olursan millisin, değilsen gayri millisin.’ Bu şartlarda nasıl ittifak yapabiliriz” demişti. Partilerinin kapısına kilit vurup AK Parti bünyesinde siyaset yapmalarının mümkün olmadığını da eklemişti.

“DUR” DEMEDİNİZ

Saadet Partisi’nin bu tavrı inat olarak değerlendirilir mi, bilmiyorum lakin siyaseti bir matematik hesabı olarak görmeyi doğru bulmuyorum. Sayısal olarak küçük bir partinin büyük olana dâhil olması gerekliliğini de etik bulmuyorum.

Evet; Ak Parti, Saadet Partisi’ni uzunca bir süre ciddiye almadı ama açıktan bir tavır da almadı. Nitekim birçok seçimde Saadet Partililer Ak Parti’ye oy verdi.

Fakat bu yerel seçim öncesi -Süleyman Soylu başta olmak üzere- Tayyip Bey, Saadet Partisi’ne ağır yüklendi. Bu durumu eleştiren yazılar da kaleme aldım. Bu ayrıştırmanın ve sert dilin kimseye faydası olmayacağını defalarca yazdım. Lâkin ne ilginçtir ki, eski arkadaşlarımızdan ve büyüklerimizden kimsenin sesi çıkmadı. Ne Sibel Hanım, ne Numan Bey bu ayrıştırmaya karşı çıkıp da “DUR” demedi. Hâlbuki bu isimler de gerek Tayyip Bey’e gerek Emine Hanım’a tabandaki rahatsızlığı çok kolay iletebilen/iletebilecek isimlerdi.

Ak Parti, İstanbul ve Ankara’yı kaybetmemiş olsaydı Sibel Hanım; Ak Parti Saadet Partilileri dışladı, kırıcı oldu eleştirilerini yapar mıydı, bilmiyorum. Öğrendiğim ve bildiğim tek şey, kaybedilen dostlukların bir oy kadar değeri olmadığıdır.

AK Parti’nin kabul etmesi gereken en önemli şey (dikkate alırlarsa), kendilerinden ayrılanların veya oy vermeyenlerin de bir onuru ve haysiyeti olduğudur.

Öyle bir tablo ortaya koydular ki; adeta partilerinden hangi sebeple olursa olsun ayrılan kişiler ölü taklidi yapsın, ortalıkta görünmesin, konuşmasın. Aynı çizgide olup kendi istediklerini yapmayan siyasi partiler başka hiçbir partiyle görüşmesin, yok olsun istiyorlar.

Bu ne insan fıtratına, ne toplum fıtratına uyan bir bakış açısı değil. Şımarık ve üstten bakan siyaset anlayışına son vermediği müddetçe, bir şeylerin değişebileceğini düşünmüyorum AK Parti açısından.

Tayyip Bey hakikaten herkesle kucaklaşmak istiyorsa, önce etrafına yakın olanlar tarafından örülen duvarları yıkmalıdır. Ki bu duvarların örülmesinde kendisinin de sorumluluğu vardır, bunu da unutmamalıdır.

Bu duvarları yıkmak için ise, öncelikle sudan sebeplerle insanları susturmaya veya terbiye etmeye (!) çalışanları susturması gerekmektedir.

Bununla birlikte; Saadet Partili ve Ak Partili siyasi kadronun din ve vatan üzerinden ihanetle suçlamalarının kendi tabanlarını yorduğunu, farklı siyasi görüşteki insanları tedirgin ettiğini de belirtmek isterim.

Siyaseti o kadar “Kendi insanımız” seviyesine indirgedik ki; bağımsız din insanı, düşünce insanı ve devlet insanı kalmadı.

Böyle devam ederse önümüzdeki yıllar seküler liderlerin yükselişine tanık olacağız. Ve bu da kaderin bir cilvesi olarak, dindar siyasetçiler sayesinde olacak.

Ayşe Baykal

[email protected]

Odatv.com

Ayşe Baykal odatv arşiv