ŞİÖ, AB ve NATO’nun yerini tutar mı?

Napolyon’un sözüdür: “Bir ülkenin kaderi, coğrafyasıdır”… Hiçbir ülke coğrafyasına, enerji bağımlılığına, ekonomik kabiliyetine rağmen dış politika yapamaz. İttifak kuramaz.

Türkiye birkaç gündür Şanghay İşbirliği Örgütü’nü (ŞİÖ) tartışıyor. Gecikmiş ama yerinde bir tartışma. Fakat tam üyeliğin ne fikri altyapısı, ne maddi altyapısı, ne de hazırlığı var. NATO Genel Sekreteri, bu tartışmaya ilişkin soruya, Türkiye’nin NATO üyeliğini, ittifaka olan sadakatini, ünlü 5. Maddeyi anımsatarak yanıt verdi. Bu yanıta karşılık ŞİÖ de, Türkiye’ye 2017 yılı için Enerji Kulübü Dönem Başkanlığı vererek arka çıktı. Örgütün “diyalog ortağı” olan Türkiye’deki ŞİÖ ve Avrasya tartışmalarını teşvik etti adeta. Üstelik ŞİÖ’nün teşkilat şemasındaki 7 ana organ dışında önemli bir kulübü olan Enerji Kulübü’nün başına, ilk kez, tam üye olmayan, diyalog ortaklığı gibi işlevsel değeri bulunmayan konumdaki bir ülkeyi getirdi. Gözlemci üyelere, aday üyelere yapılmayan, Rusya’nın önerisiyle kurulan Enerji Kulübü kapsamında Türkiye’ye yapıldı.

ŞİÖ bu adımıyla Türkiye ve dünyaya şu mesajı verdi: “NATO üyesi olan Türkiye, ŞİÖ üyesi olamaz. Ama Türkiye’yi batı ekseninden mümkün olduğunca koparmak, göreli olarak bağımsız hareket etmesini sağlamak için ŞİÖ adım atmayı sürdürecek”. Rusya ve Çin; Türkiye’deki egemen siyasetin, ŞİÖ seçeneğini iç kamuoyuna yönelik bir mesaj, ABD ve AB’ye karşı bir koz, taktik bir adım, geçici bir dayanak, kapsamlı – yapısal olmayan, dönemsel bir çıkış olarak gördüğünün farkında. Ama yine de Türkiye’yi batıya karşı biraz daha bağımsız hareket etmeye özendiriyorlar. Türkiye’yi Avrasya cephesine tam anlamıyla katamayacaklarını bildikleri halde, Atlantik bağımlılığını bir nebze olsun azaltmasını sağlamak istiyorlar.

BATI BAĞIMLILIĞI YAPISAL

Biraz gerilere gidelim. 2. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’nin dünyadaki konumunu anımsayalım. SSCB tehdidine ilişkin kamuoyundaki algı, ABD propaganda aygıtı tarafından da beslenirdi. 1952’deki NATO üyeliği öncesinde, 1946’da Truman Doktrini ile başlayan süreçte, ABD’nin iç ve dış siyasetteki ağırlığı hızla artmıştı. İki kutuplu düzende, Türkiye ulusal yön duygusunu, kendine güvenini büyük yitirdi. Kuvayı Milliye Ruhu’na, verdiği antiemperyalist savaşın, Milli Mücadele’nin amacına ihanet etti. Egemen söyleme göre; “NATO üyeliği ülkemizi SSCB tehdidine karşı korumuş, ordumuzu modernize etmişti”. Ama Türkiye’nin sadece ordusu, dış politikası, bürokrasisi değil, eğitimi, sanayisi, üniversitesi, toplumsal yapısı, kültürü de ABD emperyalizmi tarafından şekillendirilmişti. ABD; Gladyo, Süper NATO, güvenlik bürokrasisi ve desteklediği darbeler üzerinden siyaseti biçimlendirdi.

Bu bağımlılık belli kesimler dışında pek sorgulanmadı. Türkiye’nin sanayileşme hamlesi, ulusal savunma sanayisine sahip olma iddiası durdu. Bilim dünyası tembelleşti. Ülkemiz, batıya bağımlı bir teknoloji çöplüğüne dönüştü. Fikir hayatı kısırlaştı. Siyasal yaşamı yozlaştı. Paranın egemen olduğu, kamu kaynaklarının yağmalanıp, yandaşlara dağıtıldığı partiler sistemi öne çıktı. Çok parti, tek program vardı artık: Batı emperyalizminin dayattığı ekonomi politik… Türkiye bu rüyadan Johnson Mektubu sayesinde az da olsa uyandı. Kıbrıs Barış Harekâtı nedeniyle maruz kaldığı ambargo sonrası, ulusal savunma sanayisine sahip olmaya çalıştı.

ABD, DARBELERLE SİYASETİ YÖNLENDİRDİ

Bu süreçte ABD, NATO üyeliği üzerinden, ordu ve büyük sermaye eliyle siyaseti denetledi. Ordu sadece askerlikle uğraşan, jeopolitik ve jeostratejik birikim sahibi bir kurum olmadığı, aynı zamanda ideolojik bir kurum olduğu için, NATO üyeliği, orduyu Kurtuluş Savaşı yapan, Cumhuriyet kuran o devrimci gelenekten, görkemli birikiminden, halkçı - emekçi hassasiyetlerden kopardı. Darbeler, son olarak da 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimi bunu kanıtladı. ABD Harp Akademisi West Point’ten alınan diploma, Harbiyeli Ruhu’nun önüne geçti. Soğuk Savaş yıllarında ABD’nin Türkiye’ye verdiği önem, SSCB’nin Türkiye için oluşturduğu tehditten kaynaklandığı, Türkiye’nin jeopolitik değeriyle açıklandığı için, Soğuk Savaş bittiğinde Türkiye’de “Acaba Türkiye’nin önemi azaldı mı?” tartışması yapıldı uzunca bir süre.

Soğuk Savaş sonrası ABD bu kez Türkiye’ye Orta Asya’da Rusya’nın nüfuzunu dengeleme görevi verdi. Türkiye başlangıçta buna heves etti, ama gücü yetmedi. Siyasal nüfuzu, devlet kapasitesi, sermaye birikimi, yatırım gücü, ekolojik hakimiyeti, hegemonik kabiliyeti elvermedi. Kırılgan ekonomik yapısı, batı bağımlısı iç ve dış politikası, yüksek dış borcu, enerji bağımlılığı, savunma sanayisi dahil ileri teknoloji gerektiren alanlarda dışa bağımlılığı büyük olan bir ülke için, sözleri iddialı, fakat gücü kısıtlı bir ülke olduğu görüldü. Bunlar olmayınca da, “jeopolitik değer”, “tarihsel – kültürel bağlar”, “imparatorluk bakiyesi miras”, “dost, kardeş, akraba topluluklar”, son olarak da “stratejik derinlik” söyleminin etkisinin sınırlı ve geçici olduğu acı derslerle öğrenildi.

COĞRAFYADAN BAĞIMSIZ DIŞ POLİTİKA OLMAZ

Napolyon’un sözüdür: “Bir ülkenin kaderi, coğrafyasıdır”… Hiçbir ülke coğrafyasına, enerji bağımlılığına, ekonomik kabiliyetine rağmen dış politika yapamaz. İttifak kuramaz. Sağlıklı, kalıcı, sürdürülebilir ittifaklar için; ortak değerlerin, ilkelerin, ülkülerin, hedeflerin, tehdit algılarının paylaşılması; ekonomik hacimlerin yakın – benzer olması; coğrafi bütünlük bulunması gerekir. Aksi halde, eşitler arasında ilişki olmaz. Bir veya birkaç güç öne çıkar, ittifakı yönetir, yönlendirir. Bu NATO’da ABD’dir. Avrupa Birliği’nde Almanya’dır. ŞİÖ’de Rusya ve Çin’dir. Büyük devlet adamı; bu çelişkilerden yararlanır. İhtiyaçlar değişince ittifakların da değiştiğini, her ittifakın karşı ittifakı doğurduğunu bilir. Jeopolitiği; stratejinin üç unsuru olan kuvvet, zaman, mekân dengesini gözeterek en verimli şekilde kullanır.

Lozan’ı küçümseyenlere, Cumhuriyet’i beğenmeyenlere, Osmanlıcılık yapanlara anımsatmak gerekir: Kırım Savaşı münasebetiyle 1854 yılında ilk dış borç alındığında da, 93 Harbi sonrasında Osmanlı ile Rusya arasında Ayastefanos Anlaşması imzalandığında da aynı coğrafyadaydık, Cumhuriyet sonrasında Balkan Antantı, Sadabat Paktı imzalandığında da. Tüm bu olaylar yaşanırken tarihsel, kültürel mirasımız da aynıydı. Mesele, gerçekleri gören, tarihi bilen, kendine güvenen, jeopolitikten yararlanan akla sahip olmaktır.

Kıssadan Hisse: Türkiye; “ŞİÖ mü AB mi?”, “ŞİÖ mü NATO mu?” tartışması yapmadan önce tarımını, sanayisini güçlendirmeli, ekonomisini düzeltmeli, eğitim – bilim – teknoloji politikalarını çağa uygun hale getirmelidir. Kendi coğrafyasına uygun, kendi ihtiyaçlarını gözeten, kendi çıkarlarını koruyan bütüncül bir stratejiye kafa yormalıdır. Batı bağımlılığını sorgulamalıdır. Gümrük Birliği’ni tartışmalıdır. Bunlar olmadan yapılan tüm tartışmalar, havada kalır.

Barış Doster

Odatv.com

ab Şangay şanghay Rusya çin ABD almanya nato arşiv