SİZE BİR SIRRIMI VEREYİM

“İlle görmek için mi bekler güzel günler Beklemek de güzel” (Arif Damar) Cezaevi yalnızlığı yüceltir… İnsanı çoğaltır… Silivri Cezaevi yönetimi...

“İlle görmek için mi bekler güzel günler
Beklemek de güzel” (Arif Damar)

Cezaevi yalnızlığı yüceltir…

İnsanı çoğaltır…

Silivri Cezaevi yönetimi koğuşta en fazla üç kişinin kalmasına izin veriyor. Tam bir tecrit politikası uyguluyor; ortak kullanım alanlarında bile kimseyi göremiyoruz. Fakat…

Günde iki kez sayım yapsalar da, 24 saat koğuşu iki kamerayla takip etseler de gözlerinden kaçanlar var. İşte benim sırrım bu: Görülmeyen, dinlenilmeyen koğuş arkadaşlarımı söze tanıtmak, anlatmak istiyorum…

Kimler yok ki: Örneğin Nazım Hikmet. Bugün pazar, onu ilk kez güneşe çıkardılar ve o, hayatında ilk kez gökyüzünün bu kadar ondan uzak, bu kadar mavi ve bu kadar geniş olduğuna şaşırarak kımıldamadan durdu. Bahtiyardı. Yanında genellikle iki can dostu var; Kemal Tahir ve Orhan Kemal.

Bir diğer koğuş arkadaşım: Sabahattin Ali. Görmese de denizi, yüzü hep gökyüzünde. Yıllardır her mahpusa düşene moral veriyor, “Aldırma Gönül” diyor.

Sabahattin Ali’nin yanına “Kutsal İsyan”kar Hasan İzzettin Dinamo geliyor. “Kürk Mantolu Madonna”yı adından dolayı sevmediğini söylüyor: “Kürk gibi küçük burjuva özentilerinden uzak durmak lazım Yoldaş!” Kuyucaklı Yusuf’u sevmiş. Nasıl sevmesin öksüzlüğün ne olduğunu iyi biliyor Dinamo; kimsesizler yurdunda büyüdü. Tıpkı, merkez komitedeki yoldaş David Nae gibi…

Ahmet Arif görüşmecisinin getirdiği yeşil soğanı “komün”e teslim ediyor. Karanfil kokan cigarasından bir tane yakıyor. En sessizimiz o…

Açık görüşler mahpusun bayramıdır. Enver Gökçe “dilekçe” yazıyor: “izin olsun hapishane içinde/seni/senden sormalara dayanamam/yarım döner cigaranın ateşi/gitme dayanamam…”

Şairimiz çok: işte volta atıyor “Fedailer Mangası”; başlarında Atilla İlhan ve yanında; Arif Damar, Nusret Otyam, Cahit Irgat…

Aziz Nesin havalandırmaya, kimse kesip yemesin diye tavuğuyla çıkıyor sürekli. Nasıl yanından ayırsın günde iki yumurta veriyor tavuğu. Hapishanede yumurta altın değerinde.

Mihri Belli’nin, moralini hiçbir şey bozamıyor. Hep gür sesiyle konuşuyor, bazen o coşkusuyla marş söylüyor. Ve isteyene boks öğretiyor.

Bir köşede ağabeyi Vartan İhmalyan’ın getirdiği boyalardan resim yapıyor ressam Jak İhmalyan. Silivri’de çiçek yasak, hiç yeşil yok. Hep çiçekler, ağaçlar resmediyor.

Ruhi Su ise beni kırmıyor, o muhteşem sesiyle söylüyor:

“Mapushane içinde üç ağaç incir/Elimde kelepçe boynumda zincir/zincir de sallandıkça her yanım incir…”

Uzaktan kadınlar koğuşunun sesi geliyor, türküye eşlik ediyorlar: Sabiha Sertel, Behice Boran, Zehra Kosova, Sıdıka Su, Suat Derviş, Azra Erhat, Sevgi Soysal…

Dr. Hikmet Kıvılcımlı yine cezaevi müdürüne kızıyor: “Size kaç kez söyleyeceğim, sadece yoksul köylüleri muayene ederim.” Hapishanedeki “Uzun Doktor”un para almadan yoksulları muayene ettiğini öğrenen köylüler her gün cezaevi kapısına yığılıyor. Bazen köy ağası ya da eşraftan biri geliyor, Dr. Kıvılcımlı’nın kızgınlığı buna;

“Ağa Bey, Tüccar muayene etmem!”

Koğuşta doktorumuz çok, Hayk Açıkgöz, Müeyyet Boratav gibi… Ve Dr. Şefik Hüsnü yatağında sürekli Fransızca kitaplar okuyor; hava almaya çıktığında herkes susuyor, saygıdan…

Reşat Fuat Baraner’e gardiyanlar inanamayıp sürekli soruyor, “Siz gerçekten Atatürk’ün kuzeni misiniz?” Şaşırılan bir diğer isim ise Can Yücel. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in oğlu olduğunu kabullenemiyorlar. “Ağzı bozuk bu şair nasıl bakan oğlu olabilir ki?” Üstelik “terörist”; iki kitap çevirdiği için toplam 15 yıl ceza yemiş!

Ya Rıfat Ilgaz? “Devam” adlı şiir kitabı nedeniyle 5 yıl hapse mahkûm edildi. Şiir suçtu. Ama koğuştaki şairler; Hasan Hüseyin Korkmazgil, Şükran Kurdakul, A. Kadir vd. inadına mısralarıyla yeni dünya kuruyorlar.

Her gün yürüyüşe çıktığım küçük havalandırma avlusu hep kalabalık. İşte bir köşede Mustafa Suphi, Hasan Yalçınkaya ile Sibirya’dan Kafkasya’ya Kızıl Ordu saflarında nasıl çarpıştıklarını konuşuyorlar. Yanlarında çoğu zaman birbirinden hiç ayrılmayan mübadil tütüncüler var: Dramalı İbiş, Dede Ramazan, Topal Hasan, Congo Ali, Kara Besim, Selanikli Remzi, Mavra Mustafa, Boz Mehmet…

Karabük Demir-Çelik işçileri de burada; başlarında Zihni Anadol var; “Truva Atı”na anı dolduruyorlar. Kerim Korcan “Tatar Ramazan” oyununu düşünüyor bir köşede.

Ve bir başka köşede Laz İsmail (Bilen) ile Aram Pehlivanyan hep fısıltıyla konuşuyorlar. Nedense? Zeki Baştımar orada ama mesafeli. Canı sıkkın gibi.

Nail V.Çakırhan eşi Halet Çambel’e mektup yazıyor; “Canım Halet’ciğim beni romansız bırakma.”

En zenginimiz ve malesef en cimrimiz Cazim Aktimur.

En şansız olanımız ise, Hamdi Şamilof. Askerde erler isimlerinin sonuna doğum yerleri konularak tanınırmış; Şamil, Of’lu. Bu sebeple “Şamilof” deniyor. Ancak polis “adından belli en tehlikeli komünist sensin” diye en ağır işkenceleri Şamilof’a yaptı!

Musa Anter de benimle; bir köşede Orhan Doğan’la Kürtçe sohbet ediyor.

Yılmaz Güney “Sürü” filminin çalışmasını bitirdi; şimdi “Yol” filmi senaryosu üzerine çalışıyor.

Uğur Mumcu da burada; gazeteciliği bırakmıyor; bir yolsuzluk dosyasından notlar çıkarıyor. İlhan Selçuk, Kurtuluş Savaşı gazisi babasından esinlenip “Yüzbaşı Selahattin’in Romanı”nı yazıyor.

Sadun Aren gibi hocalarımız da yok değil, Tarık Zafer Tunaya bile koğuşta…

“Darağacında Üç Fidan” Deniz, Yusuf ve Hüseyin havalandırmada fotoğraf çektiriyor. Ne kadar gençler ve ne kadar yakışıklılar. Can dayanmaz…

“Adalılar” cezaevi duvarlarının vız geleceğini tarihe ispat etmek için planlar yapıyor. 17 yaşındaki Erdal Eren o her daim sessizliğiyle ağabeylerinin yanında.

Erdal Öz, nasıl olmuşsa cezaevi yönetiminden izin koparıyor; üç yaşındaki kızı Senem’i koğuşa getiriyor. Senem koğuşu askeri okulun yatakhanesi sanıyor. Hepimiz rolümüzü oynuyoruz: Ceviz içi, kuru üzüm ikram ediyoruz. Roberto Benigni’nin “Hayat Güzeldir” filminin gerçeğidir bu yaşanan…

Ustam Hasan Yalçın elinden Dostoyevski, Kafka, Balzac’ın romanlarını düşürmüyor. Muhabir olmak istediğimde ilk sorusu, “hangi romanları okudun” olmuştu. Öyle ya Maocu işte! Uzun Yürüyüş molalarında Mao, edebiyatı üzerine konuşmaz mıydı?

Kimlerle paylaşmıyorum ki koğuşumu; hepsi bir roman karakteri gibi: Patriyot Hayati; Şoför İdris, Tıbbiyeli Uzun Muzaffer, Komsomol Hasan, Bilge Kardeşler, Paçalı Osman, Postacı Hikmet, Martel Şükrü, Baydar Cevdet, Sakallı Celal, Eczacı Vasıf, Pepe Recep, Fırıncı Ahmet, Sarı Mustafa, Marangoz Şerafettin, Tete Osman, Musolini Ahmet, Şair Macit, Makinist Cemal, Esmer Abbas, Bostancı Fevzi, Tabelacı Ziya, Saatçi Niko… Hepsi de nasıl fedakâr, nasıl gözü pekler…

Ve ne çok yazarımız var koğuşta; en unutulmaz olanı “Vatan Yahut Silistre”nin yazarı; Namık Kemal. Ve Namık Kemal’i okuduğu için 2 aylığına koğuşumuza gelen Mustafa Kemal…

Evet:

Koğuş arkadaşlarıdır; mahpusun iradesini çelikten yapan; ve kararlılığını yıkılmaz eden.

Memleketimde mapusluktan geçer aydın olmanın yolu…

Ve ne yapayım:

Yanlış doğru burası benim ülkem…

Soner YALÇIN

Silivri 1 No’lu L Tipi Cezaevi

F2 Koğuşu

Odatv.com

arşiv