SAİD-İ NURSİ’NİN RASPUTİN’LE NE İLGİSİ VAR?

A. Mümtaz İdil yazdı

Gerçek adı Grigoriy Yefimoviç Novih.

1872 yılından sonra doğduğu biliniyor. Tarih tam kesin değil.

Sibirya’da, Prokovskoye köylülerinin ona taktığı isim: Rasputin.

Yoksul bir köylü. Kendini yetiştirmeye çalışmış bir din adamı. Çevresinde “aziz peder” olarak anılmayı sağlayacak kadar ağzı laf yapabilen bir yetenek.

Kendi kurduğu tarikatın lideri.

18 yaşında Verhoture’de bir manastıra kapandı ve Hlisti mezhebinin tüm inceliklerini öğrendi.

Müthiş bir hafızası olduğunu fark etti. Girdiği her ortamı hafızasına kaydedebiliyor, okuduğu en karmaşık kitapları rahatlıkla ezberliyor ve anlayabiliyordu.

Müthiş bir konuşmacıydı. Ezberine aldığı tüm bilgileri sentezliyebiliyor ve bunları yeni bir görüş olarak karşısındakilere aktarabiliyordu.

Bunda, bakışlarının ve kendisine yakıştırılan “hipnoz” yeteneğinin de büyük yararı vardı.

Rus Çarlığı yönetiminin yanlışlarla dolu olduğunu, halkın yoksulluktan kırıldığını görüyor ve bunun için de yeni bir yol öneriyordu.

Rusya’nın din öğretilerinden ayrılmaması konusunda çok ısrarcıydı. Ancak, Hıristiyanlığın da tek başına bu işin üstesinden gelemeyeceğini, daha katı kuralların işlevsel hale getirilmesini savunuyordu.

Çok çocuk sahibi olmayı, herkesin günah olarak nitelediği şeylerden çekinmemelerini ve Tanrı’ya kayıtsız koşulsuz inanmalarını istiyordu.

Bolşeviklerden de, Menşeviklerden de nefret ediyordu.

Onun için kurtuluşun yolu koşulsuz bir dinsel yönetimdi.

Rasputin’in en büyük özelliği ikna gücünün neredeyse sınırsız olmasıydı. Olmadık hastalıkları iyi edebilme, insanların ne yapabileceklerini tahmin gücü vardı. Öldürüleceğini ve bunun da Çarlık soyu olan 300 yıllık Romanov’ların da sonu anlamına geleceğini bir mektubuyla Çariçeye bildirmişti.

Müthiş bir zeka, müthiş bir yetenekti Rasputin. Ama yanlış yerdeydi.

Bütün Rusya’yı dolaşıp, müritler edinirken, Romanovların ve Çarlık Rusyası’nın da ayakta kalmasını sağlıyordu.

Çar olmasa bile, Çar katında bir yerde yetkilerle donanmayı arzu ediyor ve bunu da başarıyordu.

Çar Nikola’ya yakın çevreler bundan rahatsızlık duymuş ve Rusputin’i bir tehlike olarak görmeye başlamışlardı.

Ancak, şurası bir gerçek ki, Rasputin’in ne yapmak istediği hiçbir zaman anlaşılamadı.

Yoksul bir köyden çıkıp Kremlin’in tepesine kadar yükselen hayatında güç her zaman elinde olmasına karşın bunu Nikola ve Çar ailesine karşı hiç kullanmadı.

Çar olmaya belki de bir adım mesafesi vardı, ama zorlamadı. Çar üzerindeki etkisini sürdürmeyi yeğledi.

Kralın Arthur’un arkasında duran Merlin gibiydi.

Said-i Nursi tartışmaları yeniden gündeme gelince, Rasputin ile olan benzerlikleri de aklıma geldi.

Hemen hemen Rasputin ile aynı tarihlerde, 1878 yılında Güneydoğu Anadolu’da Nurs köyünde doğdu.

O da müthiş bir hafızaya ve anlama yeteneğine sahipti. En anlaşılmaz konuları ezberleyebiliyor ve bunu analiz ederek çevresindekilere etkili biçimde aktarabiliyordu.

Rasputin gibi o da gerçek adıyla değil, takma adıyla anılıyordu.

Takma adını da kendisi koymamıştı.

Molla Mehmed Emin Efendi, Mir Said Veli, Molla Fethullah Efendi medreselerinde eğitim aldı.

Said-i Nursi de, tıpkı Rasputin’in Verhoture’de aldığı eğitimden sonra köyüne dönmesi gibi, köyüne döndü.

Çok etkili bir konuşmacı ve üstün bir zeka olduğu hep söylendi.

Bir eserinde Said-i Nursi, Şeyh Mehmet Celali medresesindeki eğitimi sırasında yüzlerce kitap okuyup ezberlediğini yazdı. Üstelik okuduğu kitaplar medrese eğitimi dışında kitaplardı.

Bitlis Valisi Ömer Paşa’nın dikkatini çekmesinin nedeni bu etkili kişiliği ve kıvrak zekasıydı. Bu yüzden de kendisine çalışması için konakta yer ayrılmıştı. Yani, “resmi kabul” başlamıştı.

Bundan sonrası Rasputin ile hiç çakışmıyor. Rasputin’in sarayın büyüsüne kapılması ve etkisini artırdıkça sistemle bütünleşmesi Said-i Nursi ile olan benzerliği bir anda ortadan kaldırıyor.

Bunda hiç kuşku yok ki, (Soner Yalçın’ın ilgili yazısından öğrendiğim kadarıyla), devlet kademesinde ve özellikle de Menderes üzerindeki etkisini Rasputin gibi kullanmamış olması yatmakta.

Kim bilir, belki kullanıldığını hissetti veya düşündü.

Belki görevinin bitmediğini düşünüp, Anadolu’yu birkaç kez daha dolaşması ve düşüncelerini yayması gereğini hatırladı.

Ama şurası bir gerçek ki, dönemine damga vuracak kadar etkili bir kişilik olarak tarih sayfalarında yerini aldı.

Bugün hâlâ tartışılıyorsa eğer, bu tartışmanın siyah/beyaz şeklinde olmaması gerekir.

Kürt Said isyanı karşısındaki tutumu bile kişiliği konusunda ipucu verebiliyor.

Eğer bugün, Soner Yalçın’ın da yazısında belirttiği gibi, Gülen cemaati Said-i Nursi’ye eskisi kadar sahip çıkmıyorsa, nedenini araştırmak gerek.

Bu yazı, kimseyi savunma veya karalama yazısı değildir. Bu yazı insanları tanımak için çaba gösterilmesi gerektiğini anlatmaya çalışan bir yazıdır.

Rasputin için hep kötü şeyler yazılmış ve çizilmiş, şaklabanlıkla bile suçlandığı olmuştur.

Ama 300 yıllık Romanov sülalesini temelinden sarsan da Rasputin’dir.

A. Mümtaz İDİL

Odatv.com

said-i nursi rasputin A. Mümtaz İdil arşiv