Başbakan Erdoğan: "Sus! Yoksa..."

Geçen hafta Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in tutuklu askerler için olağanüstü çaba gösterdiği, devletin zirvesiyle yoğun temaslar...

Geçen hafta Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in tutuklu askerler için olağanüstü çaba gösterdiği, devletin zirvesiyle yoğun temaslar gerçekleştirdiği, hatta yargıyla görüştüğü, 28 Şubat tahliyeleri ve Balyoz davasında Yargıtay Başsavcılık Tebliğnamesinde 67 subay için beraat istenmesinin bu çabaların sonucu olduğu duyuruldu.

Özetle, Özel herşeyi yapıyor, ama bunları kamuoyu önünde anlatmıyordu.

Özel’e devletin tepesinden destek üstüne destek geldi. Önce TBMM Başkanı Cemil Çiçek, konuştu:

“Sayın Genelkurmay Başkanı’nın bu konuda ortalığı velveleye vermeden çözüm bulunması için büyük çaba gösterdiğine ben şahidim. Gösterdiği yoğun çabayı ben biliyorum.”

Ardından Cumhurbaşkanı Gül, Özel’e yönelik eleştirilere tepki gösterip, “Özel’in TSK’nın hak ve hukukunun korunması konusundaki çabalarının şahidiyim” dedi.

Dün de Başbakan Erdoğan Türkmenistan’dan dönerken, hem İlker Başbuğ’un, “TSK daha ne kadar susacak?” açıklaması, hem de Özel’in gayretleri konusunda şunları söyledi:

“Başbuğ öyle bir açıklama yapmamalıydı. Genelkurmay Başkanım olarak beraber çalıştığımız ismi, terör örgütü yöneticisi olarak kabul etmem mümkün değil. En kötü ihtimalle tutuksuz yargılanması mümkün iken. Diğerleri için de söylemiştim. Bu herhalde en yüksek tonda bir sestir. Riski olan da bir sesti. Genelkurmay Başkanımız ne yapacak? Zaten bu tür açıklamaları yapma hakkına da sahip değil. Buna rağmen nasıl bir rahatsızlık içinde olduğunun en yakından ben şahidim. Hukukun dışına mı çıkacaktı? Herhalde bunu yapacak hali yoktu. Keşke o tür bir açıklamayı duygusallık içinde yapmasaydı. Çünkü daha süreç bitmedi. Bu tür açıklamalar yargıyı olumsuz istikamette tahrik de edebilir.”

Evet, bu açıklamalardan sonra İlker Başbuğ’un suçuiyice netleşti; Konuşmak!..

Zira Başbuğ da TSK’ya karşı yürütülen operasyonlar karşısında Özel’den farklı davranmadı. Devletin tepesiyle zirve üstüne zirve yaptı. Sonuç alamayınca da duygu ve düşüncelerini kamuoyuyla paylaştı. Ama “yargıyı baskı altına almakla” suçlandı.

Hani demokrasi, hani ifade özgürlüğü vardı?!.

Baksanıza, Başbakan Erdoğan hala Başbuğ’u konuştuğu için üstü örtülü tehdit ediyor. “Keşke o tür bir açıklamayı duygusallık içinde yapmasaydı. Çünkü daha süreç bitmedi. Bu tür açıklamalar yargıyı olumsuz istikamette tahrik de edebilir”in anlamı nedir?

PKK-KCK-BDP her Allah’ın günü teröristlerin derhal bırakılmasını emrediyor, iktidar üç ayda bir paketler çıkartıp, usul usul cezaevlerinin boşalmasını sağlıyor. Bundan rahatsızlık duyulmuyor, ama Başbuğ’un dün silah arkadaşları için nafile çabaları, bugün da maruz kaldığı hukuksuzluğu haykırması suç sayılıyor, öyle mi? Anlaşılan TSK, PKK’dan daha tehlikeli addediliyormuş da haberimiz yokmuş.

YURTDIŞINDAKİ ASKERLERİ KİM GETİRTTİ

Hadi Başbuğ’un suçu konuşmak, ortalığı velveleye vermekti diyelim. Peki ondan sonraki Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in suçu neydi de emekliye ayrılmak zorunda bırakıldı?

Koşaner’in tutuklu askerler konusunda kamuoyuna yönelik bir açıklaması olmadı. Hasdal’a silah arkadaşlarını ziyarete gittiğini duyduk, o kadar. Koşaner’in, aynen Başbuğ ve Özel gibi kapalı kapılar ardında devlet tepesiyle bu konuyu görüştüğünü, ancak görevden ayrılırken silah arkadaşlarına gönderdiği veda mesajından öğrendik.

Koşaner, “Bu durumu önleyemediği, yetkili makamlar nezdinde yapılan girişimler dikkate alınmadığı, dolayısıyla personelinin hak ve hukukunu koruma sorumluluğunun yerine getirilmesine engel olunduğu, bu şartlarda görev devam etme imkânının ortadan kalktığı için” TSK’ya veda ediyordu.

Yargıtay’daki Balyoz temyiz duruşmasında Avukat Celal Ülgen, tutuklu ailelerinin psikolojisinden bahsederken, şu ilginç ifadeleri kullandı:

“Ailelere hep umut pompalandı. Önce, ‘yurtdışındakiler de gelsin, tahliyeler olacak’ dendi. Yurtdışındakiler koşa koşa geldi, ama hiçbirşey olmadı. Ardından ‘savunmaları kısa tutun, tahliyeler olacak’ dendi. Sonuçta karar günü Silivri mezbaha yerine döndü.”

Acaba o umutları pompalayan, yurtdışındaki askerlere dönün emri veren kim veya hangi güçtü? Dönemin Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'di, o olmalı. Ancak Koşaner’in iktidardan habersiz, Cumhurbaşkanı Gül veya Başbakan Erdoğan’dan güvence almadan böyle bir talimat vermesi mümkün mü?

Başbakan Erdoğan’ın şu sözlerini hatırlayalım:

“Silahlı Kuvvetler mensuplarının tutuksuz yargılanması gerekir. Ben kolay kolay bir Silahlı Kuvvetler mensubunun bu ülkeden kaçacağına ihtimal vermiyorum... Hatta hatta NATO'da görev yapan, yurtdışında görev yapan personellerimizden bu süreç içerisinde olanlar, bakın çağrılmışlardır ailelerini bırakmak suretiyle gelmişler ve tutuklanmışlardır. Bu bir inceliktir. Bir hassasiyet var. Öyleyse tutuksuz yargılarsınız.”

Koşaner’in talimat ve çabalarının en azından Erdoğan’ın bilgisi dahilinde olduğu anlaşılıyor.

Öyleyse iki ihtimal var: Koşaner aldatıldı... Veya Erdoğan da ters köşeye yatırıldı...

Demek ki, suç veya sorun konuşmak, ortalığı velveleye vermek değil. Peki ne? Elbette, kurdun kuzuyu yemeyi kafasına koymasıdır. BOP, NATO ve PKK’ya uygun bir TSK’nın inşaa edilmesidir.

Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, Mamak ve Şirinyer’e kucak dolusu sevgiler

Müyesser Yıldız

Odatv.com

ilker başbuğ necdet özel AKP başbakan erdoğan arşiv