Halit Kakınç yazdı: Şeyhlerinin sidikli donlarında keramet arayanlar

Ey Müslümanlar… Kendinize gelin! Bu adamlar inancınızın düşmanıdır...

Hangileri olursa olsun, tarikatların önüne set çekmeli, ipliklerini pazara çıkarmak zorundayız. Latince’de bu konuda çok güzel bir söz vardır:

Argumentum Ad Verecundiam!

Yani, bir tezin savunulması esnasında gösterilen kanıtlardan birinin, önemli addedilen bir kişinin de aynı tezi savunuyor olması kastedilir... Bizim örnekte, son derece olumsuz bir olgudur bu.

Çünkü, bu kavrama ait en ilgi çekici özelliklerden biri, kanıt olarak gösterilen otoritenin, otorite kimliğini aslında söz konusu tartışma ile ilgili olarak kazanmamış olmasıdır.

İnsaf… Pes…

‘Bu şöyledir, çünkü ‘a’ da öyle söylemiştir!..’

‘Bu fikir doğrudur, çünkü şu kitapta da öyle yazmaktadır!..’

Oha…

İnanın, Deizm’e yakın bir yorumcu olarak, inanmış Müslümanların adına ben bile isyan ediyorum.

Cevaplar her nedense Hz. Muhammed’den değil de, ondan çok sonra gelen ve de kerametleri kendi rivayetleri olan düzmece âlimlerden bekleniyor. Bu dini en iyi yaşayan tartışmasız Hz. Muhammed olduğuna göre, kimi Müslümanlar tarafından örnek alınması gereken onun yaşantısı olmak durumunda iken, devreye donları sidikli ve çorapları kokulu meczuplar sokuluyor.

Ve bunlar, tasavvuf denilen karmakarışık çorbadan kaşıkla sunuyorlar. Kendinize gelin, ey cahil/cühela taifesi…

Gelelim sadede:

Tasavvuf, tamamen İslâm dışı bir olgudur… İslâm’ın herhangi bir şekli filan değildir… Tamamen Hint kökenlidir… Kendini toplumdan soyutlamayı tavsiye eden geri zekâlı, çağdışı bir öğreti kalıntısıdır.

Hayattan tamamen kopuk, soyut-ezoterik bir afyondur.

Tasavvuf, Sanskritçe ‘savf’tan gelir, Grekçe ‘sophie’ diye geçen sözcük tasavvuf kelimesinin ‘savf’kökü ile aynı şeydir. Yunan felsefesindeki Panteizm’in kaynağı da Hinduizm’dir. Tasavvuf ile Yunan felsefesi birbirlerine çok benzerler.

Ezoterik bilgiye, yani doğrulanamayan, içe doğan bilgilere dayanan tasavvuf, bilim ya da bir disiplin değildir. Benim içime böyle doğdu, ben İslâm’dan şunu anlıyorum diyen bir kişinin ortaya koyduğu, hiçbir bağlayıcılığı olmayan uyduruk bir söylemdir. Batınî bilgidir. Zahirî bilgi ise kanıtlanabilirliği olandır.

İslâm dininde, batınî bilgi diye bir şey yoktur. Hiç bir İslâm âlimi, kendisine ilham olan bilgilerden söz etmez. Tersine, söz gelimi Ebu Hanife (İslâm fıkıh ve hadis ilgini. Dört fıkıh mezhebinden birisi olan Hanefi mezhebinin kurucusu) gerçek bir akademik disiplinle “Benim söylediğimi Nâs’tan doğrulayamıyorsanız, yapmayın” demiştir.

(Nâs Sûresi: Kul, euzü birabbin nâs, melikin nâs, ilâhin nâs, min şerril vasvasil hannas, elleziy yuvesvisu fiy sudûrin nâs, minel cinneti ven nâs.)

De ki: Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melik’ine, insanların İlah’ına sığınırım.)

Konu uzayacak.

Bu aşamada Bertrand Russell’in ünlü bir sözü ile noktalayalım yazıyı: “Dünyanın başındaki en büyük belâ, salakların ve cahillerin kendilerinden çok emin olmaları, zeki ve bilgi sahiplerinin ise şüphecilikten bir türlü kurtulamamalarıdır.”

Halit Kakınç

Odatv.com

Halit Kakınç yazdı: Şeyhlerinin sidikli donlarında keramet arayanlar - Resim : 1

halit kakınç cemaat arşiv