PİERRE LOTİ İLE REİNER HERMANN NEREDE BULUŞUYOR?

Mehmet Şekeroğlu yazdı

Alman enteli Reiner Hermann’ın Fethullah Gülen’i, “aklın sesi” (“die Stimme der Vernunft”) diyerek övmesi, bazılarımıza şaşırtıcı geliyor. Yine, Hermann’ın da içinde olduğu Batılı entellerin büyük çoğunluğunun genel olarak Mustafa Kemal’i ve özel olarak da onun aydınlanmacı mirasını simgeleyen (Türkiye’deki) laikliği eleştirip durmalarını anlamakta zorluk çekiyoruz. Çünkü, aklımıza, örneğin, “Alman gazeteci”, “Alman yazar”, “Alman aydını” gibi kategoriler geldiğinde, bunlara bağlı olarak, Almanya’nın ekonomik ve teknolojik gelişmişliğinden de hareketle, “gelişmiş objektif gazeteci”, “gelişmiş objektif yazar”, “gelişmiş objektif aydın” kategorileri de gelmektedir. Bu pozitif önyargı, bizim açımızdan, tam anlamıyla ideolojik bir körleşmedir; komplekse dayanan bir “yanlış bilinç” türüdür. “Gelişmişlik”, bir aydının zihniyetini anlamada asla kullanılamayacak bir kategoridir. Burada, gerçek aydın ile enteli de birbirinden ayırmaya yarayacak asıl mihenk taşı, emperyalizm ve sömürü karşısında alınan tavır olmalıdır. Sömürgeci güdüleri ve oryentalist zihniyeti olan Batı aydınlarının ezici çoğunluğu, Avrupa dışındaki ülkelerle ilgili yorumlar yaparken, Avrupamerkezci tavırlarını aşamamaktadırlar. (Parmakla sayılabilecek kadar az olan gerçek sosyalist Avrupa aydınlarını, bu değerlendirmenin dışında tutuyorum).

Avrupamerkezci akıl ve mantıkla düşündüklerini bildiğimiz Avrupalı entellerin, “yapıları” gereği, Fethullah Gülen’i övüp, Mustafa Kemal’i eleştirmeleri kaçınılmazdır. Bunun tersini beklemek, maddenin doğasına aykırıdır.

Durum böyle olunca, Frankfurter Allgemeiner gibi Almanya’nın en büyük gazetelerinden birinin yazarı Reiner Hermann’ın Fethullah Gülen’e “aklın sesi” demesi kolayca anlaşılabilir: Reiner Hermann bir “aydın” değildir; o, hakim sistemin sözcülüğünü yapan bir “meslek erbabı”dır. Görevi, Türkiye gibi ülkelere, (emperyalist) Batının istediği doğrultuda şekil vermeye çalışmaktır. Bunu yaparken, tamamen makyavelist bir zihniyetle hareket edecektir. Bu bağlamda, örneğin, Batının çıkarına olduğu için Türk/Müslüman kadınlarının türban takmalarını destekleyecek, Fethullah Gülen’in “aklın sesi” olduğunu söyleyecektir. Onun “işi”, bunları söyleyerek, Türkiye’ye Batının uygun gördüğü kefeni biçmektir. Bunun, gerçek “akıl”la (vernunft), din hürriyetiyle, demokrasiyle... zerre kadar ilgisinin olmaması, onu ilgilendirmez. Hatta, kendisiyle teke-tek konuşabilseniz – ki o bundan kaçacaktır – kişisel fikrini alabilseniz, türbana da, Fethullah Gülen’inki gibi bir tarikata da karşı olduğunu tesbit edebilirsiniz. Ama, yazılarında Fethullah Gülen’i över, türban takmanın özgürlük olduğunu söyler; çünkü ona, “sadece” bunları söylediği, böyle bir taşeronluk işlevini yerine getirdiği için “ekmek” verilmektedir; böyle yazmazsa ekmeği kesilir... (Eh, kimileri de Nobel Edebiyat Ödülü’nü alabilmek için Batı karşısında benzer taklalar atmıyor mu?).

*

Burada, Reiner Hermann kişiliğinde, Batılı entelin üç temel özelliğiyle karşı karşıyayız.

1. Birincisi, Batı entelindeki sömürgeci zihniyettir. Bu, kendi dışındakileri küçümseme, kendini özel bir (ırksal veya kültürel) misyonun temsilcisi olarak görme, dolayısıyla kendinden olmayanları sömürmeyi kendine bir hak olarak algılama zihniyeti, Almanya örneğinde kalırsak, dün Siyah Afrikalılar hakkında yazdıklarına bakılınca Kant ve Hegel’de böyleydi; bugün Türkiye hakkında yazdıklarına bakılınca, Udo Steinbach’ta, Gerd Höhler’de, Reiner Hermann’da ve diğer yüzlercesinde de böyledir.

2. Batılı entelin, birincisine bağlı olan ikinci özelliği ise, çıkarlarının aklının ve dolayısıyla vicdanının önünde durmasıdır: Onun için akıl, çıkarlarının bir türevinden, hizmetçisinden başka birşey değildir, olmamalıdır ve bu “amaçrasyonel” akıl, vicdanla çeliştiğinde, vicdanın hiçbir varolma şansı yoktur. (Somut örnek: AB’nin Türkiye ve özellikle Kıbrıs politikasının vicdansız ve iğrenç ikiyüzlülüğü!). Bu, dün (Almanya örneğinde kalırsak) II. Wilhelm’de böyleydi; bugün Helmut Schmidt’te, Hans-Dietrich Genscher’de, Joschka Fischer’de ve diğer yüzlercesinde de böyledir.

3. Batılı entelin, Doğuyla ilişkisinde diğer bir özelliği de, ta Pierre Loti’de tipik bir örneğini gördüğümüz oryentalizm “şarlatanlığı”dır. (Nazım’a selam!). Bilindiği gibi, “Türk dostu” Pierre Loti, Osmanlının artık kokuşmaya başlayan köhne saltanatının yıkılıp yerine modern bir cumhuriyetin kurulması sözkonusu olduğunda, “Osmanlısın ve gerisin sen, geri kal!” dercesine bir tepki göstermiş ve modernleşmek isteyen Türkiye’ye sırtını dönmüştür. İşte Reiner Hermann’ın da meselesi budur: Pierre Loti gibi oryentalist bir zihniyetle hareket eden Hermann, “Müslümansın, türbanlısın sen, Müslüman ve türbanlı ve benden uzak kal!” diyerek Fethullah Gülen tarikatını beslemekte, kollamakta ve övmektedir. Bu zihniyete göre, Hırıstiyan ve modern bir Batılı ile, Müslüman ve geri kalmış bir Doğulunun “akıl” (vernunft) ölçüsü farklıdır.

Hermann gibi oryentalistlerin Türkiye’de görmek istedikleri manzara – dolayısıyla, uyguladıkları plan – şudur:

- Türkiye gibi ülkeler, Batının isteklerine, planlarına uydukları ölçüde müsamaha görürler.

- Türkiye gibi ülkelerin ekonomik ve sosyal olarak gelişmeleri, Batının aleyhinedir. Dolayısıyla, bu ülkelerde, gelişmeyi engelleyen veya yavaşlatan politik güçler desteklenmelidir.

- Batılıların asla izin vermemesi gereken şey, Türkiye gibi ülkelerde ulus devlet olgusunun, eşitlik ilkesine dayanan demokratik reformlarla güçlenmesidir. Batı dışındaki ulus devletler, küreselleşmenin, yani Batı dışındaki yerel pazarların da doğrudan kontrol edilmesinin önündeki en büyük engellerdir. (Bu “ulusalcılar”, ülkelerini, küreselleşme adı altında yürüttüğümüz liberal ekonomi faaliyetlerine karşı koruyabileceklerini sanıyorlar. Biz bu anlamsız dikkafalılığa uzun süre tahammül edemeyiz!).

- Ulus devletleri güçsüz kılıp parçalamanın ve bertaraf etmenin en rahat yolu, bu devletlerin temel öğelerini, Türkiye örneğinde olduğu gibi laikliği ve üniterliği yıkmaktır. Bu amaçla, bizim çıkarlarımızı savunacak sivil toplum örgütlerine, bunların arasında özellikle ulus devlet karşıtı tarikatlara, medya kuruluşlarına ve ulus devleti ve öğelerini karalama görevi verdiğimiz liboş entellere her türlü yardım yapılmalıdır. (Egolar ve enteller dünyasında, paranın açmayacağı kapı yoktur!).

- Yugoslavya’da becerdik, Irak’ta beceriyoruz, Türkiye’de de – henüz direniş sürüyor olsa da – becereceğiz.

- Türkiye’de bu “becerme” işini hızlandırabilmemiz için, böl ve yönet taktiği gereğince, üniter yapıyı yıkmak için etnik, laik yapıyı yıkmak için ise dinsel örgütlenmelere ayrı ayrı destek verip, tavşana “Kaç!”, tazıya “Tut!” demeliyiz. Ergenekon’u da “bizim çocuklar” örgütlemeli, Ergenekon karşıtlarını da; Kürtleri ırkçı söylemlerle aşağılayan sözde Türk sosyalisti grupları da biz desteklemeli ve örgütlemeliyiz, ırkçılık yapan Kürtleri de; Fethullah Gülen’in faaliyetlerini de, onun düşmanlarınınkini de...

- Türkiye’nin yeri, öteki İslam ülkelerinin yanıdır. Bunu, Başkanımız Bush’un Pentagon Sosyoloğu Samuel P. Huntington da böyle söylemişti. Türkiye Batı’dan tam kopup İslam ülkelerinin yanında yer almadan, ağız tadıyla bir “medeniyetler savaşı” mümkün değildir!

- Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne alınacağı oyalaması sürdürülmeli, bu ülke, ne tam içerde, ne tam dışarıda, arasatta bir yerde tutulmalıdır. Velev ki diğer bütün şartları yerine getirdiler, o durumda biz de laikliğin, üniterliğin ve tabii ki Atatürk’ün tasviyesini isteyeceğiz. Huntington üstadımızın da dediği gibi, Türkiye’deki katı Atatürk kültü ve laiklik uygulaması, bir çeşit apartheid örneğidir; bu sistem Güney Afrika’da nasıl yıkıldıysa, Türkiye’de de öyle yıkılmalıdır.

- Şeyh uçmaz; biz (AB-D) dururken Şeyh’i cemaat da uçur(a)maz, biz uçururuz...

KÖR NOKTA’lar Köşesi:

Kör Nokta haberi:

Ahmet Altan, Taraf Gazetesi’ne Almanya’da verilen Leipzig Özgürlük Ödülü’nü alırken (Eylül 2009) yaptığı konuşmada, dünyadaki savaş vahşetine ve kötü düşmanlara “Tü kaka, kahrol emi!”, iyi vicdana ise, “cici” dedikten sonra, şöyle buyurmuş: “Bu ödül, o düşmanlara karşı yalnız olmadığımızı, yeryüzünün her tarafında vicdan sahiplerinin birbirine destek olduğunu, sesini yükselttiğini, kuvvetli bir dayanışma içine girdiğini gösteriyor.”

Kör Nokta sorusu:

Ahmet Altan, o ödül töreni sırasında mesela şöyle diyebilir miydi: “Dünyadaki savaşların ve vahşetin en önde gelen müsebbibi, üretim araçları ve sermaye üzerinde özel mülkiyetin olması, yani kapitalist sistem ve onu yöneten ve savunan ABD, Avrupa ve onların müttefikleridir. Bunlar, dünyadaki vahşeti ve vicdansızlığı doğuran hakimiyetlerini, öncelikle, yapıp sattıkları/kullandıkları silahlarla sağlamaktadırlar. ABD’nin birinci olduğu silah üretimi ve satışında, acaba Almanya kaçıncı sıradadır, sayın enteller?”

Kör Nokta atasözü:

Düşünmek, bazıları için emperyalizmin/sömürenin Taraf’ını tutmaktır!

MİNNET ve KUTLAMA Köşesi:

Soner Yalçın’a, Odatv’ye ve okuyucularıma minnettarım...

Başbakan Tayyip Erdoğan’ı, “Ben aşı olmayacağım!” diyerek, “Domuz Gribi Psikolojik Terörü”ne, -- dolaylı yoldan da olsa – tepki gösterebildiği için kutluyorum. (Not: Kendisiyle herhangi bir siyasi barışıklığım yoktur!).

Mehmet Şekeroğlu

Odatv.com

reiner herman fethullah gülen arşiv