Sorumlu istifa etti ama hedef Albayrak değil

Prof. Dr. İzzettin Önder yazdı

İzmir depremi sonrasında herkes müteahhide ve denetim kurumlarına yüklendi. Evet, işin görünen yüzü budur. Müteahhit doğru çalışsaydı ya da denetim kurumları doğru denetim yapsaydı bunlar başımıza gelmezdi, bu acıları yaşamazdık. Ne var ki, bu kadar “eğer” koşul sözcüğünü kullanarak cümleye başlarsak Türkiye zaten başka bir ülke olur, siyasiler bunlar değil, başkaları olur ve yöneticiler de çok daha farklı olur vs. Eğer ile başlayan her cümle aslında şöyle bir mantık formatlamasını beynimize çakıyor. Aslında her şey çok doğru, ne var ki işleri yapanlar ya da siyasiler bazı yanlışlar yapıyorlar, ondan dolayı arızî aksaklıklar ortaya çıkıyor. Değerli okuyucular, izninizle, ben bu mantığa mutlak olarak karşıyım. Böyle bir şey yoktur! Zaten söylenen doğru olsaydı, aksilikler istisnai olay ya da durumlarda ortaya çıkardı. Ama hemen her iş veya oluşumda bir aksaklık varsa, bu durumu münferiden değil, bütünsel olarak ve iltisaklarıyla ele almak zorundayız. Böylece sivrisineklerle değil de, bataklıkla uğraşır, kurutabilirsek kuruturuz. Hemen şunu da söylemem gerekiyor ki, herkes yapılan her işte fevkalade doğru çalışıyor. Buradaki “doğru” sözcüğü ahlaklı ve dürüst anlamında olmayıp, sisteme uygunluğu anlamındadır. Siyasiler de, sanayici de hemen herkes de çok doğru, yani kendi anlayışı doğrultusunda salt çıkarına göre davranmaktadır. Bu işi lütfen böyle belleyelim.

MÜTEAHHİT ULUSAL GELİRİ NASIL ÇALIYOR

Şimdi gelelim müteahhit denen kapitaliste. Bu zat bir inşaat yapmış. Bu inşaatı düzgün yapmış olsaydı, diyelim ki bin 200 üniteye mal edecekti. Adam cimri falan değil, ama şunu hesaplamış olmalı. Bu inşaattan kaç daire çıkar, her bir daire kaç paraya satılır ya da kiraya verilir, bu durumda kâr ne olur? Bu hesabı aklımızdan yapabiliriz. Burada temel belirleyici faktör, açıktır ki kâr miktarıdır. Kârı yükseltmenin yolu ise, birincisi inşaat malzemesi fiyatını baskılamak, ikincisi ise kira ya da satış bedelini yüksek tutmaktır. Güzel de, müteahhit her iki piyasada da kafasına göre hâkim olamaz, zira piyasa koşulları müteahhidi aşar. O zaman da müteahhit malzemede nicel ve nitel ayarlamaya gider. Kötü malzemeye yönelir ve gereğinden az kullanır. Deniz kumu ve ince demir meselesi malzeme kalitesiyle oynayarak maliyeti düşürme çabalarının sonucudur. Buna da denetim kurumu karışır. Onu da imcelemek gerekir. O kurumda çalışan memur mu, özel müstahdem mi, maaş durumu nedir, işler iyi mi, kesat mı vs..vs.. O nedenle işin o kısmını bırakalım ve müteahhide dönelim. Müteahhit yapabileceği manevraları yaparak en çok kâr yolunu seçer. Yaptığı inşaat ilk anda ulusal gelire maliyet değeri ile katkı olarak girer. Satış değerini almadım, bunun sebebi satış fiyatına rant unsurunun dahil olabileceğidir. Her ne ise, diyelim ki, 1000 ünite maliyet fiyatıdır ve bu değer yapıldığı dönemde ulusal gelire katkı olarak girer.

Deprem olduğunda bu bina yıkılınca ulusal gelirdeki kayıp bina değeri kadar değil, daha yüksektir. Şöyle ki, müteahhit binayı daha düzgün yapmış olsaydı maliyet belki 1 200 ünite olacaktı, ama depremde kaybedilen 1 000 değer de korunmuş olacaktı. Bu demektir ki, müteahhit kâr hırsıyla 1 000 değeri ulusal varlıktan çalmıştır. Çünkü aynı binayı yapabilmek için bir kez daha, yani ikinci kez 1 000 değeri koyup bir de üzerine 200 değer koymalıyız. Müteahhit, doğal olarak bu işleri böylece kotardıktan sonra sığınacak siyasi örgüt ya da sair güçlü bir yer arayacaktır, muhtemelen bulmuştur da! Şu halde, müteahhit efendi bir miktar fazla kazanma uğruna ulusal gelire büyük bir yük yıkmıştır; ulusal gelirden çalmıştır. Adil bir yargılamada müteahhitten 1 000 ünite para da tahsil edilmelidir. Zira bir üretim işinde gereğinden az maliyet, tümüyle telafi edilemez net maliyettir.

Bu örnek hırsızlığın boyutunu ve gizlenme biçimini açıkça ortaya koymaktadır. Depremde 1 000 ünite zarar edilemeyecekti, eğer bina 1 200 değere yapılmış olsa idi. 1000 ünite duruyor olacaktı, ama müteahhit efendi o kârı edemeyecekti. Bu olay sistemik olaydır ve salt müteahhidin hilebazlığı ile anlatılamaz. Varsıl ülkelerde işlerin daha muntazam yürümesi bir ahlak meselesi olmayıp varsıllık meselesidir. Nitekim işler biraz sıkışınca ünlü bir otomobil firması da emisyon ölçümünde ayarlayıcı mekanizma sahteliğine girmedi mi? Geçmişte, bir Amerikan şirketinde olmayan kârlar dağıtılmadı mı? Varsıl ülkenin hırsızlığı doğal olarak görece geri ülkenin hırsızlığından çok daha farklı düzeylerde, tenezzül edilmeyecek düzeylere inmeden yapılabilmektedir. Çünkü ekonomi ve insanlar belli doygunluk düzeyine gelmişlerdir. Lütfen, müteahhit çok mu açtı, diye sorgulamayalım. Bir sistemde genelde yapılan işlemler ve yaygınlaşan davranış kalıbı zengini de, yoksulu da aynı şekilde etkiler ve içine alır. Hatta para ile çok ilgisi olmayanlar böyle sistemlerde daha düzgün kalabilir, diğerleri ise daha hırslı olur, çünkü paranın kokusunu almış ve hırsızlık deliklerini o hırsla araştırmış ve bulmuş olurlar.

SURİYELİ MİLYONLARI ASLINDA NEDEN ALDIK

Depremde can pahasına çalışan emekçiler yıllarca birikmiş alın terlerini ararken karşılarında sermayenin gölgesini bulmadılar mı? Aynı durum, yani varsılın davranış kalıbı burada da karşımıza çıkmıyor mu? Üretim sektörü gerekli çaba ve maddi manevi özveri ile buralara gelmediğinden dolayıdır ki, emekçilerin sırtına binmeye utanmıyor. Son vergi kolaylaştırma ve aflarına bakalım, kurumlar vergisinde yapılması tasarlanan indirimlere bakalım, sermaye bu payları ulusun dişinden tırnağından arttığı alandan alırken, kendi borcu olan emekçilerin kıdem tazminatlarına ve çalışma haklarına çökmeyi içine nasıl sindirebilmektedir? Çünkü verimsizdir, yüksek kârları devlet kanalından halka çökerek, emekçi kanalından da ücrete ve kıdem tazminatı vb gibi ödentilere çökerek sağlamaktadır. Müteahhit davranışının farklı boyutu burada da karşımıza çıkmaktadır. Ne var ki siyaset sermayenin yanındadır, emekçiler ise özel piyasa mantığı ile kendi kaderleri ile baş başadır. Verimsiz sanayi hırsızlığı depremde çöken bina gibi aleni görüntü sergilemez. Emekçilerin tek kozu da siyasette seçmen olmaktır, ama dostlarımız da her nedense bu alanda fazla verimli olamamaktadır!

Görevden alınan Merkez Bankası başkanı hiç üzülmesin ve yeni doktora çalışmalarına yönelsin. Atanan yeni başkan da hiç sevinmesin, çok yayılmadan koltuğun ucunda otursun. Bir yanda döviz kuru, diğer yanda verimsiz sermaye iki tarafı da keskin kılıç, bir de başlarında ne pahasına olursa olsun adeta iktidarda kalmaya yemin etmiş ve işlediği her suça bir günah keçisi yaratmaya muktedir bir iktidar var! İş kolay değil. Faiz düşerse döviz yükseliyor, sanayi girdilerine yük bindiriyor, zaten verimsiz sanayi daha da kötü duruma giriyor, halk ayağa kalkıyor, işsizlik daha da büyüyor, enflasyon tetikleniyor, vs. Faiz yükselirse döviz biraz geriler(?) fakat ihracat baltalanabilir, cari açık daha da büyür ve sıcak para gereksinimi artar, yine faiz sarmalına döneriz.. Bu durum da verimsizliği belirtisidir. Zaten dış ticaret devamlı eksi bakiyede. Çok basit gözle bile sanayi yapısının nasıl köhne olduğu açıkça görülüyor. Suriyeli milyonları sadece şefkatle mi aldık, yoksa verimsiz sanayide biraz sömürü yükselsin diye mi! Ana akım iktisat öğretisine ayet gibi sarılmışı da, Marksizmi ’ı niçin iktisat fakültelerinde okutmuyoruz ki? Çünkü kapitalizmin hırsızlığına ve insan dışı sürecine karşı beyinleri uyuşturarak anlamayalım; Marksist düşünce sistemi ile ekonominin MR’ı çekilip, ciğerinin çürümüşlüğü görülmesin diye.

Meseleye bir de şu açıdan bakalım. Kıdem tazminatı acaba nedir, kökeni ve felsefesi neye dayanır? Yanıt çok açık, kıdem tazminatının kökeni sömürüye dayanır. Patron istihdam ettiği emeğe tüm hak edişini ödemez; ödediği ücret gerçek hak edişin ancak bir bölümüdür. Ücret ödemesinden sonra geri kalanı patron kâr olarak mülkiyetine geçirir. Bunun içinden bir bölümünü kıdem tazminatı olarak emeklilik döneminde öder. Yani, emekçinin kendi hakkını patron alıkoyduktan ve faiziyle kullandıktan bir süre sonra yine bir bölümünü kıdem tazminatı olarak öder. Diğer bir deyişle, kıdem tazminatı işçinin çalışma esnasında ödenmesi gereken kendi parasıdır, çalışma sonrası hak edişi değil, bizzat çalışma esnasındaki hak edişinin ertelenen bölümüdür. Kıdem tazminatı patrondan emekçiye yapılan transfer değildir, kıdem tazminatı emekçilere zamanlararası yapılan geciktirilmiş ve faiz bölümü sömürülmüş aktarımdır. İşte şimdi yandaş siyasi yapının arkasına geçen köhne sanayi emekçinin bu öz hakkına çökmeye çalışmaktadır.

HEDEF ALBAYRAK DEĞİL

AKP Infernosu’ndan şimdilik maliye işleri ile sorumlu kişi istifa etti. Böylece faiz ve enflasyon sorumlularından ülkemiz ve ekonomimiz hamdolsun temizlendi. Bu süreçleri de temiz eller operasyonu olarak görmeli miyiz acaba? İşte şimdi “damat” da (İstifa eden Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak) gittiğine göre eğer işler düzelmezse suçu kime yıkacağız? O nedenledir ki, hedef damat değil, tek karar verici sistem ve izlenen emperyalist güdümlü, o nedenle de yalpa yapan politikalar olmalıydı. Tek karar verici sistemi bizzat karar vericiyi yıpratır, karar vericiyi emperyalistlerin kucağına atar. Buna izin verenlerin, bu sistemin hukuk çatısını kuranların hiç mi vicdanı yoktur? Tek karar verici sistemi hiçbir vesayeti kaldıramayacağı ve kaldırmadığı gibi, böyle bir potansiyeli olamayacağı gibi, asıl mesele devletin temel kolonlarının kesilmesidir. Ne maliye işlerinden sorumlu zatın evine dönmesi ne de Merkez Bankası değişikliği bir sonuç doğuracaktır. Bir kıpırdanma olabilir, ama marşandiz kendisine çizilen sistem rayında durdurulamaz, çünkü çok yol alınmıştır, çok temel kurum yıpratılmıştır. Trump da, tüm kabalık ve küstahlıkları yanında yanlış ekonomi politikaları ve aşırı sağcılık sevdasıyla yapıştığı ve hiç kalkmaya niyet olmadığı bir anda koltuktan kovuldu. Bu durum farklı ülkelerde de olabilir mi? Bilemiyorum. Trump son çılgın yalanlarını dökerken TV kanalı yayını kesip, söylediklerinin yalan olduğunu belirtti ve gerçekleri söyleyebildi, çünkü orada salt namuslu medya mensubu yoktu, ondan da önemli Trump başkandı ama devlet değildir, bizdeki patolojik durum orada yaşanmamıştı, devletin temel kolonlarını kesilmemişti. Görülüyor ki, hükümetlerin devlet konumuna çıkarılması toplumu ve kurumları yozlaştırmaktadır. İşte asıl vesayet budur! Politik yalanları kanıksamadan papağan misali tekrar edenler ya da kraldan çok kralcı olarak el etek öpmede öne geçmeye çalışanlar ABD TV’sinden utanmaz mı? Sanmıyorum, böyle bir duygu olsaydı, zaten buralarda olmazdık!

Bütün bir sistem hırsızlık mantığı üzerine oturtulmuşken, yalan doğruyu baskılarken, tek kurşunu seçmen olan halkımız, emekçilerimiz büyük sorumluluk taşımaz mı? Meydanlarda yaşanan acıları niçin sandıklara taşıyamıyoruz ki? Üstelik sandıkta polis de yok, jandarma da!

Bugün 10 Kasım, üzüntü günümüz değil, düşünme ve muhakeme günümüzdür. Ekonomimiz, siyasetimiz, uluslararası alandaki itibarımız, hepsinden önemlisi eğitimimiz ve kültürümüz üzerinde şimdiye kadar ne yaptık, bundan böyle ne yapmalıyız konusu hiç aklımızdan çıkmamalıdır. Eğer bugünleri dehşetle yaşıyorsak, birinci derecede siyasileri değil, dönüp kendimizi tartmalıyız. Çünkü her dönem siyasi doku oluşumu, iktidara taşınışı ve iktidarda tutunmasıyla bizim eserimizdir. Sorumlu biziz!

Prof. Dr. İzzettin Önder

Odatv.com

Sorumlu istifa etti ama hedef Albayrak değil - Resim : 1

arşiv