Summ-u Ebkem

SUMM-U EBKEM Belki böyle bir başlık hafızalarımıza yer eder de, kendimize gelir, üzerimize çökmüş olan bu kabusu, Sevr misali, parçalayıp tarihin...

SUMM-U EBKEM

Belki böyle bir başlık hafızalarımıza yer eder de, kendimize gelir, üzerimize çökmüş olan bu kabusu, Sevr misali, parçalayıp tarihin çöplüğüne göndeririz, diye düşündüm. Ümitsizliğe kapılmayalım, ama bugünkü işimiz Sevr'i parçalamaktan biraz daha da zor görünüyor. Bunun nedeni, Sevr'i topluma dayatan düşmanlar kanlı canlı varlıklardı, ellerinde silahlar vardı, halk durumu görüp anlayabiliyordu. Oysa günümüzde topluma içten içe Sevr'i dayatan yapı tanınamıyor, algılanamıyor. Hal böyle olunca da toplum "Sağır ve Dilsiz" kütleye dönüşüp, sessiz ve tepkisiz kalıyor.

Toplumu sağır ve dilsiz konuma iten koşul, doğal olarak tüm Cumhuriyet döneminin eğitim ve ekonomi alanlarındaki başarısızlığı kadar, yarım asırdan fazla zamanda inanılmaz bir sabır ve inatla çalışmanın yanında, yabancı dürtü ve desteklerle de güçlenen toplumu gericileştirme hainliğidir. Şöyle ki, Cumhuriyet ilanı ile, var olan koşullar nedeniyle Batı rayına oturtulmuş olan toplum, akılcılık ve özgürlük anlamında Batıya döndürülmeye çalışılmış olmakla beraber, maalesef, üzerinde sabırla işlenerek gericiliğe çevrilmeye çalışılmış ve neredeyse menzile az bir mesafe kalmış görüntüdedir. Şöyle ki, özellikle Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde, aydınlanma ve gelişme bağlamında "de jure" olgusunun "de facto" dokusuna başat kılınmaya çalışılması zamanla ruhunu yitirmiş, günümüzde ters dönerek, olgunlaştırılmış "de facto" dokusu, bu kez, siyasi erk kanalı ile "de jure" u oluşturma yoluna girmiştir.

SOSYALİSTLERE YAKIŞMADI

Cumhuriyet bir yönetim biçimi olarak mutlaka demokratik olma koşulunu barındırmaz. Cumhuriyet yönetiminin demokratik olması, yasa yapma ve uygulama merkezlerinde toplumun her kesiminin eşit koşullarla temsil edilmesi koşuluna bağlıdır. "Demokratik Devlet" ya da "Demokratik Cumhuriyet" olarak tanımlanan doku böyle bir şeydir. Cumhuriyet sözcüğünün insanların kalbine inşirah salması,temsilde demokratik olduğu şeklindeki örtülü algılamanın sonucudur. Cumhuriyet, bir anlamda sandıktır, ancak sandığın demokrasiyi simgelemesi toplumsal gelir dağılımı koşuluna bağlıdır. Zira, toplumda göreli karar ve icra güç dağılımı gelir dağılımı ile koşuttur. Başka bir deyişle, yasalarda hak sahibi olmak, hakkı kullanma gücüne sahip olmak anlamına gelmez. Kaldı ki, daha yapılış aşamalarında anayasalar ya da yasalarla hak ihdası dahi yasama organında demokratik temsili gerektirir. Parlamentoya baktığımızda Doğu ve Güneydoğu yörelerinde feodal baskı altında yaşayanlar, genelde emekçiler, işsizler ya da emekliler parlamentolarda ne oranda temsil edilmektedirler? Söz konusu yörelerden gelen milletvekillerinin hangisi var olan feodal düzenin değiştirilmesine yönelik bir yasa önerisi sundu ki parlamentoya? Hal böyle olunca, "cumhuriyet" ya da "demokrasi" vb gibi kavramları ekonomik koşullardan soyutlayarak, salt siyasal ve sosyolojik boyutta ele alınması, sosyalistlere yakışmayan, kapitalistlerin geri ekonomileri denetlemede kullandığı bir yutturmacadır.

İKİNCİ KONGRE EMPERYALİZME DAVET

Bu durumun örneğini gördüğümüz ileri kapitalist Batı ekonomilerinde ekonomik tahlile yönelinmeden salt siyasal ifadelerle yetinilmesi, söz konusu ekonomilerde gelir düzeyinin yüksek ve dağılımının görece olumlu olmasının temel haklarda sağladığı avantajlardır, ki böylece demokrasi kavramı sulandırarak, halklar kapitalizmin ikinci sınıf demokrasi düzeninde tutulabilmektedir. Geri ekonomilerde var olan gelir düşüklüğü ve dağılım bozukluğu koşulunda cumhuriyet yönetiminin demokrasiye yüzünü dönmesi beklenemez. Nitekim, beğenmediğimiz anayasalarda dahi bazı temel haklar sayılmış olmasına rağmen, bunlardan hakkıyla yararlanma halkın büyük bir bölümü için söz konusu değildir. İzmir'de toplanan Beşinci İktisat Kongresi, siyasilerin tüm şovlarına karşın, bu bağlamda, Türkiye'nin ulaşmış olduğu acı manzarayı gözler önüne sermiştir. Bir sosyalist kongre olmamakla beraber, Birinci İktisat Kongre delege bileşimi ile son Kongre delege bileşimi arasında dahi bir uçurum olduğu açıkça görülmektedir. Amele birliklerinin katıldığı ve isimlerinin değiştirilmesini dayatarak kabul ettirdikleri Birinci Kongre'den son Kongre'de eser yoktu. İşin içine katılmayan taraf ise "Sağır ve Dilsiz" leri oynamaktadır. Her ne kadar Batılara mesaj şeklinde yorumlanabilse de, Birinci Kongre Sevr'in yırtılıp Lozan'ın kabulünü sağlamışken, İkinci Kongre resmen emperyalizme davetiye çıkarma gösterisine dönüştürülmüştür.

KAFALARINI DEĞİL VİCDANLARINI ÖRTMÜŞLER

1923'den 2013'e geldiğimizde, kendi otomobilini dahi üretememiş olan Türkiye, belki Batılılaştı, ama bu Batılılaşma ülkenin ekonomik ve toplumsal yaşamda tekamülü şeklinde olmayıp, Batı'nın periferisinde olarak, onun etki ve denetiminde kalma şeklinde tecelli etmiştir. Zaman ve enerjisini ekonomi yerine gericilik üzerinde çalışarak geçirmiş olan ülkemizde durumu kamufle edebilmek için "muhafazakarlık" zırhına bürünen siyasiler, kolay oy avcılığına kaçarak, "de facto" gericiliği tedricen "de jure" konumuna dönüştürmeye, bu sürece de toplumun dokusuna uygun olduğu yaftası yapıştırmaya yeltenmektedir. Cumhuriyet dönüşümü ile çokça övündüğümüz çok partili yaşama geçimiz dönemden günümüze dek sabırla inşa ettiğimiz toplumun geldiği aşama işte budur! Lütfen düşünelim, emperyalistler neden bazı ülkelerde de cumhuriyet, yani halkın temsilcilerini seçebildiği meclisler oluşturmaya çalışmaktalar! Ne gariptir ki, emperyalizmin düşündüğü halk, kendi çıkarına bigânedir!

Baş örtüsü böyle bir yazıya konu olacak mesele değildir. Nitekim, başörtüsü işin zahiri boyutudur. Söz konusu hanımefendilere, gizliyi alenileştirdiklerinden dolayı teşekkür borçluyuz. Böylece, Sevr'i yırtmamıza yol açan görüntü artık netleşmiştir. Bu savı çürütmenin tek yolu, yasaların oluşturulduğu en yüksek karar mevkiinde sergilenen bu davranışın, kalpte yaşanan kutsallığın beyinde akılcılığa ve onun emrettiği eyleme dönüşmesi ve bu doğrultuda eyleme geçilmesidir. Bu hanımefendiler "hiç akıl etmezler mi ki" bu sorumluluk; günümüzün ekonomik koşullarında ülke içinde vatandaş hakkının temsili ve insanca yaşam koşullarının oluşturulması yanında, uluslararası düzlemde de emperyalist bir hegemonyanın ülkenin siyasetini yönetmesine engel olunmasını gerektirmektedir. Bunları yapamayanlar, sorumluluğunu yüklendiği vatandaşlara, onlar sormasa da, kalbinde ve vicdanında hesap veremeyenler, "summ-u ebkem" varlıklar kafalarını değil, vicdanlarını örtmüş, karartmışlardır.

Prof. Dr. İzzettin Önder

Odatv.com

Prof. Dr. İzzettin Önder arşiv