Tarihi bir belgedir o

Odatv davası artık bir komediyi de geçti. Büyük “suçlamalarla” başlayan dava, Soner...

Odatv davası artık bir komediyi de geçti. Büyük “suçlamalarla” başlayan dava, Soner Yalçın’ın da son savunmasında belirttiği gibi, çocuklarımıza kadar indi. Onlar da babalarının veya annelerinin yaptıklarının (!) bedelini ödeyecekler. Ödettirilecekler.

Hanefi Avcı gibi devrimciliğin “d”sini bile tanımamış, hayatı boyunca kendisine gösterilen “devrimcilerin” peşinden koşmuş, onlara işkence etmiş bir polis, Devrimci Karargah Örgütü davasından yargılanan tek kişi.

Üstelik de asılları sokaklarda dolaşırken, Hanefi Avcı içeride…

Şimdi artık 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yapabileceği fazla bir şey kalmadı. “Zaman yeterli değil,” gerekçesine sığınarak, tutuksuz yargılananların hiçbirini dinlemedi mahkeme. Elindeki deliller, sanıkları mahkum etmeye de yetmediği için, geriye davayı Ergenekon ana davasına bağlamak ve bu işten sıyrılmaktan başka çare kalmıyor.

O zaman dava yıllarca uzayacak, içeride yatanlar için de bir ceza oluşturulabilecek. Dışarıda tutuksuz yargılananlar da böylece cezalandırılabiliecek.

Bu davalar, McCharty dönemindeki “Amerika’ya Karşı Çalışmaları Araştırma Komitesi”nin sorgulamalarından çok daha öte bir işkenceye dönüşmüş durumda. Amerika’da bu sorgulamalar yapılırken, en azından medyasında bu davaların “dürüstlüğünü, hukuksal çerçevede olduğunu, gerekli olduğunu” yazan naylon gazeteciler yoktu. Çığırtkanların sayısı, davaların siyasi olduğunu söyleyenlerden çok değildi.

Komite tarafından mahkemeye çağrılan Afriko-Amerikan, şarkıcı, atlet, tiyatro oyuncusu Paul Robeson’un savcı ve yargıçlar karşısındaki tutumu onu tarihe mal etmiştir.

Ülkü Tamer çevirisiyle İhanet Yılları adı altında yayımlanan mahkeme tutanaklarında Paul Robeson ile sorgu kurulu başkanı Richard Arens arasındaki diyalog şöyle başlar:

ARENS: Adınız, adresiniz, mesleğiniz?

ROBESON: Adım Paul Robeson. New York City’de oturuyorum. Adresim 16 Jumel Terrace. Oyuncu ve şarkıcıyım. Arasıra hukukla da uğraşırım.

ARENS: Amerika’ya Karşı Çalışmaları Araştırma Komitesi’nin çağrısı üzerine buraya gelmiş bulunuyorsunuz, değil mi?

ROBESON: Bir dakika. Ben de sizin kim olduğunuzu sorabilir miyim?

ARENS: Adım Richard Arens.

ROBESON: Göreviniz?

ARENS: Komite Sorgu Kurulu’nun başındayım. Buraya çağrımız üzerine gelmiş bulunuyorsunuz, değil mi?”

(….)

ARENS: Sovyet Haber Bülteni’ne bir yazı yazdınız mı?

ROBESON: Yazdım.

ARENS: Okuyorum: “Moskova’ya büyük yakınlık ve sevgi duyuyuorum. Gerçek bir insan olduğumu burada anladım.” Siz mi yazdınız bunu?

ROBESON: İşte bu konuyu… Adınız neydi sizin?

ARENS: Arens.

ROBESON: Bu konuyu ele alabiliriz. Şarkıcıyım ben… Dinliyor musunuz?

ARENS: Dinliyorum.

ROBESON: Bas’ım. Benim ilgimi çeken de, tenor Caruso değil, bas Şalyapin’di. Rus şarkılarını söyleyebilmek için Rusça öğrendim… Dinliyor musunuz?

SCHERER: Tanık soruya cevap versin.

ROBESON: Dinleyin.

BAŞKAN: Konudan ayrılmayalım.

ROBSON: Bu benim için çok önemli.

BAŞKAN: Siz o yazıyı yazdınız mı, yazmadınız mı?

ROBESON: 1934’de Rusya’ya ilk gittiğim zaman…

BAŞKAN: Yazdınız mı, yazmadınız mı?

ROBESON: 1934’de Rusya’ya ilk gittiğim zaman…

SCHERER: Tanık soruya cevap versin.

BAŞKAN: Sorumuza cevap verin.

ROBESON: Rusya’ya gittiğim zaman gerçek bir insan olduğumu anladım. Mississippi’de, Washington’da olduğu gibi, renk ayrımı yoktu orada. Gerçek bir insan olduğumu anladım.

SCHERER: Niye Rusya’da kalmadınız öyleyse?

ROBESON: Babam bir köleydi çünkü; halkım bu ülkenin kurulmasına katkıda bulunmuştu. Ben de sizler gibi bu ülkenin bir parçasıyım. Hiçbir faşist de beni buradan atamaz. Anlaşıldı mı? Sovyetler Birliği’yle dostluk istiyorum, barış istiyorum, Çin’le dostluk ve barış istiyorum, faşist Franco’yla dostluk ve barış istemiyorum, Nazi Almanyası’yla dostluk ve barış istemiyorum.

SCHRERER: Komünizmden yana olduğunuz için buradasınız.

ROBESON: Hayır, bu gibi komitelerin faşist görüşlerine karşı çıktığım için buradayım.

(…)

Soruşturma böyle sürer gider. Gelelim Cuma günkü Soner Yalçın’ın savunmasına:

Soner Yalçın’ın Cuma günkü savunması, Türk hukuk tarihine olduğu kadar, siyasi tarihine de ibret olacak bir belge niteliğindedir. Paul Robeson’un, Lillian Helman’ın savunması kadar ayakları yere basan, içinde büyük bir şikayeti, hukuksuzluğu dillendiren bir savunmaydı.

Umutsuzluğun bir sineği öremcek ağıyla kuşatması gibi bir haykırıştı Soner Yalçın’ın sesi, örümceğin ayak seslerini bile duymadan ölümle burun buruna getiren adaletin sessizliğiydi karşılık bulamayan.

Adaletin söyleyeceği bir şey yoktu Cuma günün Çağlayan Adalet Sarayı’nda. Söz Soner Yalçın’daydı, ama fark etmiyordu: Silivri’deki duvarlara konuşuyordu Soner Yalçın.

Nitekim duruşmanın sonunda savcı, sesi bile titremeden: “Tutukluluğun devamına” karar verdi.

Ama Soner Yalçın mahkemeye konuşmamıştı. O bütün Türkiye’ye konuşmuş, çocuklarımızın bile artık tehdit ve tehlike altında olduğunu söylemişti.

Kayıtlara geçmişti…

Sözleri durdurabilmenin sınırı da çoktan aşılmıştı.

Soner Yalçın’ın savunmasını bir kez daha okuyun. Bir kenara koyun ve ileride çocuklarınızın da okumasını isteyin.

Tarihi bir belgedir o çünkü.

Ve kimileri için de yüz kızartıcı bir belge…

Mümtaz İdil

Odatv.com

Tarihi bir belgedir o - Resim : 1

odatv davası arşiv