Soner Yalçın Kara Kutu'da az bile yazmış

Şu yukarıda anlattıklarımla ve kendi varlığımla kitabın her sayfasına damgamı basarım. Demem o ki; Soner Yalçın “Kara Kutu”da az bile yazmış!

Bu hafta yemek dışında bir konu hakkında yazmak istedim.

Soner Yalçın’ın “Kara Kutu” isimli kitabı çıktı. Çıkar çıkmaz da çok ses getirdi. Kitabı okuyan okumayan herkes sosyal medyada ateş püskürdü.

“Yok, Soner Yalçın aşıya karşı!”

“Yok, Soner Yalçın ilaç almayın diyor!”

“Yok, Soner Yalçın’ın bu şekilde bir kitap yazmaya ne hakkı var!” gibi...

Şimdi beni bir dinleyin, size gerçek bir hikaye anlatacağım... Kendi hikayem;

Çocukluk, Antibiyotikler, Taşikardi

Annem çocukluğumda her nezle ya da grip olduğumda antibiyotik aldığımı itiraf eder. Ergenlik yıllarıma doğru kalbimde taşikardi başladı. Aniden bir gaz sıkışması ile başlayan ve sonrasında göğsümün içinde bir güvercin sıkışıp kalmış da dışarı çıkmak istercesine çırpınıyormuş gibi atan kalbimin normal atımına dönmesi bazen on dakikayı geçerdi. Çok paniklerdim. Malum, tahliller tetkikler... Bu taşikardinin tam teşhisinin konulması 20 yıl sonra oldu. İsmi: Sinüs Taşikardisiymiş. İlacı yoktu. Çözümünü yıllar sonra yine başka bir hastalıkla karşısına çıktığım Gazi Üniversitesi’nde önemli bir kulak burun boğaz profesörü olan rahmetli Nebil Göksu söyledi.

“Evladım, bu taşikardin başladığı zaman hemen bir yere otur ve büyük abdestini yaparmışçasına ıkın! Bak göreceksin hemen geçecek, sakin ol, panik yapma!”

Şimdi bu tedavi yöntemi sizin kulağınıza komik geliyor olabilir ama Nebil hoca sorunumu çözmüştü. En azından hocanın dediğini yaparak bir dakika içerisinde kalp atımımı normal haline döndürmeyi başarıyordum. On dakikadan fazla sürdüğü zamanlar kan ter içinde kalıp “Eh, vakit tamam! Bana yol göründü.” dediğimi hatırlıyorum yoksa.

Allah Nebil hocadan bin kere razı olsun!

ÜZERİNDEN BİR TIR GİBİ GEÇTİĞİ AÇIKTI

İlk büyük travmam...

Yine ergenlik yıllarımda klasik bir ergenlik problemi: Sivilce. Yüzümde sayıları artınca bir cilt doktorunda aldık soluğu. Çaresi belliydi: Roacuttane (Rakutin diyorlar) Yeşil reçeteli bir ilaç. Üç ay içtim. Zaten daha uzun bir süre kullanmak isteseniz de karaciğer ve vücut kendini toparlasın diye ara verdiriyorlardı. Görünen yan etkileri şöyleydi. Dudağım kururdu, hatta çatlardı. Yüzüm kızarırdı. Vücudumda kısım kısım kızarıklıklar, benekler olurdu. Cildim yanardı, acırdı. Olsundu, başarılı tedavi için ilacı ara vermeden sonuna kadar kullanmam gerekliydi. Roacuttane’nin ergenlik sivilcelerimin üzerinden bir tır gibi geçtiği açıktı. Aynı zamanda vücudumun ve organlarımın üzerinden geçtiği de aşikardı.

Sivilcelerimin iyileşmesinden iki yıl sonra üniversite ikinci sınıftayken bana Papiller Tiroid CA teşhisi kondu. Halk arasında “Tiroid Kanseri” deniyor. Yaşım henüz 19. Artık Çernobil’li çaydan mı, fındıktan mı, kemirdiğim plastik kalemlerden mi, kullandığımız ilaçlardan mı neyse yakalamışız işte kanseri bir ucundan. Ankara’da dayım doktor. Türkiye’de tanıdığım, bildiğim en iyi hekimdir. Şimdi emekli. Sağ olsun o ilgilendi. Zaten ilk de o farketti. Aldı beni Ankara’da yine alanında başarılı bir cerraha, Prof. Erhan Onuk’a ameliyat ettirdi. Bu ameliyata “Total Tiroidektomi” deniyor. Tiroidinizin tamamını temizliyorlar, mikroskobik bazda kalanına da “Radyoaktif İzotop İyot” veriyorlar ki tiroid organına ait eser miktarda bile iz kalmasın.

İlaç böyle kocaman bir hap. Ambalajının üzerinde “nükleer tehlike” işareti var. Kutu matruşka gibi açıldıkça açılıyor. İlacı uygulayan hekim üzerine özel kıyafetler giyiyor, sizi başka bir odaya alıp kutunun ağzına iki metrelik bir boru takarak ve o borunun da bir ucunu sizin ağzınıza vererek radyoaktif hapı midenize doğru yuvarlıyor. Bu işlem bir nevi kemoterapinin tiroid güdümlüsü diyelim. Yani Erhan hoca işini yapıp tiroidimi ve ona yapışan habis eşkıyaları ameliyatla temizliyor ve sonrasında sürecin takibi için beni Nükleer Tıp’a sevk ediyor. Bundan sonra hastalığımın takibi Nükleer Tıp’ta... Burada çok sevdiğim bir başka iyi hekimden bahsetmem lazım. Hakkını zor öderim; Prof. Dr. Tamer Atasever. Yıllardır tiroid ameliyatı sonrası hastalığımın takibini o yapar.

Uzatmayayım. Geldiğimiz durum şu;

Artık bir tiroid organına sahip değilim ve ölene kadar yapay tiroid hormonu alacağım, sinüs taşikardim var ve yeni ilaçlarımın vücuduma ne gibi yan etkileri olacağını bilmiyorum. (Bu travmatik süreçlerin üzerimdeki psikolojik etkilerinden bahsetmiyorum bile.)

Tiroid ilaçlarımın dozunu da her altı ayda bir tahlillerimi yaptırarak belirliyorum.

Öyle ki, ilaç sanayisi yıllar içinde tiroidle ilgili ne sunarsa onları içtim. Şu tiroid organım olmadan geçirdiğim 20 yılda sırasıyla Tefor, Levotiron şimdi ise Euthyrox kullandım, kullanıyorum. Fakat tahmin edersiniz ki metabolizma hızınızı ayarlayan bir organa sahip değilseniz bağışıklık sisteminiz de kesinlikle sıkıntıda.

Gelelim sonrasına...

Bu tescilli, düşük bağışıklık sistemimi güçlü kılmak için her yıl Ekim ayında grip aşısı olmam önerildi ve kuvvetlendirmem için takviye vitaminler (Ekinezya, C vitamini) tavsiye edildi. Buna rağmen her yıl aralıksız grip oldum.

SOL TARAFIMA İNME İNİYOR SANDIM

Lakin tam da burada vücudumu en çok etkileyen iki grip vakasından özellikle bahsetmemin tam sırası;

İkinci büyük travmam geliyor...

2002 yılında yakalandığım grip vakasının sonlarına doğru artık sesim kısılıp da Küçükyalı Kızılay Tıp Merkezi’ne gittiğimde, uzmanlığını “Ani İşitme Kayıpları” üzerine yapan bir kulak burun boğaz doktoru bana kuvvetli bir antibiyotik verdi. Etkisi hızlı olsun diye de kalçadan iğne olarak yazdı. İğneyi oldum. 3 saat sonra sol kulağımda bir çınlama başladı. “Biri anıyordur, takma kafana!” dedim ama bir saat sonra kulağımdaki çınlama geçmemişti ve ansızın bedenimin sol tarafında bir uyuşma/hissizlik oluştu. O esnada kulağımdaki çınlamanın da frekansı arttı. Sol tarafıma inme iniyor sandım. Sabırlıyımdır. O gece öyle geçti... Sabah uyandım, kulağımdaki çınlama geçmemişti ve sol tarafımdaki duyu kaybı devam ediyordu. Hemen bir gün önce bana o iğneyi yazan doktorda aldım soluğu.

“Hocam, sol kulağım duymuyor ve dün geceden beri çınlıyor.” dedim. Muayene bile etmedi. “Kireçlenmedir.” dedi ve beni hastanenin Ortopedi bölümüne sevk etti. “Ne alaka yahu?!” dedim. Sıra alıp ortopedi bölümüne gitmedim bile. Panikle hastaneden kaçtım resmen. Direkt otobüse atlayıp Ankara’da kulak burun boğaz profesörü Nebil hocanın yanında aldım soluğu. Beni hemen “Audio” cihazına soktu.

“Vizen, sınavın var mı evladım?” dedi.

Var hocam.” dedim

“Teşhisin Ani İşitme Kaybı. Sınavının telafisi olur ama bunun olmaz, umarım geç kalmamışızdır.” diyerek beni o gece apar topar hastaneye yatırdı.

Maalesef geç kalmıştım! Küçükyalı’daki hoca bana verdiği antibiyotikle bağışıklığımı topyekün yok etmiş ve sol kulağımın sinirlerini virüslerin saldırısına açık hale getirmişti. Hastalığımdan aylar sonra öğrendim ki hocanın uzmanlığını aldığı tezin konusu “Ani İşitme Kayıpları” imiş. İroni’nin kralı diye ben buna derim işte...

Geçelim.

ON GÜN BOYUNCA HASTANEDE YATMAK ZORUNDA KALDIM

Ankara’da on gün boyunca Gazi Üniversitesi’nde çok yoğun kortizon alarak yattım. Vücut ağırlığım seksen kilolardan kırk beş kilolara kadar düştü. Hastane koridorlarında ve merdivenlerinde adeta bir ruh gibi süzüldüğümü hatırlıyorum. Çok ciddi ameliyat olan insanlar bile üç günde taburcu olurken ben on gün boyunca hastanede yatmak zorunda kaldım. On gün sonunda kulağımdaki işitme kaybını ve çınlamayı kabul ederek Nebil hocaya “Ne olur beni artık dışarı salın!” dedim.

Düzgün, tadı tuzu yerinde yemek istiyordum, yürümek istiyordum, hastane ortamından kurtulmak istiyordum.

Beni tedavi edemediği için çok üzülmüştü. Lakin İstanbul’da yapılan yanlış teşhis ve hatalı tedavi talebi yüzünden geç kalmıştık bir kere...

Kanser teşhisimin üzerinden geçen iki yıl sonunda bu kez sol kulağımda nur topu gibi kalıcı işitme kaybım (%70 kayıp) vardı ve daha da kötüsü kulağımdaki TRT kapanış ekranı sinyali 7/24 aralıksız devam ediyordu. Üzerinden 18 yıl geçti ve hala da ediyor... (Bir kez daha bu travmanın üzerimde yarattığı psikolojik etkilerden bahsetmiyorum.)

Gelelim ikinci büyük grip vakama ve sonrasına;

İki yıl evvel yakalandığım gribal enfeksiyonda bunca hastalık geçmişime rağmen doktora gittiğimde bana yine standart prosedür uygulandı ve ilaçlar antibiyotikler yazıldı. On gün boyunca geçmeyen yüksek ateşli bir grip, grip aşısı olmama rağmen yine banamısın demiyordu. Hastalığın sonlarına doğru kalbimde bir değişik atım başladı. Değişik derken gerçekten değişikti. Bu kesinlikle daha önce yaşadığım taşikardiye benzemiyordu. Normal atımlar sürerken kalbim şöyle bir saniye kadar duruyor sonra tabiri caizse bir “büyük” atıyordu. Otururken beni yerimden hoplatacak cinsten bir atımdı bu. Bu dolu dolu atımlar beni gece uykumdan bile uyandırıyordu. Ne olduğuna dair hiç bir fikrim yoktu ve yaşam kalitem bir kez daha hepten yerlerdeydi.

“Haydi gazan mübarek olsun! Nur topu gibi bir kronik hastalığın daha oldu!” dedim kendi kendime...

Hemen Siyami Ersek’e gittim. Gidenler bilir, yüzünüze bile bakmazlar; doktora görünebilmek için gün ve saat almaya çabalarsınız. Nasıl başarıyorlarsa kalp rahatsızlığı olan bir insandan çok mekanik bir kalp piliymişsiniz gibi hissettirler sizi.

Yine uzun uğraşlar sonucu ve bulmacaları çözerek bir doktora başıma gelenleri anlatmayı başardım. İfadesiz biçimde suratıma baktı ve kalbimi stetoskopu ile dinlemedi bile. Muayene tarihimi bir ay sonraya, holter takımımı da iki buçuk ay sonraya verdi.

Kalp rahatsızlığımın ne olduğunu öğrenmek için merak içindeydim. İçim içimi yiyordu. Yine de bir ay sabrettim. Verilen gün ve saatte kalp ultrasonu için gittim. Doktor şöylece bir baktı, ik-üç dakika ekranda inceledi ve bir şey görünmüyor gayet iyisin diyerek beni paketleyip gönderdi.

O STETOSKOPU GÖRÜNCE NASIL MUTLU OLDUM ANLATAMAM

“İyi de ama o bahsettiğim ek atım olmadı ki siz dinlerken.” dedim.

“O Holter’de belli olur.” dedi.

Bir buçuk ay daha holter takılması için bekleyemeyecektim. Bir arkadaşımın da tavsiyesiyle İzmir’de bir doktorun özel muayenehanesine gittim. Sedyeye uzandım, stetoskopunu çıkardı ve gözlerini kapayıp on dakika boyunca sessizlikte kalbimi dinledi.

O stetoskopu görünce nasıl mutlu oldum anlatamam. Onuncu dakikaya doğru kalbimde şikayet ettiğim atımdan oldu.

Doktor bey gözlerini açtı ve “Buydu değil mi?” dedi.

İnanın sevinçle “Evet.” dediğimi hatırlıyorum. Rahatsızlığımın başlamasından tam 2 ay sonra bir doktor bana nihayet hastalığımın teşhisini koyabilmişti. Teşhisim: Ekstrasistol’du.

“Son zamanlarda grip falan oldun mu?” diye sordu bana doktor direkt.

Evet.” dedim. “Bu rahatsızlık da tam gribimin bittiği zamanlarda başladı hatta.”

“Nurofen kullandın mı?” dedi.

Evet, bitene kadar kullandım.” dedim.

Meğer kalp rahatsızlığımın sebebi buymuş.

Doktor bey Nurofen gibi soğuk algınlığı haplarının içindeki bir etken maddenin bu tip kalp rahatsızlıklarını tetiklediğini söyledi.

Nasıl iyileştiğim bambaşka bir yazı konusu...

Son olarak şunu da not düşeyim. Son iki yıldır açlık şekerim de yükseliyor. Şaşırıyor muyum? Hayır, elbette şaşırmıyorum. Tip 2 diyabete yolculuk... Bende olmayacak da kimde olacak, değil mi ama?

Açıkçası şu anda tüm komplikasyonlarımla pimi çekilmiş bir el bombası gibi geziyorum. Soner Yalçın’ın kitabında bahsettiği konuların yeryüzünde örnekleriyle vücut bulmuş haliyim.

SONER YALÇIN AZ BİLE YAZMIŞ

Şimdi sorum şu;

Ciddi bir trafik kazası geçirsem ve acile kaldırılsam bana tüm bu rahatsızlık geçmişimle mi bir tedavi mi uygulanacak, yoksa hasar gören organımı iyileştirmek için o anki hastalığıma yönelik bir tedavi mi uygulanacak?

Çünkü verilecek cevaba göre ya ameliyat masasında kalacağım, ya da güle oynaya eve gideceğim.

Soner Yalçın kitabının 22 ve 23’üncü sayfalarında kitabı niye yazdığını şöyle izah ediyor;

“Bu kitapta size ‘Şu ilacı kullanın’ ya da ‘Şu ilacı alın’ diyecek değilim. Bunlar benim haddim değil. Ben size tıbbın-sağlığın ekonomi-politiğini yazacağım...

Tıp tarihine bambaşka açıdan bakacağım...

Umarım elinizdeki kitap bir farkındalık yaratır.” diyor.

Televizyondaki her demecinde çağdaş tıp anlayışının direttiği “hastalık” yerine “hasta” vardır diye bütüncül tıp anlayışının altını çiziyor.

Şu yukarıda anlattıklarımla ve kendi varlığımla kitabın her sayfasına damgamı basarım.

Demem o ki;

Soner Yalçın “Kara Kutu”da az bile yazmış!

Salih Seçkin Sevinç

Odatv.com

Soner Yalçın Kara Kutu'da az bile yazmış - Resim : 1

soner yalçın kara kutu kitap sayfa arşiv