Mümtaz İdil: Soner Yalçın nerede, nasıl davranırdı

Kimse “bayram değil, seyran değil” demesin. İki hafta sonra bayram. Bu yazı ise asla bir bayram yazısı değil. Bir anı, bir iç ezilmesi, bir sıkıntı...

Kimse “bayram değil, seyran değil” demesin. İki hafta sonra bayram. Bu yazı ise asla bir bayram yazısı değil. Bir anı, bir iç ezilmesi, bir sıkıntı, bir isyan…

Soner Yalçın ile dostluğum yirmi yıl öncesine dayanır. Aynı gazetede çalıştık. Birlikte yazı kurulu toplantılarına katıldık. Hikmet Çiçek ve Doğan Yurdakul da vardı o sıralar çemberin içinde.

Doğan Yurdakul ile daha yakındık, zira onunla hem daha uzun süre çalıştık hem de aynı katta haberlere birlikte bakar, bir yığın da komik şeyler üretirdik. Hasan Uysal da bizleydi.

Soner Yalçın kendini göstermeyi hiç sevmeyen kimliğiyle aramızda ayrı bir saygınlığa ve sevgiye sahipti. Her zaman çok sakin ve kontrollüydü. Kendinden söz etmeyi sevmez, genel konulardan, ders vermeden konuşmaya çalışırdı.

Bir gün Doğan Yurdakul ile birlikte “Reis” kitabını yazmaya karar verdiler. Müthiş hummalı bir çalışmaydı. Öteki yayınevinden çıkacaktı. Ben de elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyordum. Bölümleri okuyor, düzeltmeler yapıyor kimi zaman da aklım yettiğince müdahale ediyordum.

Soner ile Yurdakul kitabın teşekkür bölümüne benim de adımı (hem de en başa) yazmaya karar verdiler. Gereksiz olduğunu söylememe rağmen kararlılardı. Emek verdiğimi düşünüyorlardı. Sonra Soner’in önerisi geldi: “Seni editör olarak yazalım,” dedi. “Böylece teşekkürden de daha ağırlıklı olur ismin.” Yine aldırmadım.

Kitabın Öteki yayınevinden çıkan baskılarında gerçekten editör olarak ismim yayınlandı, ama yayınevi değişince tabii benim ismim oradan uçtu, gitti. Aldırmadım. Önemi yoktu benim için.

Kitabın basılmasına yakın baskı sayısı güdeme geldi. Öteki yayınevi ilk baskının beş bin olmasını istiyordu, ben ise on binden aşağı olmaz diye diretiyordum.

Öteki yayınevi beş bin bastı. Neredeyse bir günde kitap tükendi. Yayınevi hemen, bu kez on bin baskıya girişti. Yaptı mı, yapamadı mı, takip edemedim. Ama kitap çok ilgi gördü.

Sonra Soner İstanbul’a gitti ve ilişkimiz de kalmadı. Telefon ile bile görüşmedik yıllar boyu. Ne zamanki ben Etkin yayınevinde biyografi romanları serisinin başına geçtim ve ilk üç kitabımız Caligula, Rasputin, Kanuni çıktı, Soner’i telefonla aradım. O sıralarda Cüneyt Özdemir ile birlikte 5N1K’yı yürütüyorlardı.

Bir arkadaşı geldi ve Kanuni kitabının yazarı Erdem Anılan ve benimle bir söyleşi yaptı. Soner’in desteği çok büyük yarar sağladı ve bir anda insanlar biyografik romanlar yazan bir yayınevinin farkına vardılar.

Yine aradan yıllar geçti. Bu kez rastlantı olarak Odatv ile karşılaştım. Soner’in sitenin sahibi olduğunu biri söylemişti bana yanlış anımsamıyorsam. Cep telefonu numarası aynı olduğundan, hemen telefon ettim. Doğan Yurdakul’un da onunla birlikte olduğundan haberim yoktu. Birlikte birçok kitap daha çıkarmışlardı, ama Odatv’de de birlikte çalıştıklarını bilmiyordum.

Soner hemen kabul etti yazı yazmamı. “Bizim kültür sanat muhabirimiz ol,” diyerekten destek verdi. İlk yazım ise kültür ve sanatla ilgisi olmayan bir yazıydı. Çok uzun bir yazı göndermiştim. İnternet sitelerinde uzun yazıların çok fazla okunmadığını da düşünmeden yazmıştım: Kansere karşı 1-0 öndeyim, başlığını taşıyordu yazım.

Siyasi bir yazıydı.

Soner sürekli destekledi yazılarımı. Arada bir konuşuyorduk, ama hepsi sitenin daha çok okunması için neler yapılacağı üzerineydi. Bilmediğim bir alan olduğu için uçuk-kaçık öneriler getiriyordum, ama Soner herzamanki serikanlılığıyla beni yatıştırıyordu. Örneğin, sitenin yorumcularının birbirleriyle haberleşmelerini sağlamak istiyordum. Olmaz, diyordu Soner. “Böyle bir şey yaparsak, sanki birilerini örgütlüyormuş gibi oluruz.”

Siteyi takip edenler bir araya gelip yemek yemek istiyorlardı. Bütün hepsinin mail adresi bizde olduğundan, bunu yapmak ancak Odatv yönetimi ile mümkündü. Soner buna da aynı gerekçeyle karşı durmuştu.

Yorumlarımız ve yorumcularımız Türkiye’nin gündemini belirleyecek kadar ciddi yazılar yazıyor ve belki de tüm Türkiye’nin en fazla yorum yazılan sitesi saygınlığını koruyorlardı. Tabii bu, sitenin düzenini bozmaya çalışan bazı “çıkıntılar”ca bombalanmaya, sabote edilmeye ve çarpıtılmaya başlandı. Bunları ayıklamak çok zor oluyordu. Hala da süren bir sıkıntıdır bu. Yorumları düzgün olan ve asla siteyi zor durumda bırakmayacak yorumlar yazan bazı kişilerin rumuzları veya isimleri kullanılarak yorumlar gönderiliyor ve eğer gözden kaçacak olursa, site için büyük sıkıntılar yaratıyordu.

Sorumlu yazı işleri müdürü durumundaki Barış Pehlivan sürekli emniyete ifadeye gitmek zorunda kalıyordu.

Soner Yalçın bu sıkıntıları da göğüslüyor, bizi sakinleştiriyor ve herşeyin normal yolda gitmesi için elinden geleni yapıyordu.

Antalya’da, başkanlığını Fazıl Say’ın yürüttüğü Piyano Festivali’nin açılışında biraz daha açık konuştuk. Sıkıntısı, Odatv’yi bir şekilde Ergenekon’a bulaştırmaya çalışmalarıydı. Bu nedenle yorumların ve yorumcuların çok daha dikkatli takip edilmesi ve onların bir örgüt gibi hareket etmek istemelerine karşı koymamız gerektiğini, bunu bir tuzak olduğunu söylemişti.

Hak vermiştim.

Ama benim hak vermem yetmemişti.

Üç ay sonra Ergenekon’dan içeri alındı. Hepimiz alındık…

Korktuğu başına gelmişti. Bekliyordu belki de… Yapmadık, ama yine de o “damgayı” yedik.

Artık Soner Yalçın’ın da bizler gibi tutuksuz yargılanmasını bekliyoruz. Umarım tutuklu olarak yargılandığı son duruşma olur 16 Kasım’daki.

Mümtaz İdil

Odatv.com

mümtaz idil soner yalçın arşiv