Sivas ilk değildi; şimdi anlıyorum ki son da olmayacak

2 Temmuz yaralarımızı kanatıyor! Ülkemin acıma ve insani duyguları körleşmiş, aklını, vicdanını Tamu’ya terk etmiş “dindarları” yaktı Onları!...

2 Temmuz yaralarımızı kanatıyor!

Ülkemin acıma ve insani duyguları körleşmiş, aklını, vicdanını Tamu’ya terk etmiş “dindarları” yaktı Onları! Gencecik kızlarımıza, delikanlı, şair, düşünür, yazar, çizerlerimize, geleceğimize, kardeşliğimize kıydılar…

Sizi öldürmek Allah’ın emri” diyordu dinci katiller…

Kıstırdılar Kanlı Sivas’ın bir otelinde çocuklarımızı, kapattılar kapılarını, pencerelerini binanın, “imdaaaat” feryatlarımıza aldırış bile etmeden devletin bütün birimlerinin; askerin, polisin, MİT’in, istihbaratın gözleri önünde kibrit çaktılar “Allah-ü Ekber” nidalarıyla yaktılar! Bu vahşet, 1993 yılı Temmuz ayının ikisinde Pir Sultan Abdal’ın “Kanlı Sivas” dediği kentte işlendi.

O günden bugüne ne zaman Allah-ü Ekber sesi duysam irkilirim!

“Dinimize küfür ettiler, Cuma namazında davul çaldılar, PKK’nın uzantısıydılar, Aziz Nesin’i Sivas’a getirdiler vb…” dediler… Her zaman olduğu gibi iftira ettiler… Suçüstü yakalanmanın telaşıyla gerekçe yarattılar… Her katliam sonrası başvurdukları alçaklığa yine başvurdular! Kim bunlar, kılavuzları, önderleri kim? kime tapıyorlar? İhsan Eliaçık şöyle tanımlıyor; “Yalana besmeleyle başlayan, inşallah diye küfürler savuran, hamdolsun diye iftira atan”lar… Muhafazakârlar.

Ey ahlak; vicdan, ey insanlık neredesin! Maraş’ta, Çorum’da, Gazi’de, Ümraniye’de Aziz Nesin ya da Pir Sultan Abdal Anma Etkinlikleri mi vardı? Kerbela’dan günümüze bu kaçıncı cinayetiniz! Otelin içinden biri ve etkinliğin sorumlusu olarak sizleri temin ederim ki, meselenin önü, sonu, özü, hülasası irticai bir kalkışmadır, emperyalizm uşaklığıdır, satılmışlıktır, iktidar ve para arzusudur; dinci terördür.

Sivas ilk değildi; şimdi anlıyorum ki son da olmayacak…

Yakılanlar düzen muhalifiydiler… Adil, eşitlikçi bir dünya tasavvur ediyor, bunun mücadelesini veriyorlardı. Laikliği, demokrasiyi, kardeşliği, eşitliği ve insanlığı önceliyorlardı. Kendilerinin olduğu kadar yakan canilerin de özgürlüğünü düşünüyor, yazıyor, çiziyor, çalışıyor; bir bakıma çile çekiyorlardı…

Ya yakanlar;

“Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak” diyor, “şeriat isteriz, Aziz Nesin’e ölüm!” nidalarıyla kent merkezini teslim alıyorlardı. “Sanata tükürenlerin” ta kendisiydiler! Atatürk’ün büstünü kaidesinden söküp sürüklüyor; Ozanlar Anıtını paramparça ediyor, dişleriyle ezmeye çalışıyorlardı. Polis sadece izliyor, kitleyi dağıtmıyor, cop, gaz, zor kullanmıyor, havaya ateş açmıyor, bir arada durmalarına hizmet ediyordu.

12 Eylül üretimiydiler… Süreç bunları yeşertmiş, devletin maddi-manevi katkılarıyla çoğalmış, cumhuriyetin kırıntılarına karşı başkaldırmak üzere mobilize olmuşlardı. Erzincan’dan, Tokat’tan ve diğer başka illerden gelip, Sivas’ta birleşmişlerdi.

Fetva verilmiş, “mubah” denilmişti…

Gözü dönüyordu güruhun, katilin, satılmışın!

Benzin getirmişti birisi…

“Yak” dedi güruhtan biri; çaktı kibriti diğeri!

Çocuklarımız, kardeşliğimiz, geleceğimiz yandı…

Kanlı Sivas’ta!

Hep birlikte çığlık attılar!!!

Sevinçle…

Neden?

90’lı yıllar Alevi uyanışının, bir bakıma Alevi Rönesanssının başladığı yıllardır. 12 Eylül, solu, demokrasiyi, laikliği, Atatürk’ün muasır medeniyet şiarını boğmuş ancak bu kez de Alevi örgütlenmesi diye bir “uyanış” başlamıştır. Aleviler şimdi bambaşka bir tarz ve anlayışla örgütlenmektedir. Sistem eğitimi dinselleştirirken, din eğitimi “zorunlu” hale getirilirken ve imam okulları çığ gibi çoğalırken, Aleviler öğretilerine sahip çıkmakta demokrasi, özgürlük, eşitlik ve laiklik istemekte, zorunlu din dersini, kamusal alanda türbanı, Din devleti düşünü ve köleliği ve Alevi asimilasyonunu reddetmektedirler. Yani tam da sistemin ya da devlet aklının önerdiği insan tasarımının karşısında konumlanmaktadırlar.

Sistemin hiç hazzetmediği işlerdir bunlar… Alevilerin duruşu, hesapları tersyüz etmektedir… Olacak şey değildir ve devlet aklı bu uyanışı boğmalıdır. O halde Pir Sultan Abdal Kültür Derneğinin öncülük ettiği Alevi uyanışı daha körpeyken çaresine bakılmalı, irticanın devleti ele geçirme planı sekteye uğramamalıdır.

Sivas kent birimleri, belediye, devletin emniyet, jandarma-asker uzantıları dinci militanlara “sorun” çıkarmayacaklar, Ankara tarafından desteklenecek, hatta ödüllendirileceklerdi. Camiyi, dini, mezhebi kullanan militanlara kolaylık sağlanacak, polis zor kullanmayacak, dağıtılmayacaklardı. Devlet birimlerinden “sorun” çıkaran makam by-pas edilecek, emri dinlenilmeyecek, olay sonrası ele geçirilen elebaşılar gözaltı aşamasında salıverileceklerdi. Senaryo aynen yazıldığı gibi sahnelendi ve oynandı…

Onlar gideli 20 yıl oldu. 1993 yılında doğanlar şimdi 20’li yaşlarda koca koca delikanlı ve genç kız oldular… Onlar gitti biz güya kaldık! Özlemleri yakılmış, içi göynümüş, bedeni kavrulmuş biz…

Anıları önünde saygıyla eğiliyor, özlemlerinin takipçisi olacağımıza, katil sürüsünün gerçek çehresinin mutlaka deşifre edeceğimize bir kez daha söz veriyor, bu andımızı inanç ve bilinçle haykırıyoruz.

Öyle ya da böyle; mademki yaşıyoruz; o halde 1993 Sivas katliamını anımsatmak, üzerinde düşünülmesini ve ders çıkarılmasını sağlamak insan olduğunu iddia eden herkes ve bizler için bir insanlık ve yurttaşlık ödevidir. 27.06.2013

Murtaza Demir

Odatv.com

Not: Sivas Katliamını bütün yönleriyle anlattığım kitabım ATEŞ-İ AŞK, Kırmızı Kedi yayınevinden çıktı. İlk tanıtımı 29 Haziran saat 14.00’te Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Adana Şubesinin düzenlediği “2 Temmuz 1993’ten 2013’e Bir Hukuk “Gezi”si” konulu panel sonrasında yapılacaktır. Dostlarıma duyururum.

Yer; Adana Belediyesi Büyükşehir Tiyatro Salonu

murtaza demir arşiv