“SEN BU İŞTEN NE ANLARSIN, ONU ULEMAYA SOR”

Sayın Başbakan’ın gündem değiştirmek için hiç yeri değilken söylediği “kürtaj cinayettir” sözüne, Sağlık Bakanı ile Aile ve Sosyal Politikalar...

Sayın Başbakan’ın gündem değiştirmek için hiç yeri değilken söylediği “kürtaj cinayettir” sözüne, Sağlık Bakanı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı’nın desteği yetmemiş, Diyanet İşleri Başkanı’nın fetvası gecikmeden imdada yetişmiştir.

Sakarya’nın Sapanca ilçesinde düzenlenen il müftüleri toplantısında konuşan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, kürtajın dinen “haram ve cinayet hükmünde” olduğunu söyleyerek, Başbakan’a destek vermiştir.

Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da, Diyanet’in bu konuda fetva vermesini olumlayarak, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevini laiklik ilkesi çerçevesinde değil, Kuran ve sünnete uygun yapacağını ve Anayasa’nın 136. maddesinin kaldırılması gerektiğini söylemiştir.[1]

Diyanet İşleri Başkanı’nın verdiği fetva ve Başbakan Yardımcısı’nın sözleri Atatürkçü laik Cumhuriyet yönünden birbirinden tehlikeli ve Türkiye’de yaşanan İslami gelişmenin ulaştığı düzeyi göstermesi yönünden çok önemlidir. Her iki açıklama da göstermektedir ki, Türkiye artık, “Sen bu işten ne anlarsın, onu ulemaya sor” dönemine girmiştir. Bundan böyle Diyanet, siyasetin sözlerini onaylayarak ya da istediği yönde fetva vererek görev yapacaktır.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın laiklik ilkesine uygun biçimde değil de, Kuran ve sünnete, yani şeriata göre görev yapacağının ilanı, Türkiye Cumhuriyeti diyanet düzeninden, Osmanlı dönemi şeyhülislamlık düzenine geçildiğini göstermektedir. Yani fetvalar dönemi; toplumsal ve devlet yaşamına fetvaların yön vereceği dönem yeniden başlamaktadır.

Bunun için midir bilinmez, durduk yerde Diyanet İşleri Başkanı’nın “Devlet Protokolündeki yeri, 51. sıradan 10. sıraya alınmış, tam 41 basamak yükseltilmiştir.[2]

Üstelik yukarıdaki sözlerin, icra organının bir üyesi tarafından dile getirilmesi çok daha vahim bir durum yaratmakta, laik düzenin yıkıldığını kanıtlamaktadır. Kuşkusuz bu sonuca, 10 yıldır yaşanan laiklik dışı yüzlerce yasal ve yönetsel düzenleme, uygulama ve etkinlikler göz önüne alınarak varılmaktadır.

Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yi “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” ilan etmesinin haklılığı bir kez daha kanıtlanmaktadır. Bununla birlikte, Yüksek Mahkeme’nin, Anayasa’nın ve Cumhuriyet’in ihlali anlamına gelen bu kadar ağır bir suçlamadan sonra verdiği cezanın haksızlığı da gözler önüne bir kez daha serilmektedir.

Başbakan’a, onu destekleyenlere ve bu bağlamda Diyanet İşleri Başkanı’na dini yönden en güzel yanıtı, önceki Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz vermiş, anne için yaşamsal bir durum varsa kürtajın yapılabileceğini, annenin psikolojik durumunun da “yaşamsal” sorunun bir parçası olduğunu açıklamıştır. Sayın Yılmaz, Bosna’daki Sırp tecavüzleri olayında, Diyanet İşleri Yüksek Kurulu’nun verdiği kararı da, bu tür kürtajlara örnek göstermiştir.

Cumhuriyet’in Diyaneti

Cumhuriyet’in temeli olan laiklik, Anayasa Mahkemesi’nce de çeşitli kararlarında vurgulandığı gibi, İslam dinin özelliklerine bağlı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nde farklı kabul edilmiştir. Bu kabule göre, din ve devlet işleri ayrılmakla birlikte, dinin bireysel vicdanlardan çıkarak toplumsal ve kamusal alana karışmasını engellemek için devlete önlem alma görevi verilmiştir.

Kuruluş döneminde laikleşme sürecinin bir ürünü olarak, 3 Mart 1924 gününde Hilafet ile birlikte Şeriye ve Evkaf Vekaleti de kaldırılmıştır. (428 ve 429 sayılı yasalar) Bu bakanlığın kaldırılmasıyla, dinsel kuralların devlet işlerinden uzaklaştırılması yolunda önemli bir adım atılmıştır. Çünkü bu bakanlık, tüm din işlerini düzenlemekte, devlet kurumlarınca yapılan her türlü işlemin şeriata uygunluğunu denetlemekteydi.

Şeriye ve Evkaf Vekaleti’ni kaldıran 429 sayılı Yasa’nın 1. maddesiyle, Başbakanlığa bağlı bir Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevi, İslam’ın inanç ve ibadete ilişkin bölümünü yürütmek ve dini kuruluşları yönetmek biçiminde belirlenmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, diğer idari kurumlardan bir farkı olmadığının vurgulanması için de bu Başkanlık Başbakanlığa bağlanmıştır.

Devletin ana örgütsel yapısı içinden şeriata uygunluk denetimi yapan bir bakanlığın kapatılıp, yerine İslam’ın yalnızca inanç ve ibadet bölümünü yürütmek üzere ve Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulmasıyla laiklik konusunda önemli bir evre tamamlanmış oluyordu.

Kurucu İrade’nin öngördüğü Diyanet İşleri Başkanlığı’nın özelliğini ve niteliğini yitirmemesi, dini siyasete alet eden/edecek olan iktidarlara olanak sağlanmaması için de, Diyanet İşleri Başkanlığı’na hem 1961 (m.154), hem 1982 (m.136) anayasalarında, bir anayasal kurum olarak yer verilmiştir. Her iki maddede de, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “genel idare” içinde yer aldığı özenle vurgulanmıştır.

1982 Anayasası’nın 136. maddesinde, 1961 Anayasası’na göre bir fazlalık, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “laiklik ilkesi doğrultusunda” çalışacağının vurgulanmış olmasıdır. Bu kuralın aslında önemi yoktur. Daha doğrusu “yararlı fazlalıktır.” Çünkü, Diyanet İşleri Başkanlığı, bir idari birimdir ve diğer idari birimler gibi, anayasal kurallara uymak zorundadır. (m.11) Ne var ki Anayasa Koyucu, “görmeyen gözler, duymayan kulaklar” ve önyargılı yaklaşım nedeniyle anlamak istemeyenler için, bu hükmü fazladan maddeye yazmakta yarar görmüştür.

Sayın Bozdağ’ın bu kuralı hiçe sayarak yaptığı açıklama, niyet ifadesinden öte, yeni anayasada nasıl bir laiklik anlayışının yer alacağını gösterme amacı taşımaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin bir üyesinin bu söylemi aynı zamanda, mevcut Anayasa’ya aykırılık oluşturmaktadır.

Ancak, zaten siyasal iktidar, özellikle Haziran 2011 genel seçimlerinden sonra, 1982 Anayasası’nı yok saymaktadır. Yeni anayasa çalışmaları, Anayasa’ya aykırı biçimde çıkarılan yasalar ve KHK’ler, TBMM ve Hükümet üyelerinin eylem, işlem ve konuşmaları bunun kanıtlarıdır.

Siyasal iktidarın eylem, işlem ve konuşmalarında Anayasa’yı yok saymasının başlıca üç nedeni vardır:

(ı)Muhalefet, sayısal güç yönünden yetersizdir, iktidar çoğunluğuna dayanarak aklına gelen her şeyi yapabilmektedir;

(ıı) bu yapılanlara karşı toplumsal tepki yok denecek kadar azdır;

(ııı) siyasal iktidar, Anayasa Mahkemesi’nin artık kendisine “çelme takmayacağına” güvenmektedir.

Böyle olmasa, Anayasa’nın 136. maddesi halen yürürlükteyken, bir Başbakan Yardımcısı’nın, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın laiklik ilkesine değil, Kuran ve sünnete göre görev yapacağını açıklaması olanaksızdır.

12 Eylül askeri rejimi döneminde Diyanet İşleri Başkanı olan Tayyar Altıkulaç, “bir yasa çıkarılırken dini görüş sorulmasının laiklikle çelişmeyeceğini” söylemiştir.[3] Laik Cumhuriyet rejiminde bu söyleme katılmak olanaksızdır. Bu söylem ancak İslami rejim döneminde geçerli olabilir. Ancak, Sayın Altıkulaç’ın AKP’nin kurucuları arasında bulunduğu ve daha önceki dönemde AKP milletvekilliği yaptığı göz önünde bulundurulduğunda bu söylemin yadırganmaması gerektiği ortaya çıkmaktadır.

Bülent Serim
Odatv.com

Dipnotlar:

[1] Cumhuriyet, Yurt, Aydınlık, 05.06.2012

[2] Osman Bahadır, CBT, 01.06.2012

[3] Saygı Öztürk, Sözcü, 06.06.2012

ulema Bekir Bozdağ arşiv