Raci Pişmişoğlu Odatv'ye konuştu... Türkiye'nin yaptığı yanlışı anlattı

Kaan Çağlayangöl yazdı...

Türkiye’de basgitar denildiğinde akla gelen ilk isimlerden birisi olan Raci Pişmişoğlu ile bir röportaj gerçekleştirdim.

Raci Pişmişoğlu; Yeni Türkü, İzmir Caz Beşlisi, YamahaBand, AcidTrippin, MUS 461, MingusTrippin gibi gruplarda yer almış bir müzisyen olmasının yanında eğitimci kimliği ile de öne çıkıyor.

Yetiştirdiği öğrenciler bugün Türkiye’nin dört bir yanında müzik yaşamlarına devam ediyorlar. Kendisi ile müzik dünyası, caz ve gelecekteki projeleri üzerine konuştum.

Keyifle okumanız dileğiyle…

Caz müziğiyle ilgili çalışmalarınız nelerdi? Caz ile ilgili kurduğunuz ve gruplar ve projeleriniz hangileriydi?

Hayatımın ilk önemli dönemi Ömür Gidel ile tanışmamdır. Her sabah buluşur ve akşama kadar prova yapardık. 6 ay sonra ise bu provalar sonunda, İzmir Amerikan Kültür Derneği’nde grup olarak konserler verirdik. Düşünün sadece bir tek konser için pazar günleri dahil, her gün, tam 6 ay boyunca durmadan, her gün prova yapardık. Caz standartlarını yorumlardık. Onları birbirinin içine sokmayı denerdik. Plaklardan birçok örnekler dinlerdik. Yapmamız gerekenleri saatler boyunca usanmadan dinlerdik ve üzerine çalışırdık. O senelerde TV kanalı olarak sadece TRT vardı veŌmürGidel, Yunanistan ERT TV’den caz konserlerinin videolarını kayıt ederdi. Aklınıza kim gelirse, John Coltrane ve Miles Davis başta olmak üzere hepsini mutlaka seyrederdik. Tüm gün Ömür Gidel ile proje konuşurduk ve kayıtlar yapardık. “TakeTo A Train” sarkışının akorları üzerine (Planet Run) isimli modern bir bestemiz vardı. Benim de (bass kapris) isimli bir bestem vardı. Hülya Tunçağ bizimle röportaj yapıp o şarkıları TRT radyoda çalmıştı. Daha sonra Ömür Gidel ile birlikte İzmir Caz Beşlisi’ni kurduk. Dünya Tiyatrolar Gününde AKM’de halka açık caz konserleri verdik. Bir süre sonra Yamaha Müzik Okulları açıldı ve Ömür Gidel, YamahaBand’i ve YamahaJuniorBand’i kurdu. İstanbul ve Ankara’da YamahaBand olarak konserler vermiştik.

Raci Pişmişoğlu Odatv'ye konuştu... Türkiye'nin yaptığı yanlışı anlattı - Resim : 1

Sizi Yeni Türkü’den de hatırlıyor müzikseverler. Yeni Türkü ile çalışmaya ne zaman ve nasıl başladınız? Birlikteliğiniz ne kadar süre devam etti? Albüm ve konser çalışmaları nasıl gerçekleşti?

Gruba giriş tarihimi açıkçası tam olarak hatırlamıyorum. 1994 yılı olması gerekiyor. Beni gruba kendi yerine gönderen kişi hem dostum, hem kardeşim, hem öğrencim olan Zülfü Livaneli’nin basçısı olan rahmetli Yaşar Pınar oldu. Uzun yıllar birlikte olduk. İlk girdiğim zaman Fuat Oburoğlu, Murat Buket, aynı zamanda İncesaz grubunun kurucusu ve lideri olan Cengiz Onural, Erkin Hadımoğlu ve Mehmet Karakoç ile birlikteydik. Daha sonra onlar yollarını ayırdılar ve sadece Derya Köroğlu, ben ve Erkin kalmıştık. O tarihlerde Hasan Cihat Örter ve İlhan Şeşen ile Modern Folk Üçlüsü’den Ahmet Kurtaran ve biz, Moskova ve Sibirya konserlerinden yeni dönmüştük. Bu grupla turneye çıktık. İlk Amerika seferimizi bu ekiple yaptık. İkinci Amerika konserimiz New York, Atlanta, Los Angeles ve Houston şehirlerinde oldu. İkinci Amerika dönüşümüzde tam kadro olarak albüme kayıtlarına başladık. Birçok Avrupa ve Amerika konserleri ile birlikte yurtdışı “World Music” festivallerine katıldık. “World Music” festivallerinden Portekiz ve Hollanda en önemlileriydi. Amerika’da üniversitelerde çaldık. Miami,Atlanta, Boston’da üniversitelerin konser salonlarında çaldık. San Francisco, Toronto, Londra, Viyana ,Yunanistan gibi hatırlayamadığım bir çok yerde çaldık. Yeni Türkü bana göre güzel bir worldmusic idi.Bence Derya Köroğlu, İrlanda gitaristlerinin ritminden etkilenmişti. Ritm gitar çalarken tellere vurarak o sound’u araması ve de çıkartmasıbuna en güzel örnektir. Müziği o tarafa çekmeye çalışırdı. Yani herkesin söylediği gibi sadece Akdeniz, Yunan v.s. müziği değildi. Müzikteki flütleri de düşünürsek ortaya çıkan müzik tam bir mix idi; ki bunun en güzel örneği“Dolunay”adlı şarkıdır. “Resim” şarkısını da sayabiliriz. Ben Derya Köroğlu’nda ve onun çalış stilinde “Celtic” etkisini görürdüm. Şarkı söyleyişi de öyleydi. Ama o müziği bilmeyenlere sahnede anlatması ve o kültürü bilmeyenleri, yanından bile geçmemiş olanları o tarafa çekmeye çalışmasını çalarak anlatabilmeye çalışması imkansız ve elbette çok zordu. Yeni Türkü müziği ilgi çekici, enteresan ve güzel bir müzikti, güzel bir harmanlama diyebiliriz. Ama benim müziğim değildi.

Raci Pişmişoğlu Odatv'ye konuştu... Türkiye'nin yaptığı yanlışı anlattı - Resim : 2

Uzun yıllar sonra Urla’ya, İzmir’e yerleştiniz. Yıllar sonra müzik anlamında İzmir’i nasıl buldunuz?

Bizim zamanımızda İzmir’de harika bir enerji vardı. Müzikte bir düzen ve disiplin vardı. Biz İspanyol, Fransız ve İngiliz balelerine çalardık. Hepsi notaları ile gelirlerdi. Brezilya ve Portekiz balelerine çalardık. Nota bilmeyen bir müzisyenin o partisyonları çalma şansı yoktu.

Bunun dışında American Klüp vardı. 15’er günlük anlaşmayla gruplar değişirdi. Eğer iyi provalar yapıp repertuarı değiştirip Amerikalıları funk çalıp etkileyebiliyorsanız diğer 15 güne hak kazanırdınız. İyi bir müzik rekabetimiz vardı. Bir grup çaldığı zaman diğer grup adeta bir ajan gibi onu dinlemeye ya gider ya da bir üyesini yollardı. Aynı zamanda Büyük Efes Oteli’nde yer alan gece klubü bir grup merkeziydi. İlk güzel grup; Grup Doğuş idi ve inanın harikalardı. Büyük Efes Oteli adeta bir okul gibiydi. Çok sık ve iyi provalar yapardık. İzmir sanırım havası, suyu yüzünden böyle. Hem sıcak kanlı hem de rahat. Yine de eskiden caz çalınan mekan yoktu sadece Amerikan Klüp’ün alt katında olabilirdi. Bazı günlerde Amerikalılarla beraber çalardık. Artık az da olsa caz çalınabilen yerler var.

AcidTrippin adlı bir grubunuz vardı. Bilmeyenler için o gruptan bahsedebilir misiniz? Grubun kuruluşu ve devamı hakkında… Albüm de yaptığınızı hatırlıyorum.

Ben gruba Yaz Baltacıgil’in yedeği olarak girmiştim. Hatta bazen resimde ben olurdum ama dergilerde resmimin altında Yaz Baltacıgil yazardı. Bu benim için hiç önemli değildi. Önemli olan müzikti. Davulda o dönemde Ateş Tezer vardı. İmer Demirer, Erkan Oğur, Ercüment Ateş çift gitar olarak çalarlardı. Ankara’ya giderdik ve Manhattan’da çalardık. TV konserleri ve klüp konserleri çalardık. O arada Yahya Dai de gruba dahil oldu. Ateş Tezer ayrıldı, Erdinç Şenol gruba girdi. Sonra da Sarp Maden geldi gruba. Ateş Tezer gelmediğinde Turgut Alpbekoğlu çalardı. Stüdyo Marşandiz’deMidnightRebels albümünü yaptık. Trompette kısa bir süre önce yitirdiğimiz Güray Aktalay çalıyordu, perküsyonu ise Hacı Murat Özbey çalmıştı. Çarsamba günleri Uğur Yücel’in Yeşilisimliklübunde çalardık. Senede bir hafta ise Bodruma giderdik ve Gümüşlük’te çalardık. Kısa bir dönem gruba davulcu olarak Volkan Öktem gelmişti. Bu arada Oğuz Büyükberber, DJ Murat Uncuoğlu ve Aytekin Kurt gruba girdiler. Spotify’daAcidTrippin yazıp “WrongWay” konserini dinleyebilirsiniz. Orada hiçbirimizin adı yazmasa da bilin ki o kayıtlarda biz çaldık. Bu arada grupta Charles Mingus’unsaksofoncusuRicky Ford da vardı.Gitarlarda Sarp Maden ve Ercüment Ateş, davulda Erdinç Şenol,trompetteİmer Demirer, tenor saksofonRicky Ford idi. Sanırım perküsyoncu Hacı Murat Özbey de bizimle o konserde Babylon’da son kez çalmıştı.

Raci Pişmişoğlu Odatv'ye konuştu... Türkiye'nin yaptığı yanlışı anlattı - Resim : 3

Bilgi Üniversitesi başta olmak üzere birçok kurumda hocalık yaptınız. Türkiye’de Batı müziği konservatuarları ve Türk müziği konservatuarlarında verilen eğitim sizce yeterli mi?

İlk olarak kurduğunuz çekirdek kadronuzla okulun eğitim çizgisini asla bir anda oturtamazsınız. Bizler öğretim görevlileri olarak her daim araştırma yapmak zorundayız. Bu sadece kendi enstrümanımızla ilgili değildir. Bütün enstrümanları analiz ederek kendi enstrümanımıza aktarım yaparak sonrasında öğrenciye aktarmalıyız ki eğitim çizgileri oluşturulsun ve bu sayede farklılıklar oluşabilsin. Çağdaşlık yakalayıp oradan da öğrencilerimizi farklı renklere yöneltelim. Bu durum yavaş yavaş gelişen bir şeydir. Biz bir zamanlar bu ülkede bu anlamda imkansızı başarmıştık. Bilgi Üniversitesi Caz Bölümü Can Kozlu sayesinde kurulmuştur. Kendisi büyük bir hizmet yapmıştır. Biz sadece 2 ya da 3 odayla o yola çıktık ve sonrasında çok emek verildi ve gittikçe büyüdü.

Türkiye’de hala doğru düzgün bir caz konservatuarı ve bölümü yok. Sizce kurulabilir mi?

Bu bir ekip ve imkan işi. Bizde maalesef ekip gayet iyi olsa da imkanlar yeterli olmuyor. Bazı önemli hocaların Amerika’dan gelmesi gerekiyor. Onların masrafları, lojmanları, ekipmanları, stüdyolar ve kütüphane birleştiğinde ortaya çıkan rakamlar karşılanamıyor. Büyük sponsorlar gerekiyor. Bir yandan ise hayatında caz konserine bile gitmemiş olan ama kendini caz müzisyeni sanan bazı isimlere büyük paralar veriliyor. Dolayısı ile gemiler, uçaklar havalarda uçuşuyor. Ama sıra böylesine güzel bir projeye geldiğinde terslikler kol geziyor. Biz bir dönem eski Melek Sineması’nı gözümüze kestirdik, büyük bir paraydı. O tarihte sponsor da bulmuştuk. Fakat bina eski olduğundan tehlikeli bulundu ve mimarlar bize bu işten vazgeçin dediler. Ancak ben halen böyle bir projeden vazgeçmiş değilim. Umarım bir gün açabiliriz. Hepimiz bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ama maalesef önümüz sponsor konusunda tıkanıyor ama hala vazgeçmiş değiliz. Böyle bir projeye para yatıran kimsenin bu işi de bilmesi ve gerçekten gönüllü ve idealist olması gerek. Umarım bu idealist projemiz gerçekleşir diyelim. Sırası gelmişken affınıza sığınarak söylemek istediğim bazı şeyler var. Zira bu konuda çok doluyum. Gündem değiştirir gibi hemen aklıma gelen bu konuyu size anlatmak ve dertleşmek isterim. Örneğin Münir Nurettin Selçuk gibi bir müzik kahramanını, bir dehayı, bir ekolü bırakın halkı, müzisyenler arasında bile tanıyamayanlar o kadar çok ki. Lütfen inceleyiniz gençler. Size söylüyorum çünkü çok gerekli. Bestelerindeki tonal merkezlere, anlayışa, çizgiye ve fark edebildiğiniz özelliklere, modülasyonlara dikkat ediniz. Özellikle gazellere farklı bir anlayış getirmiş. Ama Selim Selçuk (Babamın Şarkıları) projesi için uğraşıyor olsa bile anlayan yok. Hatta (tanıyamadım, babanız ne çalıyordu diyenler bile var. Resmen Münir Nurettin Selçuk’u ait olduğu yere bir türlü yerleştiremiyoruz. Adına bir tek konser salonu ya da sanat merkezi yok. Örneğin Münir Nurettin Selçuk Devlet Konservatuarı… Neden yok? Böylesine büyük bir hocaya ve abide bir isme gerektiği gibi sahip çıkamıyoruz. Bu maalesef çok üzücü. Türkiye’de müziğin ilerlediğini, orta şekerli bir kahve gibi görüyorum diyebilirim. Şu an müzik adına güzellikler yaratan Aydın Esen,Ali Perret, Burak Bedikyan gibi örnekler var. İdil Biret var, Suna Kan var. Yani açıkçası Atatürk’ün müzikte çok daha ileri gidilmesi ve müziksiz devrim olmaz düşüncesini uygulamaya sokmasıyla daha sonraki yıllarda Türk Beşleri olacak olan müzisyenler yetiştiriliyorlar ve çağdaş müzikle bizim müziğimizi harmanlamaları ile ilgili araştırmalar yapıyorlar.

Raci Pişmişoğlu Odatv'ye konuştu... Türkiye'nin yaptığı yanlışı anlattı - Resim : 4

Aranjör olarak birçok albümde ve yarışmada yer aldınız. Türkiye’de aranjörlüğün geçmişten bugüne geldiği nokta sizce ne durumda ve yeterli mi?

Bu, bakış açısına göre değişir. Eskiden gerçek müzisyenler aranjör olurdu. Aslında aranjörü kelime anlamı olarak düşünürsek ağırlığı olan ve emeği tartışılmaz olan bir mesleği sorgulamak gerekir ki biz bunu günümüzde olduğu kadar hafife almamalıyız diye düşünüyorum. Teori, armoni ve kompozisyon bilgisi gerektiren aranjörlük dışında bu kavramları zayıf olan ancak pianoyu tanıyan ve yardımcı enstrüman gibi ondan yararlanan, kendi enstrümanı ile çok fazla deneyimi ve öğreticiliği olan, kültürü gelişmiş olan, büyük orkestra ve comboband tecrübesi olan ve tüm duyguları üzerinde taşıyan aynı zamanda yenilikçi ve çok iyi dinleyici olan dünya müziklerini her yönüyle takip eden birisi rahatlıkla iyi bir aranjör olabilir. Ancak bu ülkede bilgisayar, midi klavye ve ses kartı alan herkes kendini aranjör ilan ederse hep dinlediğimiz üzere ortaya saçma sapan müzikler çıkar. Aynı fabrika ürünü gibi ortaya binlerce şarkı çıkar. Neredeyse bütün şarkılar aynı altyapı üzerine söylenecekmiş gibi bir durum… Ve büyük paralar uçuşur havalarda. Ondan sonra bu ülkede müzik nasıl gidiyor diye soruluyor. Cevap vereyim; çok kötü gidiyor. Ve bu çok kötü müzik iliklerine işlemiş olan bazı adamlar trend haline getirdikleri caz müziğine soyunup teknik gösterip hızlı çalmayı caz sanıyorlar. O iş o kadar kolay değil maalesef. İşin formülü şu; bol ensemble, bol transcript , form bilgisi, armoni bilgisi, stil analizleri, dinleme analizleri, scalestudyv.s., say say bitmez. Cazcı olabilmek özveri gerektirir, hayat değiştirmek, hedef değiştirmek, kısaca kendini değiştirmek, hayat felsefeni değiştirmek gibi bir dolu unsur gerektirir.

Geleceğe dair projeleriniz neler? MUS 461 adlı projenizi biliyorum. Önümüzdeki dönemde albüm yapmak gibi bir fikriniz var mı?

Elbette önce MUS 461’den bahsedelim. MUS kelimesi (Mus)ic kelimesinin ilk 3 harfidir. 461 ise Bilgi Üniversitesi’ndeki ensemble ve ensembleworkshop derslerinin kod numarasıdır. Bu ders, öğrencileri en sonunda bölüm başkanı tarafından dağıtılana kadar hatta son anına kadar benim dersimin kod numarası idi. Şu anda oradaki bütün öğrencilerim çok önemli projelere imza attılar ve önemli isimler oldular. Bas gitarist olarak Batur Yurtsever, Ozan Öner,Umut Arabacı, Selçuk Karaman, Ozan Musluoğlu, Alper Kılıç. Gitarist olarak Ozan Tan,Cenk Erdogan,Cem Tuncer, Kerem Turkaydin. Davulcu olarak Batuhan Büyükdoğan, Berke Özgümüş, Erdem Şenol,Korhan Ogan. Vokallerde Jülide Özçelik, Evrim Özsuca, Elif Çağlar. Pianist olarak Samet Kamalı, Burak Bedikyan, Uraz Kıvaner. Tenor, bariton, alto saksafonlarda Selçuk Suna, Çağdaş Oruç, Barış Ertürk, Serhan Erkol, Siney Yılmaz. Ayrıca ailemize önce Fransız pianist Jeff Giancy sonra da Can Çankaya. Gitarda da sevgili Bora Çeliker katıldılar. Aranjmanlar benim olduğu halde ben bunda her arkadaşımın emeği ve ismi olduğunu söylemek isterim. En son çaldığımız program, 16 Nisan 2019 tarihinde Nardis’teydi. En beğendiğim program oldu. Ama kaydedemedik maalesef. Albüm planlarım var. Hatta tüm bestelerim hazır. 2 tarzda da besteler var. İlk tarz besteler daha çok avantgarde ve modaljazz olacak. 2. tarz ise etnik caz. Ancak diğer etnik cazlardan çok farklı olacak. Odd time bir yapısı var. İstanbul’da her şeyi yazdım, hazır. Sadece uygulamaya kaldı ve bu yüzden de her cazcının olduğu gibi benim de sponsor ihtiyacım var. Birilerinin bu projeye destek vermesini bekliyorum. Maalesef ülkemiz sanatçısına sahip çıkamayan hatta onları süründüren bir imkansızlıklar ülkesi. Örneğin konser vermek istediğimiz ve caz festivallerine katılmak istediğimiz halde bir türlübuna imkan bulamıyoruz. Hatta geçtiğimiz sene Bozcaada Caz Festivali’ne hem MUS 461 hem de MingusTrippin projesiyle ilgili teklif verdim. Maalesef cevap bile verilmedi. Daha popüler ve bilet sattıracak olan birilerini istiyorlar. Eğer Charles Mingus şarkıları yerine şöhretli bir popçu ile caz çalıyor olsaydık konser çalmaktan su içmeye bile vakit bulamazdık. Fakat maalesef çalmayı özlüyoruz ve buna imkan bulamıyoruz. Yapılan festivallerin adı caz festivali ama çalınanlar itibariyle caz ve saz festivali oluyor. İşin içine popçu, türkücü, arabeskçi, tiyatrocu girdi. Pop müzisyenleri bir anda cazcı kesildiler. Çünkü caz trend oldu. Caz konseri diye bilet alarak gittiğin konserlerde ve etkinliklerde hatta atölyelerde cazdan başka her şeyi insana zorla dinlettirir oldular. Etrafta aynı fırından çıkmış bir sürü caz şarkıcısı kadın ve erkek çıktı. Bütün şarkıları aynı şarkı gibi söylüyorlar. Tüm repertuarlar birbirinin aynısı. Neredeyse yorumlar bile aynı. Menajerler ve festival düzenleyen organizatörler, biletlerini satabilmek ve kısa yoldan zengin olabilmek adına akla gelen her tür saçmalığı caz çuvalına doldurur oldular. Aslında bu ülkede zamanında Hülya Tunçağ, Ümit Tunçağ,rahmetliTeoman Baber gibi caz prodüktörleriyetişti. Müzisyenlere iş teklifi geldiğinde “ne çalıyoruz” sorusu yerine “ne kadar para alıyoruz” sorusu önem kazandı. Caz çalabilmek için caz gibi yaşamak gerekir. Bu iş bebeklikten yetişkinliğe kadar ailenin sana dinlettiği müziklerle, kültürel ve sosyal alt yapıyla şekillenir. Çok yetenekligençler var, ancak süratli çalmakla olayın bittiğini sanıyorlar. Sürekli işin o kısmındalar. Tabancamı düelloda hızlı çekersem hem göze girerim hem de rakibimi yenebilirim düşüncesindeler. Yani müziği sadece teknik sanıyorlar. Yazı dilinde imla işaretleri var, duraklar var, bağlaçlar var, ekler var, kökler var. Ayrıca gençlerin yararlanmaları gereken ve hala hayatta olan müzisyenler var, hocalar var. Ali Perret, Selim Selçuk, Aydın Esen… Yeni yitirdiğimiz Elvan Aracı, İmer Demirer, TunaÖtenel, Neşet Ruacan Kamil Özler, Can Kozlu, Cengiz Baysal var. Bizim zamanımızda olmayan kitaplar var, internet var. Yani açıl susam açıl. Hepimizin tek isteği faydalı olabilmek...

Raci Pişmişoğlu Odatv'ye konuştu... Türkiye'nin yaptığı yanlışı anlattı - Resim : 5

Unuttuğum ve söylemek istediğim birçok konu var ama bitmek bilmiyor. Ben yardım projelerinin ve yardım organizasyonlarının içinde olmak istiyorum. Topluma hizmet etmek için hepimiz çok uğraş verdik. Organizasyonların büyük ya da küçük olması fark etmez. Örneğin geçen sene Urla’da, ilkokul çocuklarına ritmterapi programı hazırladım. 23 Nisan konseri vermelerini sağladım. Yani organizasyonun amacı toplum hizmeti olsun, büyük küçük, fark etmez. Yıllar önce, İstanbul’a yerleşmeden önce, Ömür Gidel ve ben, lösemili çocuklar yararına konserler verdik. Ben neredeyse her hafta huzurevinde yaşlılara konser vermeye giderdim.

Bugün dinleyiciler müziği Youtube, Spotify, v.b. platformlardan dinliyorlar. Plak, kaset ve cd revaçta değil. Bu durum dinleme kültürünü etkiliyor mu?

Zaten gerçek bir plak dinleyicisini bu saydıklarınızın hiçbirisi tatmin etmez, edemez. Plaktan kasete ve oradan da cd’ye geçişte bile dinlediğiniz müzik, insana sıkıştırılmış gibi geliyorken, gerçek longplay meraklıları, koleksiyonerler, iyi plak dinleyicileri, kulakları bu geniş sound’a alışık olduğu için asla tatmin olmazlar. İnanın aralarında sırf bu sound’u duyabilsin diye bir daire parasını sadece bir pikap iğnesine yatıranlar var. Ondan gelen hışırtı sizi o dönemlere götürüyor. Kolonlar, amplive kablolar da fiyat olarak çok artınca ultra lüks bir ekonomik durum gerekiyor. Plaktan cd’ye geçiş bile yapay gelmişti. Ama en azından orada müzik hazırlanıp sunulurken mutfakta yemeği kim yapıyorsa bu yemekte emeği geçen herkesin ismi geçerdi. Spotify olsun ve benzerleri olsun, hiç kimsenin adı, hangi enstrümanı çaldığı, stüdyo, tonmeister, müzik direktörü, prodüktör ismi ve diğer önemli bilgiler yazmıyor ve dinleyiciye doyurucu cevaplar vermiyor. Ancak her şeye rağmen Spotify insanların kendi albüm tanıtımlarını, proje tanıtımlarını, müzik tüccarlarının ağına düşmeden uygulayabildikleri dijital imkanlardan biri diye düşünüyorum. Ama iyi bir plak dinleyicisi zaten yeni çıkan longplay’leri bile almıyor. Eskileri topluyor. Yeni çıkan longplay’ler ona ses olarak kötü geliyor. Bunun yanı sıra Spotify ve emsalleri sound olarak çok sıkıştırılmış gelebiliyor. Müzisyenler için olsun, maddi imkanları olmayan dinleyiciler için olsun, bu dijital imkan çok tercih ediliyor. Her ne kadar sound sıkıştırılmış bile olsa insanın merak ettiği müziklere hemen ulaşabilmesini sağladığı için güzel bir imkan diye düşünüyorum.

Pandemi dönemine kadar her yıl düzenli olarak caz festivalleri yapılıyordu. Yapılan festivalleri yeterli buluyor musunuz?

Hayır, yeterli bulmadığım gibi aynı zamanda da eleştiriyorum. Az önce bahsetmiştim. Caz festivalinde Robert Plant ve Led Zeppelin var. Yani İstanbul caz festivaline elbette iyi caz sanatçıları da geliyor. Ama masrafları çıkartmak için bilet satma uğruna çizgi bozulup ticari sapmalar başlıyor. Caz festivali, Türkiye’nin her yerinde Kiraz Festivali, Enginar Festivali, Dondurma Festivali gibi yapılmaya başlandı. Popçular caz söylemeye başladı. Hatta adı bende kalsın, Türkiye’nin önemli ve eski bir pop sanatçısı bana bir gün merak ettiği bir saksofoncuyu sordu. John Coltrane’den başladım Charlie Parker, Michael Brecker v.b. isimleri saymaya başladım. Sonra işi çözdüm ve Miles Davis dedim. Bana (hah... evet) dedi. Bu sanatçı daha sonra CRR’de senfoni orkestrasını arkasına alıp caz konseri verdi. Başka ne söyleyebilirim size. Selim Selçuk’un albümü “Miles Kucles” Downbeat dergisinin ana sayfasında çıktı. Haberi olan kaç kişi var? Soruyorum size. Ülkemizden kaç kişi Downbeat dergisinin ana sayfasında çıkmıştır? Bunun gibi çok konular var anlatılması gereken, anlatmakla bitmez. Uzun sözün kısası; çoğu şey müzik adına son derece yetersiz, bazı dostlar ve festival kurulları hep işi kurtarma düşüncesindeler.

Ülkemizde müzik eğitimi yıllardan bu yana tartışılan konular arasında geliyor. Konservatuarların nitelikleri, eğitim programları ve genel durumları bir türlü belirli bir düzleme oturtulamadı. Bu durumun nedenleri çeşitli… En basitinden Münir Nurettin Selçuk’u bile tanımayan Türk Müziği Konservatuarı öğrencilerini ben de tanıyorum. Murat Bardakçı’nın son yazılarından birisi de bu örnekle bitiyordu. Konu, Münir Nurettin Selçuk’u tanıyıp tanımamanın çok ötesinde bir durumu ifade ediyor. Bu durum sadece Türk müziğinde mi var? Elbette, hayır. Trompet bölümü (sanat dalı) mezunu olup hayatında Miles Davis’in adını bile duymamış olanlar kişileri de tanıma fırsatım oldu. Sanıyorum bir yerlerde bazı yanlışlıklar yapılıyor. Yapılan bu yanlışlıkları ise bir türlü düzeltemiyoruz. Popüler kültürün müziğin canına okuduğuna her geçen gün şahitlik ediyoruz. Daha uzun bir süre de şahitlik edeceğimizi düşünüyorum.

Kaan Çağlayangöl

Odatv.com

OdaTv