Sermayenin iflah olmaz "reform sevdası"nın kaynağı ne

1980 sonrası dönemde sürekli taban kaybetmesine neden olan neo-liberal küreselleşmeci politikaların savunucusu olmaya devam mı edecek, ekonomik ve siyasi bağımsızlık fikri üzerine kurulmuş cumhuriyetin savunucusu mu olacak?

Referandum öncesinde uluslararası mali sermaye, referandum sonrasında ise yerli sermaye kesimlerinden gelen açıklamalar piyasaların “evet” yanlısı bir tutum içerisinde olduğunu ortaya koydu. Biz de bu yazımızda piyasalar niçin “evet” yanlısı sorusunu yanıtlamaya çalışacağız. Yanıtlayabilmek için ise öncelikle bu açıklamaların bazılarını sizlerle paylaşmakta yarar var.

Referandum öncesi açıklama yapan, Oxford Economics’den Nafez Zouk, "Sonucun her iki şekilde de çıkması olası ancak ‘evet’ çıkması Erdoğan'ın gücünü artırmasıyla yılın 2. yarısında öncelik vermesini beklediğimiz ekonomi politikaları açısından daha az yıkıcı olur..." diye konuşurken, Fitch Ratings’den Paul Gamble, referandumdan ‘evet’ sonucu çıkması halinde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ekonomiye en yüksek önceliği vereceğine inandığını, Türkiye'nin ekonomik reform sürecinin Erdoğan'ın mirasının temelini oluşturduğunu, 2019'a kadar seçim yapılmayacak olmasının yapısal reformları yerine getirmek için fırsat oluşturduğunu ifade etmiş.

(http://www.bloomberght.com/haberler/haber/2003451-oxford-economicsten-referandum-ve-piyasa-yorumu), (http://www.bloomberght.com/haberler/haber/2003406-fitchten-halk-oylamasi-aciklamasi)

Referandum sonrasında bir açıklama yapan TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik’in konuşmasında da benzer başlıklar, benzer temenniler olarak ön plana çıkarılıyor. "İş dünyası olarak dün Başbakan'ın 'halk oylamasının kaybedeni yok” cümlesini sevdiklerini, artık birlik ve reform zamanı olduğunu söyleyen Bilecik, konuşmasının devamında, demokrasi, ekonomi ve AB ile ilişkilerin üç önemli başlık olduğunu, artık seçim değil reformu konuşmak, bunları hayata geçirmek gerektiğini belirtmiş. TÜSİAD adına yapılan bu açıklamada, “demokrasi” derken neyin kastedildiğinin, son Anayasa değişikliği kapsamında ne tür şeyler yapılarak “demokrasi”nin geliştirilebileceğinin açıklanmasına gerek duyulmamış. Bir yandan “demokrasi” kelimesi ağızlardan düşürülmezken, diğer yandan hayırcı kesim tarafından oyun oynanırken kural değiştirmekle suçlanan Yüksek Seçim Kurulu’nun mühürsüz oy pusulası kararı, “doğal olarak” es geçilmiş, görmezden gelinmiş, zımnen de olsa görmezden gelinmesi talep edilmiş. (http://www.bloomberght.com/haberler/haber/2004045-tusiadbilecik-is-dunyasinin-artik-zaman-kaybina-tahammulu-yok)

Benzer bir açıklama da seçim gecesi Fox Tv’de konuşan Ertuğrul Özkök’den gelmiş, seçim sonuçlarını tartışmak yerine geleceğe bakılması, özellikle ekonominin sorunlarına odaklanılması gerektiğini ifade etmişti.

Gerek uluslararası gerekse yerli sermaye kesimlerinden gelen bu yorumların ortak yanı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “ekonomik reformlar” yapacağına inanıyor olmaları. 2019’da yapılacak seçimlere kadar olan iki yılın, özlemle bekledikleri anlaşılan bu “reformları” yapmak için değerlendirileceğini düşünüyorlar.

Nitekim kredi değerlendirme şirketlerinin not indirimleri sonrasında, "Rating kuruluşlarına vereceğimiz en iyi cevap yapısal reformları daha da hızlandırmak, mali disiplini korumaktır. Durmak yok reformlara devam" şeklinde açıklama yapan Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, referandum sonrası yaptığı açıklamada, “Türkiye için en kötüsü geride kaldı. İstikrar reformla desteklenirse kalıcı güçlü refah artışı getirecek" diyerek, “reform” beklentisi içerisindeki iç ve dış finans çevrelerine olumlu bir mesaj gönderdi.

( https://tr.sputniknews.com/ekonomi/201609241024976785-mehmet-simsek-moodys/), (http://www.fortuneturkey.com/simsek-turkiye-icin-en-kotusu-geride-kaldi-44661)

Bu noktada, öncelikle “Nedir bu Godo’yu bekler gibi beklenilen yapısal reformlar?”, “Sermaye kesimlerinin bu iflah olmaz reform sevdasının altında neler yatıyor?” sorularına kısaca yanıt verdikten sonra, bu beklentinin gerçekleşme olasılığını tartışmaya çalışacağım.

Daha önce de çeşitli kereler yazdım. Sermaye kesimlerince “reform” derken kastedilen şey;

- Neo-liberal küreselleşmeci serbest piyasacılığı siyaseten değişmez/değiştirilemez kılacak hukuki güvenceleri sağlayacak mevzuat düzenlemelerinin gerçekleştirilmesidir.

- Özellikle ekonomik politika tercihleri, ekonomik politikaların uygulanması ve uyuşmazlıkların çözümü konusunda ulus devletin yetkilerinin daraltılıp, sermayenin kontrol ve güdümündeki uluslararası/ulus üstü kurumların hükümranlık alanının genişletilmesidir.

- Eğitimin, neo-liberal küreselleşmeciliğin kafalara işlenmesini sağlayacak şekilde yeniden şekillendirilmesidir.

- Ulus devleti, ekonomik ve siyasi bağımsızlık kavramlarını çağrıştıran şeylerin, “faşist”, “dışlayıcı”, vb. nitelemelerle gözden düşürülmesi, eğitim sisteminden ayıklanmasıdır.

- “Demokrasi” kavramını dillerinden düşürmeksizin demokrasiyi büyük ölçüde askıya almayı öngören düzenlemelerin, samimi bir demokrasi talebiymiş gibi topluma sunulmasıdır. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi kılıfı altında eyalet sisteminin savunulması, “kimlik siyasetini” liberal olmak ya da demokrasi sanan kesimleri yapısal reformcu kampa çekmek için kullanılan zehirli elmadır. (http://dagarcikturkiye.com/yapisal-reformcu-piyasaci-korosuna-merkez-bankasi-da-katildi-yd-1909.html), (http://odatv.com/en-degerli-500-marka-bize-neyi-anlatiyor-2903171200.html)

Gelelim bu beklentilerin/reformların gerçekleşme olasılığının ne olduğu konusuna.

Acil yapısal reform beklentisi içerisinde olan kesimler açısından temel sorun, Evet Bloğunun (AKP, MHP ve Cumhurbaşkanı) 7 Haziran seçimleri sonrasında benimsediği ve referanduma yönelik propaganda döneminde de dozunu artırarak sürdürdüğü batı (AB, ABD) karşıtı söylemlerden vazgeçip geçemeyeceği, küresel sermaye çevrelerinin ve yerli işbirlikçilerinin yapısal reform beklentilerini karşılayıp karşılayamayacağı. Seçim sonrası yeniden piyasacı televizyon kanallarının gözdesi haline gelen koşulsuz AB savunucusu yazar ve akademisyenlerin yoğunluğundan anlaşıldığı kadarıyla, benzer bir soru işareti, hükümetin hiçbir zaman gerçekleşmeyecek AB havucunu (piyasacı tabirle “AB hikayesi/çıpası”) bir kez daha toplumun önüne koyma konusundaki tavrı için de geçerli. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/unal-cevikoz/ab-cipasi-ne-demektir-neden-kaybedilmemelidir-40320521)

Bu noktada, dikkat çekilmesi gereken diğer bir sorun, uluslararası sermaye çevrelerinin yapısal reform beklentileri ile AGİT Raporunda ifade edilen seçim sürecine yönelik eleştiriler arasına sıkışmış AB üyesi ülkelerin -üstelikte siyaseten ve ekonomik olarak çok kırılgan oldukları bir dönemde- genel olarak çok başarılı oldukları ikiyüzlü tutumu sürdürmeyi başarıp başaramayacakları konusu. Çok öne çıkmasa da Beyaz Saraydan gelen tebrik açıklamasından da anlaşılacağı gibi, benzer bir durum aslında ABD açısından da geçerli.

Referandum sonrası MHP, AKP yöneticilerinden ve tabii ki Cumhurbaşkanından gelen açıklamalar bu tercihin yönünün ne olacağı konusunda etkili olacak ancak, referandum sonucuna ilişkin tartışmaların sürdüğü bir ortamda, referandumdan az farkla evet çıkmasının iktidarın kredibilitesi/iş yapabilirliği üzerinde baskı oluşturduğunu ve bu durumun belirsizliği artırdığını ifade eden Moody's in de vurguladığı gibi, yeterli olamayacaktır. (http://www.bloomberght.com/haberler/haber/2004936-moodys-referandumdan-az-farkla-evet-cikmasi-belirsizligi-artiriyor)

Bu noktada sürecin diğer aktörlerinin yani MHP’deki muhalif kanat ve HDP’nin ama özellikle Kasım 2002 sonrasındaki tutumuyla Turgut Özal ve Kemal Derviş tarafından belli aşamaya getirilmiş olan birinci kuşak yapısal reformların mecliste ciddi bir muhalefetle karşılaşılmaksızın tamamlanmasını sağlayan CHP’nin alacağı tavır büyük önem taşıyor. 1980 sonrası dönemde sürekli taban kaybetmesine neden olan neo-liberal küreselleşmeci politikaların savunucusu olmaya devam mı edecek, ekonomik ve siyasi bağımsızlık fikri üzerine kurulmuş cumhuriyetin savunucusu mu olacak?

Ahmet Müfit

Odatv.com

sermaye reform ahmet müfit AKP arşiv