PKK’YI BUZDOLABINA KOYMAK İSTİYORLAR

Dr. Vakur Kayador yazdı

Kürt önderlerin sosyalist olmaları durumunda nasıl bir tavır takınacaklarını sorguladığım yazılarımdan sonra kendilerini Kürt sosyalist olarak tanımlayan okurlardan ciddi tepkiler,eleştiriler aldım.Bunlara değindikten sonra,bu konuyla da ilişkilendirerek “Açılım” konusunun üst başlıklarını ele almak istiyorum

Önce şunu belirtmekte yarar görüyorum.Ayağı “şimdiki zaman”a çakılı olarak siyasal analiz yapmaya çalışmak, büyük yanılgılara götürüyor insanı. Yaşanan olayları, olguları, durumları fotoğraf makinesinin durağanlığında değil, film şeridinin akışkanlığında değerlendirmek gerekiyor. Bu düşüncemi değişik ortamlarda sık sık dile getirmişimdir, bunun doğruluğuna fazlasıyla inanırım çünkü. Yaşananlar, tarihsel bir gelişim sürecinin devamı olarak ele alınıp, “yaşanan an” siyaset bilimi verileriyle değerlendirildiğinde; doğru durum saptamaları yapılabiliyor. Doğal olarak geleceğe yönelik daha akılcı öngörüler çıkabiliyor ortaya. Yine de sosyal bilim analizlerinin falcılık olmadığını ve en iyi değerlendirilmeler sonucu ortaya çıkmış öngörülerin bile yanılgıyla sonuçlanabileceğini baştan kabullenmek gerekiyor.

Bunun yanı sıra durum saptaması yaparken, araştırmacı için çok dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta; öznel düşüncelerini ve eğilimlerini araştırmanın dışında bırakabilmesi. Süreçleri, olmasını istediği gibi görmesi ve kendsine yakın bulduğu siyasal aktörleri yüceltmesi, araştırmacıyı çok yanlış noktalara götürebilir.

Yaşadığımız son gelişmeleri doğru görebilmek için, olabildiğince nesnel kalabilmek ve duygusallıktan arınmak zorunlu oluyor. Ancak –özellikle- kendilerini sosyalist olarak tanımlayan Kürtlerde, tıpkı siyasal önderlerinde olduğu gibi yaşanan gerçeklerle kendi algıladıkları gerçeklik arasındaki makasın iyice açıldığın gözlemliyoruz.. Görmek istedikleri gerçekliği, yaşanan gerçeğin yerine getirip yerleştiriyorlar ve bu yanlış halleriyle hem durum saptaması yapmaya çalışıyor hem de kendilerine gelecek çizgisi belirliyorlar. Aslında içinde bulundukları durum, kendilerini sosyalist diye adlandıran insanlar için gerçekten çok güç. Ayrılıkçılık gibi bir virüse kendini kaptırmış bir terör örgütün savunuculuğunu yapmak ve bunun ağırlığını taşımak son derece zor. O zaman ne yapıyorlar?... Gerçeği değiştirip, PKK’nın ayrılıkçı bir örgüt olmadığını, “demokratik cumhuriyet” mücadelesi verdiğini savunabiliyorlar. Bu bir taktikse eğer, taktiğin tutmadığını hemen anlamaları gerekiyor, çünkü buna kendilerinden başka kimse inanmıyor. Hatta sade yurttaş bunu öfkeyle karşılıyor. Eğer gerçekten böyle düşünüyorlarsa, durum kendi adlarına çok daha “hazin” demektir. Batı emperyalizminin desteği olmadan bu kadar geniş çaplı bir mücadeleyi, böylesine sınırlı birikime sahip yönetim kadrolarıyla ve kendi güçleriyle sürdürdüklerine inanıyorlarsa, çok yanlış yerlerde duruyorlar demektir.

Emperyalizmin güdümünde olmak, ona sırtını dayayarak varlığını sürdürmek bir sosyalistin kafasını bu kadar karıştırabiliyor, onda böylesi bir bilinç bulanıklığı yaratabiliyormuş demek ki. Sistemli bir analiz için öncelikle sağlıklı bir siyaset bilimi donanımına, onun ışığında kuramsal ve kavramsal bilgiye sahip olmak gerekir... Daha sonra yaşanan tarihsel gelişim süreci dikkatle incelenir. Örneğin konu özelinde Kürt halkının cumhuriyet öncesinde ve sonrasında onlarca kez, nasıl emperyalizmin oyununa geldikleri hangi acıları yaşadıkları öğrenilir. Ayrıca tarihin, tarihin öznesi olan toplumlar için, nasıl bir sürekli değişim gerçeği olduğu, buna karşılık geri kalmış toplumlar için ne tür kahredici bir tekerrür silsilesine dönüştüğü dersi çıkarılabilir… Kavramların ve olayların sonrasında siyasal aktörlerin söylemleri de önem kazanır. Ancak bu konu özelinde, Öcalan gibi, bir dediği diğerlerini tutmayan birisinin, “demokratik cumhuriyet” mücadelesi verdiklerini söylemesinin bir anlamı olabilir mi?.

Bunun dışında yurt dışındaki ayrılıkçı örgütlere karşılık PKK ve Öcalan’ın emperyalist ülkelerin ayrılıkçılık telkinlerini geri çevirdiklerini belirtiyorlar.O zaman sorulmaz mı, yirmi beş yıldır dağda hangi demokrasinin mücadelesini verdikleri?..Klasik Batı demokrasilerinde sırtında parka, belinde fişeklik,elinde bomba ya da keleşnikoflu demokrasi yandaşı siyasal aktörler var mı?..Geçenlerde-sosyalistlerin dışında- Kürt yetkililerden biri ,neden dağa çıktıklarını bilmediklerini söylüyordu.Biz bildiğimiz kadarıyla yanıtlayalım da aydınlansın.Dün okyanus ötesi “Sahip” ‘çık’ dediği için çıkmıştınız,bugün de aynı “Sahip” ‘in’ dediği için inip inmemeyi düşünüyorsunuz.Durum bu kadar basit ama bir o kadar da acı değil mi?..Bir başka soru da, neden ABD’nin Öcalan’ı Türk güvenlik birimlerine teslim ettiği biçimindeydi.Soru kendi içinde Öcalan’ın ne kadar ABD ve emperyalizm karşıtı olduğunu içermekteydi.Onu da aklımız erdiğince yanıtlayalım.Çünkü Öcalan görevini yapamamıştı ve konjonktür gereği son kullanım tarihi geçmişti.O tarihte ülkede terör karşısında kararlılıkla mücadele edip terörü sıfır noktasına indiren bir yönetim ve komuta konseyi vardı.Henüz AKP ile Özkök ve sonraki genelkurmay başkanları göreve gelmemişlerdi.XX.yüzyıl tarihine kısaca göz atarsanız Öcalan’ın ABD’nin ortada bıraktığı tek “has adamı” olmadığını görebilirsiniz…Bölge insanlarının nüfus planlaması yaparak yaşam kalitelerini yükseltmeleri yönündeki uyarım ise Kürt halkının nüfusunun artmasından korktuğuma yorulmuştu.Bu düşünceyi-izninizle-yanıtlamaya değer bulmuyorum.

Doğru durum saptaması yapmak da, ona göre doğru politikalar belirleyebilmek de pek herkesin harcı olmasa gerek “Ben sosyalistim” demekle de sosyalist olunamayacağı ortada.Bu insanlardan ne kadar sosyalist olur bilemem ama kendilerinden pek güzel “periferik millenium demokratı”olabilir kanısındayım.

Açılım Dedikleri

Evet, bu arkadaşların düşüncelerine-kısa da olsa- bir yanıt vermemin gerekli olduğunu düşündüm.Şimdi.gelelim ülke gündemini yaz aylarından beri işgal eden “Açılım” konusuna.Sorunu en kısa ve özet hâliyle ele alıp sergilemeye çalışmak istiyorum..

Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor. Dünyanın kabuk değiştirdiği bir sürecin başlangıcını yaşamaktayız. ABD dünyanın başat gücü olma özelliğini korumak ve yine dünya jandarmalığı rolünü sürdürebilmek için son zarlarını atıyor. Bunu yaparken, BOP’tan bir süre vazgeçme kararı alıyor ve bütün enerjisini Orta Asya’ya, Afganistan’a yönlendiriyor. İşte bu sırada Türkiye’den çok önemli bir talepte bulunuyor. 2010’da terk edeceği Irak’ta Kuzey Irak Kürt yönetiminin savunmasını Türkiye’ye ihale etmek istiyor. Bu arada bir cümleyle hemen eklemek lazım. Artık, ABD’nin Irak’a gelirken BOP çerçevesinde Türkiye’yi bölmek üzere hedef tahtasına yatırdığı gerçeğinin tartışılacak yanı yok. Ancak bu 180 derecelik dönüş bölgede pek çok dengeyi sarsıyor. Çünkü ABD, PKK’yı tasfiye ediyor, Kandil ve Habur’u boşaltmak istiyor. Bunları yaz aylarından bu yana yazılarımla dile getiriyorum.

Bu noktada, bu gelişmelerin Türkiye lehine olduğunu düşünüp, Açılım’a karşı çıkanları eleştirmek mümkün. Ancak kazın ayağı hiç de öyle değil. Durum PKK’nın tasfiyesi gibi değil, bu örgütün yol haritasının bir parçası gibi sunuluyor. Yani PKK -bir anlamda-, bir gün yeniden çıkarılmak üzerine buzdolabına konmak isteniyor. Kürt halkının kafasındaki ayrılıkçılık virüsünün muhafaza edilmesine çalışılıyor. Oysa bu sorunun güvenlik boyutunun çözümünün önkoşulu, ayrılıkçı terör örgütünün silahlarını teslim etmesi ve Güneydoğulu sade yurttaşın bu ayrılıkçılık virüsünden kurtarılmasıdır.Çünkü bunlar halledilmeden ne Türkiye bu sorununu çözebilir ne de kendi gerçek sorunlarına yönelebilir;maddi-manevi bütün enerjisini buralarda tüketir gider.

Oysa gündeme taşınan talepler, ayrılıkçılığı diri tutacak özellikler taşıyor ve bugün itibariyle ciddi çatışmalara yol açıyor. Öcalan’ın ve PKK’nın muhatap alınması, Güneydoğu illerinde eyalet sisteminin kurulması ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi kabul edilecek şeyler değil. Anadilde resmi eğitim dileği de şu ortamda yangına körükle gitmek anlamını taşıyor Bunlar önce federatif yapıyı,ardından da ayrılığı çağrıştırıyor.Öcalan’ın ev hapsine geçirilmesi de bir başka talep.Sanki bu şahıs bir kader kurbanı ya da pazar yerinden getirilip içeri alınmış bir masum.Herkesin onu ayrılıkçıların bakış açısından gördüğü zannediliyor herhalde…Bu konuların her biri ayrıca ele alınacak önemde.

Ancak burada temel sorun daha başka. PKK tasfiye edilmekten çok fazla rahatsızlık duyuyor. Çünkü Kürt silah ve uyuşturucu baronlarının elde ettikleri büyük kazanç kapısının kapatılması kendilerinde ciddi sıkıntı yaratıyor. PKK’nın son günlerde Öcalan’ın hücresinin santim hesaplamasını yapması ve DTP’nin kapatılmasını bahane ederek sokak eylemlerini tırmandırması PKK’nın-bu nedenlere dayalı- direncinden kaynaklanıyor O yüzden muhalefetin bu taleplere karşı çıkması –elbette- boşuna değil
.
Bu arada bir sanal görüntüye daha dikkat çekmek istiyorum. Türkiye –asla- ayrılıkçı terör örgütü karşısında böyle güçsüz ve umarsız değildir. AB bekleme süreci ve ABD sevdası ya da korkusu her alanda Türkiye’nin elini kolunu bağlıyor. Başka bir hükümet yönetimiyle ve başka bir komuta konseyi ile Türkiye bu sorunları aşabilirdi. Kararlı yönetimlerin uygulamalarıyla terörün etkisiz kılındığı, çok yakın geçmişimizde yaşanmış ve görülmüştü…

Ben bir yurtsever sade yurttaş olarak Huseyin Kıvrıkoğlu ve İsmail Hakkı Karadayı paşaları çok özlüyorum biliyor musunuz!?...

Durum şu an itibariyle böyle görünüyor…
Dr.Vakur Kayador
Odatv.com

PKK AKP açılım kürtler arşiv