Saddam Hüseyin’in ABD’ye yenilmesine neden olan Kesnizani tarikatı ile FETÖ nerede buluştu

Nihat Genç yazdı

Dün Aydınlık’ta Mehmet Akkaya’nın makalesinde okuyunca hatırıma geldi, geçen yıl 15 Temmuz’dan birkaç hafta sonra Ümit Özdağ bir küçük kitap boyutunda Irak’taki KESNİZANİ tarikatını yazar, okuduğumda şaşırmıştım.

Makalenin başlığı: Kesnizani tarikatıyla FETÖ benzerliği.

Benzerlikten öte, tıpkısının aynısı, Kesnizani tarikatı geleneksel bir Kadiri tarikatıdır ancak son otuz yılda tarikat ritüelleri aynen kalmakla birlikte siyasi olarak tam olarak format değişikliğine gitmiş, el altından MOSSAD’la işbirliği ve devletin bütün kritik birimlerine sızmakla öne çıkmıştır.

Kesnizani’nin Irak’taki sosyal yaygınlığı dudak uçuklatacak ölçüdedir, en alt halk katmanlarından askerlere Türk Kürt Sünni en üst bürokrasiye ve hatta Saddam’ın karısı ve çocuklarına kadar.

Kesnizani tarikatına girmeyen yok gibidir, FETÖ benzerliği, tarikat asker ve bürokrasiye hiç zorluk çekmeden kendi üyelerini sokabilmekte, ve MOSSAD ve Amerika’yla gizli işbirliği.

Saddam’ın karısı çocuklarından Irak hava kara komutanlarına kadar herkes tarikat liderinin ayağını elini öpmekte çok büyük bir dini saygı göstermektedir, handiyse üç parçaya ayrılmış Irak’ın ortak bir noktada buluştuğu milli bir tarikat.

IRAK'IN YENİLMESİNİN NEDENİ; KESNİZANİ

Ve Irak’ın işgal yıllarında herkesin sorduğu Irak ‘içinden’ nasıl bu kadar hızla çürüdü ve Amerika’ya karşı milli bir direniş ve milli bir savunma neden geliştiremedi’nin cevabı, Kesnizani yapılanmasında mevcut, açıp okursunuz.

Makalenin asıl şaşkınlık verici yanı şudur, Saddam Amerikan ajanlarına ve silahlarına karşı her türlü tedbiri üstelik vahşi işkenceleriyle alır, ancak, ailesine kadar sızmış Kesnizani tehlikesini göremez ve bu tarikatın kan damarlarına kadar sızmış olağanüstü gücü karşısında hiçbir şey yapamaz, ve sonu olur.

Bize de bu tür tarikat yapılarını çok iyi kullanan MOSSAD ve Amerika’nın gücünü bir daha, 1980’li yıllarda Kenan Evren’le Türkiye’de, aynı yıllarda Enver Sedat’la Mısır’da, aynı yıllarda Irak’ı kılcal damarlarına kadar içinden kuşatan Kesnizani tarikatı’yla, vb. derin İslami yapıların nasıl oldu da bir anda gizli bir el tarafından büyütülmesini bir daha düşünmek kalır.

Irak parçalandı ve milyonlar öldü, Türkiye şimdilik köşeden döndü.

Irak’ta Kesnizani Türkiye’de FETÖ’yle irtibatlı olmayan devlet büyüğü ailesi yazarı çizeri yok gibi.

Kesnizani ya da FETÖ şeyhini yalamamış yutmamış asker bürokrat ileri gelen Irak’ta da Türkiye’de de yok gibi.

Dünyalıların bir güzel sözü vardır, her hastalık bir iyilik getirir. Bu yapıların kökleri bu yapıların kulu ve kölesi olanlar tarafından vicdan ve insanlık, hukuk ve şeffaflık masasına yatırılmadan ‘iyilik’ getirebileceğine inanmıyorum. Ekranlarımızda hala FETÖ savcılarının kucağında on yıl oturmuş hanım yazarımız FETÖ’ye övgü kitapları yazan akademisyenler aynı şeytanlaştırıcı dilleriyle racon kesiyor.

Darwinciler bugünkü insanın tek hücrelilerden nasıl seçilip gelişip insan denen organizmaya geldiğimizi evrimle anlatır, aynı şekilde, din ve ilahi yasaların şöhret, para ve iktidar şehvetiyle nasıl evrimleşip Amerikan ve İsrail ajanlığına ve büyük ve derin gizli bir organizmaya nasıl dönüştüğüne iyi bakmak lazım.

Bu yapıların milletimize en büyük hasarı ise ‘ortak bir dil’i ortadan kaldırması ve artık hiçbir konuda anlaşamıyor oluşumuz.

Bir ulusun yaşayabilmesi için ortak amaçları ortak zeminleri ortak değerleri yani birbiriyle konuşmadan dahi jest ve mimik diliyle anlaşabilecek bir ‘iletişim’ dili olmalı.

Bilim adamları en çok da bu ‘iletişim’i merak ediyor, mesela hayvanların insanlar gibi sözcüklerle (kodlanmış) bir dilleri olmadığı halde birbirleriyle hangi sesler ve jestlerle anlaştıklarını çözmeye ve bugün kullandığımız dilin nasıl ortaya çıktığını anlamaya çalışıyor.

Mesela hayvanların bizler gibi bir dili olmadığı halde topluca göçebiliyorlar, topluca avlarına saldırabiliyor ve topluca tehlikeden kaçabiliyorlar ve topluca birbirlerine tehlike sinyalleri gönderebiliyorlar ve topluca birbirlerine cinsel davet çıkartabiliyor.

Bilim adamlarının şimdilik geldiği nihai nokta:

Diyelim çocuğunuz pazarda kayboldu, etrafınızdakilere çocuğunuzu sormaya başlarsınız, ancak durum ormanda böyle değil, diyelim maymunun da çocuğu kayboldu ve çocuğunu acı çığlıklarla arıyor, ancak gelin görün ki, acı çığlıkları duyan diğer maymunlar kaybolan çocuğun yerini bilseler dahi yerini çocuğu kaybolan anneye söyleyecek sesleri jestleri bilmez, bu yüzden anne maymuna yardımcı olamaz.

Ancak buna rağmen bir çok hayvan türü aralarında topluca hareket eder topluca anlaşırlar, bilim adamları şöyle cevaplar, insan iletişimi temelde ‘işbirliğine dayalı bir girişim’dir.

Ve bu iletişim de ‘ortak işlerde’ ortaya çıkar, mesela toplu av toplu kaçmak toplu savaşmak gibi, yani ‘iletişim’ ormanda ‘biz’ duygusu ihtiyacı içinde gelişir.

Bilim adamları ‘ortak maksatlar’ yetenekleri güdüler, der. Ortak maksatların varsa ortak bir diliniz gelişir ve ortak bir dil grup üyelerin iletişimine ve ayakta kalmalarına yardımcı olur.

Kafanızı karıştırmadan, mesela insanlar topluca yemek yerken aralarında ‘sinemadan’ ve ‘siyasetten’ konuşabilirler, ancak, hayvanlar yemek yerken ‘başka’ şeyleri konuşamaz. Hayvanlar yemek anında çıkarttıkları sesler jestler hepsi yedikleri yemekle (o anki faaliyetle) ilgilidir.

Mesela hayvan hem yemek yemek hem de yerken dişisine kur yapamaz, ama insanlar pekala yemek yerken dişisine kur yapabilir.

Tabii ki iletişim dili ortamla ilgili, mesela bir bara girdiğinizde hiç konuşmadan (ses çıkartmadan) içki işareti yapabilir ve içkinizi tek kelime etmeden bir el işaretiyle içebilirsiniz, ancak, aynı bara girip, hiç konuşmadan barmenden perdelik kumaş isteyemezsiniz.

Çünkü bir barmen bar ortamında kendisinden neler istenebileceğini bilir, jest ve mimiklerle ona istediğiniz kadar perdelik kumaş istediğinizi söyleyin, anlaması, mümkün değildir.

Hayvanların da ortak mekanlarda ortak maksatları böyledir, biz şimdi topluca uçuyoruz biz şimdi topluca kaçıyoruz biz şimdi topluca yiyoruz, bu ortamlarda topluca kullandığımız bir dil vardır, bu ortamlarda başka türlü bir maksadınız varsa grubun diğer üyelerine anlatamazsınız, mesela ben yoruldum benim canım sıkıldı ben kenara çekileceğim deseniz bile ortak gruba anlatamazsınız.

Mesela sabah yürüyüşü yaptığınız arkadaşlarınızla hiç konuşmadan jestlerle biraz daha hızlanalım ya da yavaşlayalım diyebilirsiniz, hatta hiç konuşmadan ‘lider’ olacağınızı yine hiç konuşmadan anlatabilirsiniz, hep önde giderek, yürüyüşte hep öne çıkarak, davranışlarınızla bu maksadınızı ortaya koymuş olursunuz.

Oysa sabah yürüyüşü hepinizi ortak bir maksat etrafında biraraya getirmiştir, birlikte spor yapalım, yani, sabah arkadaşlarımızla acaba kim lider olacak kim öne çıkacak diye yürüyüş yapmayız.

Pekiştirelim, bir arkadaş grubuyla sokak gezintisindeyiz, haydi arkadaşlar dondurmacıya gidelim dersiniz, okey, dondurmacıya gidelim, ancak, bir arkadaşınız öne çıkıp, arkadaşlar dondurmacıya benim önderliğimde gideceksiniz, siz peşime takılın, derse, ortak maksat çöker anlamını kaybeder ve bir kişinin ‘amacına’ figüran olursunuz, sonunda dondurma yeme maksadından uzaklaşır hatta dondurma yiyemezsiniz ama nedendir arkadaşınızı dondurmacıya en önde geldiği için bilmem niye kutlar tebrik edersiniz?

Burada bir tuhaflık yok mu?

Ortak zeminlerde ortak bir dil vardır, uçakta, yemekte, kuyrukta hiç tanımadığınız insanlarla konuşmadan anlaşabilirsiniz, mesela, kuyrukta şöyle, bir el işaretinizle, bakın önünüz boşaldı ilerleyin diyebilirsiniz.

Ancak uçakta, kuyrukta, yemekte vb. alanlarda mesela bir hayvan sırayı bozar, öne çıkar, sabırlı davranmaz ve sizin o hayvanı sözle ve elle ikazınızı anlamakta zorlanır, çünkü o hayvanın o kuyrukta bulunma maksadı başkadır.

Hayvanların bizler gibi bir dilleri olmadığı gibi, niyet bildiren hareketleri ve dikkat çekme hareketleri vardır, mesela bir kurt ısırmadan önce hırlar, mesela çoğu kuş türü çiftleşme öncesi hazırlık dansına başlar.

Biz insanlar da ne kadar ortak amaçlar ortak maksatlar etrafında ortak bir zeminde yan yana gelsek de birbirimizin yüzüne hareketlerine mimiklerine bakıp arkadaşlarımızın asıl niyet ve maksatlarını anlamaya çalışırız.

NİYETLERİ MAKSATLARI ANCAK SESSİZ JESTLERDEN ÇÖZMEK ZORUNDA KALIYORUZ

Mesela 15 Temmuz gecesi CHP’li vekillerin hızla meclise koşması ve darbeye karşı iktidar partisiyle birlikte acil bir tavır alması darbe karşısında o vekillerin samimi niyetlerini açıkça ortaya koymuştur.

Ancak mesela aynı saatlerde Kılıçdaroğlu’nun saklandığı bir evden TV’den darbeyi seyrettiği görüntülerden acaba nasıl bir ‘niyet’ çıkartabiliriz?

Mesela şu soruyu pekala sorabiliriz, cep telefonuyla Halk TV’ye bağlanabilir ve darbeye karşı kendi kitlesini teyakkuz haline getirip niyetini kamuoyunun gözleri önünde açıkça dile getirebilirdi, ve bugün tv seyreden o görüntüsüne hiç kimsebir kuşku asla yakıştıramazdı ve niyeti acaba neydi diye sormaya cesaret edemezdi.

Doğu Perinçek’e karşı aşağılık yayınlar yapıyorlar ama Doğu Perinçek darbenin en kritik saatleri akşamın onbuçuğunda ekrana çıkıp kitlesine karşı yırtına yırtına bu bir FETÖ-Amerika-NATO darbesidir diyebildi.

Halk TV’ye bağlanmak çok mu zordu?

Kemalist yazar Sinan Meydan’ı ekrandan kovmak için üstelik canlı yayın sürerken Halk TV’yi arayıp müdürüne bağlanan bir lider, memleketin başına gelebilecek en büyük bu felaket anında, niçin Halk TV’ye bağlanmaz, niçin kitlelerini teyakkuza geçirmez.

Ve bizler de o gece söylenmiş bir söz olmadığı için niyetleri maksatları ancak sessiz jestlerden çözmek zorunda kalıyoruz.

Mesela büyük yürüyüşüne başlama kararı hepimiz tarafından alkışlarla karşılandı ve kitlelerin büyük desteğini gördü, ancak, şimdi anlıyoruz ki, Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü başka, peşinden yürüyenlerin yürüyüşü başkaymış.

Kitleler Kılıçdaroğlu’nun peşine Kılıçdaroğlu’nun liderliğini pekiştirmek için mi takıldı?

Yoksa, kitleler, Kılıçdaroğlu’nun şaibeli liderliğine rağmen susup bu yürüyüşün muhalefete can ve kan ve iştah versin ve adaletsizlikler karşısında muhalefeti ve birlikteliği büyütsün diye mi katıldı?

Sustuk sabrettik ve muhalif şerhimizi koyarak Kılıçdaroğlu’nun büyük yürüyüşünün ardına takıldık, güzel de oldu, bir kımıldanma bir heyecan ortaya çıktı, ancak ‘niyetler ve maksatlar’ ortada kaldı!

ŞEYTANI İCAD EDEN OTORİTER ‘DEVLETTİR’ OTORİTER LİDERDİR

Cumhuriyet Gazetesi ve Halk TV ve CHP’de eş zamanlı olarak milli solcu yazarların neden ve kimler tarafından tasfiye edildiği sorusu yine ortada kaldı?

Ve Murat Hazinedar gibi dosyası hazırlanmış şaibeli belediye başkanlarına İlhan Cihaner gibi çok sevilen solcu bir vekili küstürmek adına Kılıçdaroğlu neden sahip çıkmayı sürdürüyor, gibi nice sorular yine ortada kaldı!

Ortak maksat ‘adalet mi’ ortak maksat Kılıçdaroğlu’nun liderliğe yükselip kim cumhurbaşkanı adayı olacağına karar vermesi mi, bunca gizli kapaklı şaibeye karşın CHP’de liderliğini sürdürmesini sağlamak mı?

Ne oldu, Ankara’dan dil becerisi olan insanlar olarak değil Ankara’dan bir milyon tavşan ve ördek olarak yola çıkmış olsaydık ve Maltepe’ye girdiğimizde, içimizdeki tavşanlardan biri ‘liderlik sertifikası aldı’ diye tavşanlar sevinçten göbek atar mıydı, ama biz bir dili olan insanlar bu liderlik sertifikasına çok sevindik, herhalde bu ‘sertifika’ sevincini yürüyüşe katılan milyonlarca insan kendine sormaya başlamıştır.

Hayvanların dili olmadığı için şeytanları da yoktur, şeytanı icad eden insanoğlunun dili’dir.

Şeytanı icad eden gizli kapaklı söylenmeyen saklanan şeylerdir.

Daha iki saat önce hırlaşan dalaşan hayvanlar bir ağacın altında bir öğle sonrası bir yiyecek başında pekala düşmanlıklarını unutabilir.

‘Unutma yerleri’ de bir milletin ortak zeminleridir, mesela cenazede düğünde coşkulu anlarda ve bayramlarda ve direniş günlerinde ‘hasımlıklarımızı’ unuturuz, bu yüzden yürüyüş sırasında çok şeyi unutmamız güzeldir ve yine bir çok muhalif birliktelikte muhalefetin sağlığı için unutma yerlerimiz de olmalı.

Hayvanların unutma anları ve yerleri insanlardan daha fazladır, çünkü hayvanların şeytan dilleri yoktur, biraz önce hırlaşmıştır ama şimdi ağacın altında birbirine sokulur koklaşır ve birlikte güneşlenirler.

Günümüzde şeytanlıklar dinlere tarikatlara ve devlete ve bürokrasiye yani içimize hızla sızdı, şeytanlık dediğimiz icad ettiğimiz hesap sorulması yasaklanmış ‘mutlak’ inançlardır.

Şayet bir ülkemiz ve ortak zeminlerimiz değerlerimiz olmasını istiyorsak şeytanlara ve şeytani sızmalara karşı ortak bir maksadımız ve ortak bir dilimiz olmalı.

Bu ortak zeminin demokratik toplumda tek bir dil’i vardır, açıklık, şeffaflık, dürüstlük ve hesap verilir olmak.

Mesela hepimiz yaşadık ve tecrübe ettik ki gücü tek bir liderin elinde toplamak ve denetime ve sorgulamaya kapalı olmak, tarikat ve siyasi liderlerimizi hızla şeytanlaştırdı, modern toplumun devlet ve hukuk sağlığını bozdu.

Bana kimse hesap sormasın diyen ‘liderler’ günümüz modern dünyasının baş şeytanları oldu, sanki ortaçağın kapıları açıldı ve şeytanlar devlet ve hukuk ve siyasi yapıları tıka basa doldurmaya başladı.

Denetime şeffaflığa sorgulamaya kapalı olmak modern toplum için ‘şeytanlığın’ ta kendisidir, ve Mısır’da Irak’ta Türkiye’de vb. işte ‘sorgulanmayan’ tarikat yapıları ve liderleriyle gelinen felaketler ortadadır, artık bu büyük otoriter kriz dünyayı korkunç bir sona sürüklemektedir.

Muhalifler, kendimizi ne kadar kutlasak azdır, büyük yürüyüşten sonra bizim de artık ‘sorgulanmayan’ bir liderimiz oldu.

Demokratik bir toplumda ‘şeytana tapma’ sorgulanamayan liderlerdir.

Ama neden modern toplumda şeytanlık ortaçağ toplumunda olduğu gibi yoksul savunmasız aciz halk kitlesinde değil seçkinlerin tekelindedir.

Kimler şeytanla işbirliğine girdi hatırlayalım, hakimler, yüksek bürokratlar siyasetçiler ve işadamları!

Oysa ortaçağların cehennem makinesi engizisyon şeytanları hep ‘çirkin’, yaşlı, biçimsiz, sahipsiz, zavallı insanların ruhunu ele geçirmiş gibi görüyor ve cadı avları, bu çirkin biçimsiz yoksul insanları yakarak sürüyordu.

Modern toplumda ise şeytan, biçimsiz yoksul çirkin yaşlı kambur vb. insanlarda değil, en güzellerimizin içinde saklı.

Modern toplumun güzelleri: kariyer ve para ve şöhret!

Dikkat edin yüz binlerce insan FETÖ'cülükten yakalandı ancak içlerinde bir köylü, bir işçi, bir balıkçı, bir Pazar esnafı, bir şöför, bir hamal, yani sıradan bir insan henüz tutuklanmadı.

Şeytanı icad eden otoriter ‘devlettir’.

İRAN AMERİKA’YI VE FETÖ'CÜLER VE İSLAMCILAR DA TÜRKİYE’DE KEMALİSTLERİ ŞEYTAN İLAN ETMİŞTİ

İlk büyük imparatorluklar tanrı-krallar toplum düzeni için kendi düşmanlarını ‘şeytan’ ilan ediyordu.

Şeytanın ortaya çıkışıyla devletin ortaya çıkışı paraleldir.

Bugün görüyoruz ki şeytanı kullanıp düşmanlarını bertaraf eden devlet, aynı şeytanlar tarafından istila edildi. Türk ordusu ve emniyeti ve hukuk kurumlarını bugün cadı avına çıktıkları şeytanlarla yok ettiler.

Dünkü şeytanlar da Kemalistlerdi.

O işgal ve istila günlerinde kimi şeytan ilan etmişlerdi, cumhuriyeti, Atatürk’ü bağımsızlığımızı, kurtuluş savaşını, bu ortak değerleri kim şeytan ilan etmişti, otoriter kökdinci cemaat ve yapılar ve sağcı siyasiler.

Tarihlerdeki her krala her otoriteye iyi bakın, önce düşmanlarını nasıl şeytanlaştırdığını göreceksiniz. Şeytan ilan etmek için bir ‘din’ şart değil, şeytanın icadı ‘mutlak’ bir dille başlar. O kötüdür, bitti. O kötünün hemen yok edilmesi imanın şartı ilahi bir emir halini alır.

Mesela dini otorite şeytanın tek tek insanların içinde olduğunu iddia eden bir ‘din’ anlayışı inşa etmiştir.

Bu yüzden ortaçağ tarihi şeytan çıkartma ve cin çıkartma, yani büyücülerin tarihidir, an itibariyle medyamıza ve hukukumuzun haline bakın, nasıl büyücülere dönüverdik?

Oysa bugün psikiyatri içine şeytan girmiş denilen kişileri ‘histerik’ tanısı altında topluyor ve davranış bozukluğu olarak ya da halüsinasyon olarak teşhis ediyor.

Kimi zaman Yahudiler çingeneleri kimi zaman anarşistleri komünistleri, işte henüz 15 yıl önce Bush İslam ülkelerini, ve İran Amerika’yı ve FETÖ'cüler ve İslamcılar da Türkiye’de Kemalistleri şeytan ilan etmişti.

Şeytan mutlak kötülüktür, devletin ya da inançlarının yaşayabilmesi için akıllarınca anında bertaraf edilmesi yok edilmesi gerekir, ki aynen hukuk hak adalet dinlemeden polis emniyet asker yazar demeden yaptılar.

İlkel toplumlarda şeytan yoktu.

Şeytan fikrine en yakın fikirler büyük ihtimal İran topraklarında Zerdüşt inancında görülmeye başlar ve sonra tek tanrılı dinler şeytan fikrini daha da geliştirir ve kötülüğü mutlaklaştırır.

Mesela ilk tek Tanrılı dini kuran Yahudiler kendi içlerindeki putçu Yahudilere savaş açan ilk köktendinci gerillalardır. Babil’e sürüldüklerinde İran ve Mezapotamya kültürlerinden bir çok metni ve kavramı yazdıkları Tevrat’ta aynen kullanmışlar ve ama bu kavramları ‘tek tanrılı’ bir inanca dönüştürerekbaşka tür inançlara karşı acımasız bir savaş başlatmışlardır.

Modern toplum ise ortaçağın bu mutlak kötülüklerine karşı sanat edebiyat bilim moda vb. gibi bir çok inançlar inşa etmiştir, hepsinin ortak amacı, insanı şeytanların elinden cemaatlerinden savaşlarından sapkın din anlayışlarından kurtarmaktı.

Şeytan mutlak kötülüktür, yok edilmesi şarttır, ilkel inançların da kötü ruhları vardı ancak ilkel inançlar tıpkı modern toplum gibi bu kötü ruhların iyileştirilebileceğine inanıyordu, yani baş edilebilen kötü ruhlardı.

Mısır’ın kral tanrısı ve sonra Tevrat’a geldiğimizde kötü ruhların mutlak kötülüğe dönüşüp acımasız din savaşlarıyla günümüze kadar geldiğini görürüz.

Bu tek tanrılı inançlara göre şeytandan iki türlü kurtulabiliriz, birincisi şeytanı bulup yok ederek yakarak ortadan kaldırarak, ikincisi, tam ‘iman’ ederek.

Şöyle tezahür eder, devletimize liderimize hiç şüphe etmeden hiç soru sormadan yüzde yüz bir sadakatla bağlanırsak içimizdeki kuşkuları üreten bizi kötü yola sürükleyen şeytandan ancak bu şekilde kurtulabiliriz.

Yani Şeytan, eski toplumlarda tanrı-kral ve dini otoriter yapılarda bir nevi toplumu yola getirme ve toplumsal düzeni inşa ve toplumsal birliği kurma aracıdır.

Mesela hala köktendinciler cemaat müritlerini içlerine düşürdükleri şüpheyle yönetir ve müridin bu şüpheden kurtulabilmesi için müridi kendine sürekli bir imana bağlılığa zorlar, bu yüzden azıcık şüphe duyanı dahi affetmez anında bertaraf ederler.

Mesela muhaliflere de bakışları ‘şeytanlaştırma’dır, muhalefeti başka türlü çözüm üreten değil kendilerini inançlarını varoluşlarını tehdit eden yok edilmesi imana yeminle bağlanan en büyük şeytandır, bakınız: yandaş medyamız.

Muhalefeti şeytanlaştıran bu ortaçağ adamları ülkemizde iktidardadır, oysa modern bir devlet şeytani şüphelerden kurtulmak için yeni bir şeytan ilan etmek zorunda değildir, modern bir toplum bir şeytanı kovarken hemen yeni bir şeytan bulmak zorunda değildir.

Modern bir toplum için şeytan ‘gizli’ kalan ‘sorgulanmayan’ kapalı amaçlar niyetler maksatlardır. Modern bir toplumda şeytan denetime hukuka açık olmayan yerlerde barınır.

Ve modern toplum şeytanı ‘mutlak kötülük’ olarak görmez, suçlu görür, hasta görür, kanıt delil arar ve bu kötülüğün tıpkı ilkel toplum gibi iyileştirilebileceğine inanır. Modern toplumda hiçbir insan ne şeytandır ne melek, hataları kusurları suçlarıyla insandır.

Modern bir toplumda mutlak kötülüğe hala inanıyorsanız o toplumun şeytanı bu dünyayı melekler ve şeytanlar diye ikiye ayıran inancınızdır.

Bir milleti bir arada tutmak için ‘şeytanlara’ ihtiyaç yoktur, bağımsızlık, bayrak, ortak tarih, ortak değerler ve gelenekler, yurttaşları ortak huzurlu bir yaşamda bir arada tutmak için kafidir.

Ancak mutlak bir otorite inancında olanların şeytanlara ve meleklere ihtiyacı vardır.

Mistik ezoterik alegorik ifadeler ‘muğlaktır’ ve devlet ve bilim katında yerleri yoktur, bu muğlak ifadeleri kullananlar ülkeye en büyük kötülüğü eden sahtekarlardır.

Ortaçağ sonrası ortaya çıkan modern toplumlar ortaçağın şeytanlarını şeffaflık ve denetimle, ve mutlak kötülük şeytan fikrini, suçlu ve hasta olarak teşhis edip bertaraf etmeye çalışır.

Yoksa bütün Yahudiler bütün çingeneler bütün Kemalistler bütün komünistler bütün FETÖcüler diye şeytanlaştırmanız modern toplumun hem hukuk hem de insani değerle uyuşmaz, hem de bunun sonu gelmez, milyonları Yahudiler gibi yaksanız dahi şeytanların meleklerin sonu gelmez.

İlkel topluluklar çok tanrılıydı ya da tabiatın ruhu olduğuna inanıyordu ya da yasak ve totemlerle oluşmuş inançları vardı, ancak ilkel topluluklar birbirlerinin inançlarına başka tanrılara saygı gösteriyorlardı, savaşlar vardı ancak bugünkü anlamıyla ‘din’ savaşları yoktu.

İlle de benim tanrım olacak ve başka bir inanca asla tahammül edemem anlayışı hiç yoktu.

Başka bir inanca başka bir tanrıya tahammülsüzlük mutlak otorite arayışlarının acımasız sonucu ve din savaşlarının ürünüdür.

Mesela Anadolu tasavvufu-hümanizmini bir de böyle okuyun, Anadolu’nun eren evliya ve ozanları şeytanı ‘mutlaklaştırmaz’.Mutlak kötülüğü insani zaaflara kadar indirger, ve sosyal ahlak ve ruh terbiyesiyle baş edilebilir olarakyani hangi günahkarlık olsa dahi affedilebileceğini merhale merhale yüce insanlığa çıkabileceğini gösterir.

Çünkü Anadolu hümanizmi insanı asla vazgeçilmez merkeze güçlü yıkılmaz bir yere koyar ve herkesi kardeşleyen eşitleyen kimseyi dışlamayan insani özdeki Tanrısal varlığa işaret eder.

Şayet şeytandan çok korkar ve şeytanı baş edilmesi mümkün olmayan mutlak kötülük olarak görürseniz, kendinizi, Firavun, Bush, Stalin, Hitler gibi, şeytandan kurtaracaklara(!) tapınırken bulursunuz.

Bu yüzden ilkel toplumun çok tanrıcılığı ile modern toplumun çok kültürlülüğünde maksat aynı şeydir.

Ayrıca ilkel insan tabiatın bir ruhu olduğuna ve söylediği ve yaptığı şeylerin ağaçlar yerler gökler tarafından görüldüğüne inanır, tıpkı modern insanın, hukukun herşeyi görüp bulacağına inancı gibi.

Modern toplumda muhalefeti iktidarı hukuktan denetimden sorgulamadan kim saklanıyorsa şeytan orada saklıdır. Modern toplumda insanlar iki şeytandan birini tercih etmek zorunda kalırsa şüphesiz en güçlü şeytanı seçecektir, sevgili muhalefetim kusura bakmasın.

Tabii günümüz iletişim dünyasında köktendinci ya da mutlak otoritesini kabul ettirmek isteyenlerin dışında da çok farklı fantastik şeytanlar vardır.

Mesela, Süpermen, örümcek adam, batman..

Acayip güçleri var.

Bu güçlerini kimden nasıl alıyorlar bilen yok.

Ama onların bu insanüstü güçlerine hayranız.

Tayyip Erdoğan Putin ya da Kılıçdaroğlu…

Hepsi ‘süpermen’ olmak peşinde.

Süpermen, Örümcek Adam ve Batman filmlerinde hepimiz izledik işte, hiçbiri ‘mahkemeye’ henüz gelmedi, bu kahramanlardan hiçbirinin hukuki bir davası bir avukatı hiç olmadı.

Modern toplum bir taraftan ortaçağın mutlak kötüsü şeytanları tahtından indirirken, bir taraftan gördük ki, sinemayla modern ‘mutlak kahramanlar-şeytanlar’ icad ediyor ve milyarlarca insan bu kahramanlara hayranlık duyuyor.

Neden?

Tanrı’dan boşalan yeri bu süper güçlerle mi doldurmak istiyor!

Bu süper kahramanlara iyi bakın ya mutlak iyi ya mutlak kötü.

Bu süper kahramanlar içimizde beynimizde hayalimizde nasıl bir dünyayı besliyor!

Sonuca bakalım, bir tarafta köktendincilerin mutlak iyileri ve şeytanları, diğer taraftan sinemanın hayal dünyasının mutlak iyileri ve kötüleri, nihayetinde, kendi başına buyruk, Trump başkanlığında anlaşabiliyor.

Mutlak iyiler ve mutlak kötüler nükleer savaşlarda anlaşabiliyor.

Sıradan insanların tazminatlarını eşitliğini haklarını yok saymada ortadan kaldırmada anlaşabiliyor.

Evrensel hukuk değerlerini ve herkesi eşitleyen hukuk’u ortadan kaldırmakta, dinlerdeki ve sinemadaki bu mutlak kötüler pekala anlaşabiliyor.

Nihat Genç

Odatv.com

Kesnizani tarikatı FETÖ arşiv