PKK GERÇEKTEN TAŞERON MU?

Merkez ve taraftar basın başta olmak üzere her yerde, artan PKK saldırılarının ardından konuya dair dillendirilen düşünce, değerlendirme ve...

Merkez ve taraftar basın başta olmak üzere her yerde, artan PKK saldırılarının ardından konuya dair dillendirilen düşünce, değerlendirme ve önerileri özetlemekte fayda var: 1) PKK, kimi başka güçlerin taşeron örgütüdür. En çok ima edilenler ise, a) Ergenekon’un, b) ABD ve İsrail’in taşeronu olduğudur. 2) Örgüte talimat verdiği için Abdullah Öcalan, Mümtaz’er Türköne’nin deyimiyle, “enterne edilmelidir.” Hatta bunun için çok geç kalınmıştır. 3) Irak’ın kuzeyine gerçekleştirilecek geniş çaplı bir sınır ötesi askerî harekat dahil, örgüte yönelik askerî operasyonlar arttırılmalıdır. 4) Çatışmalı bölgelere yalnızca, “profesyonel” olarak adlandırılan, paralı ve uzman askerî birlikler gönderilmelidir.

Bu pek yaygın cehalete, ne yazık, tek tek ve ciddi ciddi cevap vermek gerekiyor. Sırası ve en çok gündemde olması nedeniyle “taşeron” söylencesiyle başlıyorum.

KİMİN TAŞERONU

PKK için dile getirilen “taşeron” iddiaları, sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim, gerçek dışıdır ve meselenin özünden uzaklaştırıcı olmaktan başka hiçbir işlevi yoktur. Birtakım taraftar, akist ve/veya Fethullahçı yayın organları vasıtasıyla propaganda edilen “Ergenekon’un taşeronu” iddialarının, Kemalist cumhuriyetçiler ve ilericiler tarafından ciddiye alınmadığına inanmak istediğim için bu iddiayı geçiyorum.

ABD’nin mi?

“ABD ve İsrail taşeronu” iddialarınınsa, üzerinde durmamız gerekiyor, zira bu iddialar, yalnızca taraftar, akist ve/veya Fethullahçı yayın organlarında değil, cumhuriyetçi ve ilerici olarak değerlendirilebilecek kimi yayın organlarında da sıklıkla işleniyor. Bir defa, “taşeron” iddialarının, ABD karşıtı olmak bir yana, ABD’ye aykırı en küçük bir söylemi bile bulunmayan mevcut iktidar tarafından dile getirildiği unutulmamalıdır. Bugüne dek ABD’ye aykırı gelebilecek tek eylemleri, kimi milletvekillerinin 1 Mart Tezkeresi’ne ret yönünde oy kullanmalarının önüne geçememeleri ile İran’a nükleer programı nedeniyle uygulanacak yaptırımların ağırlaştırılmasını öngören son BM Güvenlik Konseyi oylamasında, daha önce İran’la imzalanılan antlaşma nedeniyle ahde vefa gereği ve ABD’nin bölgesel alt-gücü olma rolünün bir gereği olarak bölge halklarına sempatik görünmeyi sürdürmek için hayır denilmesi olan ve bunların dışında bütünüyle Amerikan yanlısı bir politika izlemiş bir iktidarın, “ABD taşeronu” bir örgütü açık edebileceğine inanmaktaki mantıksal tutarsızlık, açıktır. Bu iddiaların akla uygun yegâne dayanağı, Irak’ın kuzeyindeki PKK varlığının, Körfez Savaşı’ndan itibaren ve özellikle ABD’nin Irak’ı işgali sonrası, büyüyerek devam etmiş olması ve ABD’nin bu varlığı doğrudan hedef almayı tercih etmemiş olmasıdır; egemenlik boşluğunun olduğu bir bölgenin PKK gibi bir örgüt açısından pek büyük bir hareket alanı ve pek çok olanak yarattığı ne kadar anlaşılır ise Afganistan ve Irak batağına saplanmış ABD’nin bu örgütü hedef almayı tercih etmemesi de bir o kadar anlaşılırdır.

İsrail’in mi?

İsrail mi; bölgedeki sevgilisi, Barzani’den başkası değildir. Dahası, İsrail, Lübnan’ı işgal ettiği günlerde, diğer Filistin ve Lübnanlı direnişçilerin yanı sıra, kendisine karşı savaşırken 11 mensubunu yitirmiş ve bugün de liderinin İmralı’dan anti-İsrail açıklamalarda bulunmayı sürdürdüğü bir örgütü kolay kolay affetmeyecektir. Nitekim, Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilişinde CIA ve MOSSAD’ın, geçtiğimiz iki yıl boyunca dilden düşmeyen “PKK’nın tasfiyesi” planlarında -bu planların öyküsü önceki yazılarımda mevcut- AKP, Gülen cemaati, Barzani, ABD ve İsrail’in, yine PKK ile askerî mücadele için alınacak insansız hava araçları Heron’lar ile “Üçlü Mekanizma” olarak anılan istihbarat yapılanmasında İsrail ve ABD’nin rolleri, inkar edilmemektedir. ABD ve İsrail, eylemlerini doğrudan uygulamaktan geri durmazlar, hiçbir zaman durmadılar, durmuyorlar, ancak farz edelim, bir taşeron örgüte de ihtiyaç duydular; salt ABD ve İsrail desteğine dayanan bir örgütün bunca yıl ayakta durabilmesi çok zordur. Tüm dünyada ve akademide, hiçbir silahlı isyanın halk desteği olmaksızın ayakta kalamayacağı, üzerinde tartışmanın bile yapılmadığı kesinlikte bir yasa kabul edilmektedir. Halk desteği mi, varlığının söz konusu olduğu durumlarda, “dış destek” meselesi tali bir hâl almaktadır; ayrıca değinebilmek için bir başka yazıda irdeleyeceğim. Bir ara Tayyip Bey’in kendisi tarafından da sınırlarımız içindeki ve dışındaki toplam mevcudunun 5.000 civarında olduğu açıklanan bir örgütün, “taşeron” olarak kurulduysa bile, artık bir taşeron örgütten fazlasını ifade ettiği kesindir.

Bunlar bir yana, cumhuriyet düşmanı kampın “taşeron” iddialarını yaymadaki amaçları, PKK saldırılarının artmasına kendilerinin neden olduğunu ve kendi sorumluluklarını, ülke içinde biriken tepki ve öfkeyi haricî öznelere tahvil ederek unutturmaktır; ne yazık, zaman zaman cumhuriyetçi ve ilericilerin de bu oyuna düştükleri görülüyor. Ciddiye alınması güç olan bu iddiaları bu kadar uzun yorumlayarak okuyucuya haksızlık etmek durumunda kaldığım için üzüntü duyuyorum, ancak yalnızca cumhuriyet düşmanlarına yarayan bu kampanyaya bir son vermek durumundayız.

Emre Özsuda

Odatv.com

arşiv