Mümtaz idil: Şiddet bir virüs mü

Şiddet bir virüs mü? Batılı bilim adamlarından bazıları şiddetin bir virüs olduğunu ve insandan insana geçerek yaygınlaştığını savunuyorlar. Akla...

Şiddet bir virüs mü?

Batılı bilim adamlarından bazıları şiddetin bir virüs olduğunu ve insandan insana geçerek yaygınlaştığını savunuyorlar.

Akla yakın bir açıkama. En azından bizim gibi ülkelerde şiddetin giderek yaygınlaştığı düşünülürse geçerli bir açıklama.

Gün geçmiyor ki gazetelerin üçüncü sayfalarında kadına yönelik şiddetten örnekler olmasın.

Ama “şiddet” eğer devletten geliyorsa, işte o zaman iki dakika düşünmek gerekir. Şiddeti önlemek birinci görevi olan devlet, şiddette başı çeken bir kurum haline dönüşüyorsa, ortada şiddetten de öte sağlıksız bir durum var demektir.

Buna devlet terörü adını takmak yanlış olmaz.

Örneğin, uzun tutukluluk dönemleri başlı başına bir şiddet uygulamasıdır. Bunu kabul etmemek olanaksız, ama iş onunla kalmıyor, bir de “F tipi” denilen koğuşlarda yaşananlar var, ki bunu kelimelerle anlatmak mümkün değil.

TECRİT CEZASI

Öncelikle, dünyanın en ağır işkencelerinden biri sayılan “tecritte tutma” rahatlıkla uygulanıyor. Tuncay Özkan’ın dediği gibi, insan gölgesiyle bile konuşma ihtiyacı duyuyor. Kendiyle dertleşiyor, duvardaki gölgesini tekmeliyor ve “tüm suç sende, o halde ben niye buradayım,” diye bağırabiliyor.

Bununla da kalmıyor, kazayla yan koğuştakilerden birine laf atarsanız, selamlaşırsanız bu kez de açık görüşme hakkınız elinizden alınıyor. Gardiyanlarla bile konuşmanın yasak olduğu o karanlık evrende, tek duyduğunuz ses televizyondan gelen mekanik insan sesleri oluyor.

Şiddetin artma eğilimi, şiddetin varlığı ve kanıksanmasıyla doğru orantılı olarak gündeme geliyor. Sosyologlar da bunun toplumsal bir olgu olduğunu öne sürüyorlar. Bir anlamda, şiddet bir toplumda yaygınlaşıyorsa, durmasını beklemeyin daha da yaygınlaşacak demek istiyorlar.

Bundan yüz yıl kadar önce, gelişmiş Batılı ülkelerde de, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu, şimdinin gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelerinde uygulanan taktik uygulanmaktaydı. Medya (günümüzdeki kadar görsel olmasa da), yayınlarının bazı bölümlerini cinayet, intihar veya trafik kazası haberlerine ayırıyordu. Daha sonra bu yayınları inceleyen David Phillips gibi bilim adamları, bu tür yayınların şiddeti arttırdığını kanıtladılar.

Bunun bir de devlet adına yapıldığını düşündüğünüzde, işin boyutlarının nerelere varacağına insanın aklı ermiyor. İzmir’de karakolda dayak yiyen ve ardından da polise mukavemet ettiği için hakkında 6 yıla kadar dava açılan kadının durumunu düşündüğümüzde, gözönünde olmayan nice olayların cereyan ettiğini tahmin etmek mümkün. Metin Göktepe’nin polis tarafından öldürülmesinin yıldönümünde de bu daha anlamlı oluyor

Yine David Phillips, spor diye göklere çıkarılan boks maçlarının da şiddeti artırdığını öne sürüyor.Phillips’in yaptığı araştırmaya göre, Muhammed Ali’nin 1975’te yaptığı iki karşılaşmadan sonra ölüm olaylarında müthiş bir artış olmuş. Özellikle Manila’daki karşılaşmadan sonra 108 kişi şiddete maruz kalarak ölmüş. Phillips, bunun normalin 26 kat fazlası olduğunu belirtiyor (Bilim Teknik, Temmuz 1987, s.38-39, 47).

DEVLET ŞİDDETİ

Şiddetin yaygınlaşmasında devletin rolünün etkinliği tartışılmaz. Bunun en dehşetli örneği yakın geçmişte Irak’ta yaşandı. Ancak, daha da vahim olanı, savaş ortamında olmamasına karşın, şiddetin orta öğretim düzeyine kadar bile inebilmiş olması. Şiddetin bir virüs gibi yaygınlaştığı görüşü de burada ağırlığını gösteriyor. Medyanın da buna katkısı tartışılmaz hale geliyor.

Şiddetin yaygınlaşmasının, kapitalistleşme sürecini tam olarak tamamlayamamış ülkelerde, bu sürecin başını çekenlerin işine yaradığı da kesin. Devlet bu nedenle şiddete başvuruyor zaten. Arjantin ve Şili’deki darbelerden sonra insanların akıl almaz işkencelere maruz kaldığı, bizim ülkemizde de 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbelerinden sonra binlerce insanın devletin şiddetinden kaçamadığı ortada. Şimdi ise askerin yerine geçen sivil vesayet en akıl almaz işkenceleri uyguluyor. İnsanların canını acıtmıyor belki ama ruhunu en kökünden söküp alıyor.

İnsanın zaten doğasında bulunan ve sevgi kadar büyük bir potansiyele sahip bulunan şiddet dürtüsü, yaygınlaştıkça toplumsal ilgi odağı haline gelmektedir. Şiddetten ürken, korkan ve bulaşmamaya çalışan insanların bile kendilerine bir şekilde dokunacağı korkusuyla şiddete karşı şiddetle başvurmaya hazırlandıkları rahatça gözlenebilir. Bu hayvansal bir içgüdü olduğundan, karşı koymak da çok zordur. Artık çocuğunu okula gönderen ebeveynlerden, sokakta yürürken çöp kutularından uzak durmaya çalışan, müşteri alınca arka koltukta oturmasından tedirgin olan taksi şoförlerinden, kapı çalındığında tedirgin olan ev kadınlarına kadar tüm toplum tedirginlik sandalyesine oturtulmuş demektir.

YÖNETMEK KOLAY

Türkiye gibi tedirgin ve ürkek toplumları yönetmek çok daha kolaydır, çünkü yönetime karşı şikayetleri olsa bile, başkalarına olan güveni sarsıldığından, birleşip de karşı koymak, yani başka bir deyişle örgütlenmek gibi bir yola asla başvuramazlar. Güven sarsılmıştır, her an her köşede şiddet kol gezmektedir, sevgi bastırılmıştır vb… En yakın dostuna, akrabasına ve hatta zaman zaman kendisine bile güven duymayan ürkek bireylerden oluşan bir toplum yaratılmıştır. Daha da korkuncu, devlet bizzat şiddeti uygulamakta ve bununla toplumu baskı altında tutmaktadır.

Bütün bunlar, insanın doğasındaki şiddet duygularını harekete geçirmeye yeter. Aile içinde şiddet uygulayan kişiler, bunu sokağa taşırmak eğilimindedir zaten ve fırsatını buldukça da yerine getirecektir. Potansiyel şiddet unsurları, kültürsüzlükten de kaynaklanan bir cesaretle, evinden çıkıp sokaklarda dolaşmaya başlamıştır.

Tek taraflı olmadığı hayvan deneyleriyle de kanıtlanan şiddet, elbet maruz kalan kişi veya kişilerce de bertaraf edilmeye çalışılacaktır, ancak bunun adı savunma olmayacak, karşı şiddet olacaktır. Şiddet olayını iki katına çıkartan bir ortam doğmuştur artık. Şiddete şiddetle karşılık verme zorunluluğu, yatışmayı ortadan kaldıracaktır.

Yönetimler, bunun dengede kalması için savaş vereceklerdir. Şiddetin dozunu her zaman ayarlamaya çalışacaklarına inanlar, içkiyi istediği zaman bırakacağına inanan alkolikler gibidirler, asla dengeyi bulamazlar. Şiddet, fitili ateşlenmiş dinamit lokumu gibidir, patlayıncaya kadar durmaz. Patladığı zaman da, adı değişmiştir artık: İç savaş.

Kuşkusuz, iç savaşa giden yolda da terörle kol kola hareket edecektir.

BAŞTA MASUMDUR

Akıl kalkanlarıyla baskı altına alınan ve eyleme dönüşmesi kısmen de olsa engellenen şiddet, kişi bazında kaldığı sürece kendine zarar vermekten çevresindeki canlı cansız her şeye zarar vermeye kadar varabilir. Bunlar kim zaman son derece masum görüntülerdir. Olmadık yerde, canını hiç yakmayacağını düşündüğü sevgiliye atılan tokattan, yerdeki teneke kutuya vurulan tekmeye kadar çok geniş bir yelpazededir şiddet. Başta masumdur, kendi halindedir ve pişmanlık duyguları sürekli dozu engellemeye çalışır. Ancak, kalkanların bir an zayıflaması ile kendine küçücük bir boşluk bulan şiddet bir kez “ağır bir hasara” yol açarsa, artık onu dizginlemek güçleşir. Kişi artık savunma mekanizmalarına sığınacak ve yaptığı işin doğruluğuna kendini inandırmaya çalışacaktır. Kumara para kaptıran saf vatandaş gibi, kağıtlardan hırsını almak ve kaybettiğini telafi etmek üzere bir daha masaya oturacaktır.

Şiddete maruz kalanın da şiddetle cevap vermesi zorunluluk haline geleceğinden, gerçekten de bir virüs gibi hızla yayılma eğilimi gösterecektir. Bu yayılma, toplumun birinci dereceden sorunu haline geleceğinden, diğer sorunlar bunun birer türevi gibi görünme eğilimindedir.

Sonunda, şiddetten rant umanlar, gün gelip de ağabeyi terör ile baş edemeyince, ufak tefek fevri olaylar, münferit vakalar olarak görülen şiddet, kontrolden çıkacaktır.

Mümtaz İdil

Odatv.com

şiddet mümtaz idil arşiv