Salgından sonra ne dinleyeceğiz

Kaan Çağlayangöl yazdı...

Ülkemizdeki müzik piyasasında yer alan ve kendilerine mega, hiper ve ultra yıldız sıfatlarını takan birtakım ünlüler, Corona virüs nedeniyle oluşan durgunluğa ve olan bitene her konuda olduğu gibi yine refleks göstermedi. Müzik dünyasını; müzik emekçileri ve ünlüler olarak ikiye ayırdığımız zaman bu refleks göstermeme hadisesini daha net görebiliyoruz. Müzik emekçileri Corona nedeniyle azalan hatta yok olan gelirlerinden yoksun kalmış durumdalar. Ünlüler cephesinden kimse müzik emekçilerinin haklarını savunmadığı gibi onların sorunlarını da önemsemedi. Sonuç olarak mağdur olan kesim yine ayni kişilerdi; müzik emekçileri olan yevmiye usulü ile çalışan müzisyenler.

Ünlüler cephesi “öldük, bittik, geçinemiyoruz, ne olacak bizim halimiz, battık” derken bildiğiniz üzere geçen hafta müjdeli haber geldi.

SOSYAL MESAFE VE BİLET FİYATLARI

Herkesin bildiği üzere geçen hafta itibariyle açıkhava konserlerinin yapılabileceği açıklandı. Fakat ortada henüz planlanan hiçbir konser yok. İnternet üzerinden bilet satışı yapan web sitelerini incelediğinizde göreceksiniz ki; en yakın konser tarihleri Ağustos sonu ve Eylül’den önce başlamıyor. Çoğu konserin ertelendiği ya da iptal edildiği bilgisi sözünü ettiğim web sitelerinde mevcut. Ağustos sonu ve Eylül’deki konserlere kimlerin gideceği konusu ise herkes açısından büyük bir soru işareti. Bir diğer konu ise açıkhava konserlerindeki seyirci sayısı ve bilet fiyatları arasındaki ters orantı.

Şöyle ki; bir konser salonu düşünün, kapasitesi 1000 kişilik olsun. 1000 kişilik kapasite için bir bilet fiyatı ise ortalama 100 TL olsun. Sosyal mesafe nedeniyle 1000 kişilik bir konser salonuna doğal olarak 300 kişi alınacak. Açıkhava salonunun kirası, ses ve ışık düzeni, konserde çalacak olan müzisyenlerin yevmiyeleri, yol masrafları, konaklama bedelleri v.s. derken 1000 kişi için 100 TL olan bir bilet fiyatı sosyal mesafe nedeniyle 300 kişilik bir konserde doğal olarak yukarıda saydığım masraflar nedeniyle 150-200 TL bandına çıkmak zorunda kalacak. Bu durum başlı başına bir paradoks. Özet olarak söylemek istediğim şu; sosyal mesafe nedeniyle azalacak olan konser salonu kapasitesi bilet fiyatlarına yansıdığında az önce saydığım masraf kalemlerinden ötürü artacak olan bilet fiyatları konserlere olan ilgiyi azaltacaktır diye düşünüyorum.

Sözünü ettiğim bu durumun bir istisnası var. O istisnanın adı sponsor. Yapılacak konserler için sanatçılar ve menajerler sponsor arayışına girecek olurlarsa az önce sözünü edeceğim konser seyircisi ve bilet fiyatları arasındaki ters orantıya çözüm olabilir. Fakat duyduğum kadarıyla büyük firmaların çoğu corona sürecinden olumsuz etkilendikleri için müzik dünyasına sponsor olmaya yanaşmıyorlarmış. Corona elbette sadece müzik ve eğlence sektörünü etkilemedi. Birçok sektör bu durumdan olumsuz olarak etkilendi. Sponsorluk için düşünülen firmaların bu işten maddi olarak kaçınması normal bir durum.

Hadi diyelim ki işler yolunda gitti ve sponsorlar da bulundu ve konserlerin bilet fiyatları çözümlendi, konser salonları rezerve edildi ve konserler doldu.

CORONA’DAN SONRA NE DİNLEYECEĞİZ

Corona döneminde ünlü sanatçılarımızın ve müzisyenlerimizin müzik çalışmaları ne düzeyde gerçekleşti ve ortaya nasıl şarkılar çıktı acaba? Müzik üzerine düşünmek için çok fazla zamanları vardı. Herkes evindeydi. Müzik üretimi de artmıştır diye düşünüyorum. Yoksa yanılıyor muyum? Peki bu süreçte başlayacak olan konserlerde hangi müzikleri dinleyeceğiz? Bize nasıl müzikler sunulacak ve dinletilecek? Bu sorunun cevabı zor değil.

Basit altyapıları olan ve üzerine çok az düşünülmüş “doğru olmayan” tuhaf müzikler, arabesk soslu pop müzikler ve sahnelerde playback şarkı söyleyen şarkıcıları dinleyeceğimiz kesin. Elbette sadece pop müzik dinlemeyeceğiz, devamı var.

“Mainstream” bağnazlığını kendilerine düstur edinmiş olan, “tahta müziği” diye bir müzik türü icat eden, sosyal medyada malt viski paylaşımları yapan, tekne üzerinde yani denizde konser verme hayalleri olan, Dünya Caz Günü’nde caz konserine Kenan Doğulu’yu çıkartmayı akıl eden, sanki yaptıkları müziklerin yurt dışında alıcısı varmış gibi şarkılarına ısrarla yabancı isimler koyan, giyim kuşam markaları ile sponsorluk anlaşmaları yapan ve bu anlaşmaları her fırsatta sosyal medyada duyuran, analog kayıt yapmakla övünüp sonra o kayıtları marifetmiş gibi “spotify ve itunes” dahil birçok digital mecraya açan “bazı” caz müzisyenlerini dinlemeye devam edeceğiz.

Rock müzik yaptığını iddia eden ama rock yapmayan, aslında Türk müziği melodilerini elektro gitar, bas gitar ve davul ile çalan rock müzisyenlerini tekrar sahnelerde göreceğiz.

Bu liste uzar, gider. Ama özet olarak sahneler tekrar açılınca ve konserler tam anlamıyla başlayınca çayın taşıyla çayın kuşunu vurmaya çalışanları dinleyeceğiz.

Ülkemizde bir grup müzik insanı, yıllardır “çayın taşıyla çayın kuşunu vurmayı” kendilerine hedef edinmiş. Bu, bir grup insanın geçmişten günümüze, müzikte yaptıklarının çoğu yukarıdaki deyime uygun düşer.

MÜZİKTE DOYUMSUZLUK

Bir an için küçük bir pasta diliminin bir grup insanın iştahını kabarttığını düşünün. Bu hadise bugünün konusu değil, yıllardır müzik piyasasının içinde bulunduğu durumun bir özeti. Pasta küçük, yemek isteyenler doyumsuz, aslında karınları aç değil, ruhları ve beyinleri doyumsuz. Bu iştahı kabarmış, doyumsuz müzisyenler ve sanatçılar şunu istiyorlar; “bu küçük pasta dilimini sadece biz yiyelim, diğerleri aç kalsa da olur, bizi ilgilendirmez”. İşte asıl sorun bu; paylaşmayı istememek. Fakat hazin olan, bunu yapan müzisyenlerin ve sanatçıların yıllardır bu doyumsuzluklarının farkında olmamaları ya da olmak istememeleri…

Yukarıda saydığım müzisyenlere rağmen bildiği yoldan şaşmayıp sadece iyi ve doğru müzik yapmaya devam eden isimleri de unutmamak gerekiyor. İyi ki onlar var çünkü onların sayesinde insanlar illüzyona maruz kalmadan doğru düzgün müzikler dinleyebiliyorlar.

Kaan Çağlayangöl

Odatv.com

arşiv