Sovyet Bilimler Akademisi'nde Türkiye'den ilk ben konuşmuştum

Daha önceki yazımda, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, Türkiye ve Sovyet Rusya arasındaki kültürel ilişkilerin nasıl başlayıp geliştiğini anlatmıştım...

Daha önceki yazımda, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, Türkiye ve Sovyet Rusya arasındaki kültürel ilişkilerin nasıl başlayıp geliştiğini anlatmıştım. Yazının Odatv’de yayımlamasını takip eden günlerde, Karadeniz’deki uçak kazasında pek çok Rus yurttaşının hayatlarını kaybettikleri haberini aldık. Aralarında, dünyaca ünlü Kızılordu Korosu’nun üyelerinin de bulunduğu, bu “elim” kazadan büyük üzüntü duyduk. Hepsini saygıyla anıyorum.

Rus yetkililerin yaptıkları açıklamaya göre, Kızılordu Korosu’nun küllerinden yeni bir koro yaratacakları haberini de aldık.

Kızılordu Korosu’yla ilgili yazımdan önce, Moskova’ya giden yazarlarımızdan söz etmiştim…

Sovyet Yazarlar Birliği tarafından, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Melih Cevdet Anday, Nevzat Üstün çağrılı olarak Moskova’ya gitmişlerdi. Aynı tarihlerde ben de, Moskova’daki Uluslararası Dostluk Evi tarafından davet edilmiştim. Ayrıca, Ankara Devlet Opera ve Balesi’nden balerin Meriç Sümen de Bolşoy’un konuğu olarak Moskova’da bulunuyordu.

6 CUMHURİYETİ GEZDİM

Moskova’daki çalışmalarım, sahne sanatları üstüneydi. Tiyatro, opera, bale ve fırsat buldukça konserleri izliyordum. Ünlü sanatçılarla görüşmeler yapıyordum. Bir aylık süre içerisinde 6 cumhuriyeti gezdim. Gittiğim her cumhuriyette, sahne sanatları ile ilgili gösterileri izledim. Moskova’ya döndüğümde, Moskova Bilimler Akademisi’nden bir davet aldım. Bu davet kapsamında bir söyleşi yapmam da rica ediliyordu.

Belirlenen tarihte Moskova Bilimler Akademisi’ne gittim. Bilindiği gibi, bu akademi, çok ayrıcalıklı bir kuruluştu. Onların büyük salonuna, Türkoloji’nin hemen hemen bütün profesör, doçent ve asistanları toplantıya gelmişlerdi. Akademinin seçkin üyeleri de oradaydı. Ruslar’ın her zamanki konukseverlikleriyle çok sıcak karşılandığımı da belirtmeliyim.

Yoğun kalabalığı gördüğümde çok heyecanlandığımı da söylemeliyim. Konuşma sırası gelince, bol çevirmenli bir söyleşi olacağını hemen fark ettim, çünkü Türkologlar’ın bu şekilde toplu olarak bir arada olmaları çok ilgi toplamıştı ve benim heyecanım da biraz buradan kaynaklanıyordu.

Söyleşinin daha çok bir konferans niteliğini alacağını düşündüm ve konuşmamın çerçevesini kısaca tanımlamaya çalıştım… Konuşmamın ilk bölümünde, ülkemin kültüründen, sanatından, edebiyatından söz edeceğimi belirttim. Türk Edebiyatı’nın başlangıç noktasını çok yaymadan (zaman kısıtlamasından dolayı), Halit Ziya Uşaklıgil, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile başlayarak, kısa bir özetle Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Kemal Tahir’den 3 Kemaller diye söz ederek roman bölümüyle tamamladım. Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz ve Sait Faik Abasıyanık’tan da kısaca söz ettim.

DARÜLBEDAYİ'NİN KURULUŞU

Sonrasında, Muhsin Ertuğrul’un Cumhuriyet Tiyatrosu’ndaki çalışmalarından başlayarak, Darülbedayi’nin nasıl kurulduğunu kısaca anlattım. Muhsin Ertuğrul, Darülbedayi’nin kuruluşunda da genç bir sanatçı olarak yer almıştı. Muhsin Ertuğrul’un Moskova’ya giderek, Rus tiyatrosunu yakından tanıdığını, Moskova Sanat Tiyatrosu’nda Konstantin Sergeyevic Alekseyev Stanislavski ve Vladimir İvanoviç Nemiroviç-Dançenko ile çalıştığını anlattım. Ayrıca, Aleksandr Yakovleviç Tairov, Meyerhold’un da aralarında bulunduğu, ünlü tiyatro insanlarıyla birlikte çalışmıştı. Sergei Eisenstein’la da sinema çalışmaları yapmıştı. Muhsin Ertuğrul çok iyi Rusça konuşurdu. Rus yazarlarından oyunlar çevirdi ve bu oyunları İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahneye koydu.

Cumhuriyet aydınlanması olarak, Mustafa Kemal Atatürk’ün Cebeci’deki, Devlet Konservatuarı’nın kuruluşunu, bizzat kendisinin nasıl gerçekleştirdiğini anlattım. Carl Ebert, tiyatro bölümü, Paul Hindemith de müzik bölümünün programını yaparken, Béla Bartók da halk müziği çalışmalarında bulunmuştu.

Bolşoy’da Rus operalarını izledim; Çaykovski’nin Yevgeni Onegin, Maça Kızı’nı. Nazım Hikmet’in Yuri Nikolayeviç Grigoroviç ile librettosunu birlikte yazdıkları Ferhat ile Şirin’in balesini (Aşk Masalı ismiyle bilinen) de izledim. Büyük ilgi uyandıran bu eserin müziğinin bestecisi Arif Məlikov’du. Bale dünyaca ünlendi ve gösterimleri yapıldı. Ayrıca, Çaykovski’nin Uyuyan Güzel, Kuğu Gölü, Fındıkkıran balelerini, Khachaturian’ın Spartaküs balesini izledim.

PEK ÇOK RUS YAZARLA TANIŞTIM

Rus tiyatrosunun seçkin örneklerini gördüm. Moskova Sanat Tiyatrosu’nda Çehov’un Üç Kızkardeş oyununu izledim. Çehov’un nerede bir oyunu olsa mutlaka gidip görüyordum. Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşleri’nin tiyatro uyarlamasını gördüğümü de konferansta paylaşacaktım.

Baltık Cumhuriyetleri’ni gezdim. Oradaki opera ve çocuk koroları ile ilgili izlenimlerimi de aktardım. Azerbaycan Opera ve Balesi ile maestro Niyazi Tağızadə yönetimindeki Azerbaycan Orkestrası’nın gala konserinde bulundum.

Pek çok Rus yazarla tanıştım, bestecilerle görüştüm. Dünya kukla tiyatrosunun önemli ismi Sergey Vladimirovich Obraztsov’la buluştum ve tiyatrosunda gösterisini izledim.

John Reed’in Dünyayı Sarsan On Gün adlı kitabının tiyatro uyarlamasını gerçekleştiren Yuri Petrovich Lyubimov’un, bir Brecht uyarlaması olan Sezua’nın İyi İnsanı’nı izledim. Bir de unutamadığım, ölümünden sonra isminin verildiği tiyatrosunda Yevgeni Vahtangov’un prömiyerini yapamadığı, Carlo Gozzi’nin yazdığı Turandot adlı oyunu gördüm. Commedia dell'arte üslubunda bir oyundu. Vahtangov kendi zamanında bunu, daha çok bizim geleneksel tuluat anlayışımızla sahneye koymuştu. 1967’de bu oyunu izlediğimde hayran kalmıştım.

Bu izlenimlerimi de aktardığım konuşmamı bitirdiğimde, aldığım tepkilerden büyük ilgi gördüğünü fark ettim. Sonra sorular ve cevaplara geçildi. Oradaki hocalar, Sovyet Bilimler Akademisi’nde Türkiye’den ilk defa birinin konuştuğunu söyleyip teşekkür etmişlerdi.

Hayati Asılyazıcı

Odatv.com

Sovyet Bilimler Akademisi'nde Türkiye'den ilk ben konuşmuştum - Resim : 1

Hayati Asılyazıcı arşiv