Özgürlük mü, itiniz olur

Bir Toros fıkrası, Türkmen oğlunu dövüyormuş, kaymakam görüp karşı çıkmış, oğlunu dövme, diye, Türkmen: İtimi dövüyom sağa...

Bir Toros fıkrası, Türkmen oğlunu dövüyormuş, kaymakam görüp karşı çıkmış, oğlunu dövme, diye, Türkmen: İtimi dövüyom sağa ne?

***

Dövün bakalım itiniz seçmeni, bağa ne?

***

Özgürlük’ kelimesini ilk duyduğum günü hatırlıyorum, 14-15 yaşlarında, yaşlı bir marangoz amcamız vardı, emekli olmuş, hobi olarak marangozluk yapıyordu. Konu komşuya ücretsiz dolaplar yapıyor koltuklar tamir ediyor, bazen de ciddi bir mobilya işi çıkıyordu. Hiç iş olmadığı ya da hiç kerestesi kalmadığı zamanlar dahi kendine bir iş icad eder, küçük tahta parçalarını heykelimsi yontardı. Ondan öğrendim: ‘marangoz işsiz kalmaz’.

Kerestesi kalmadığı zamanlar hurda dolaplar masalar alıp söker tahtalarıyla başka modeller yapardı. Ancak bazen o hurdayı da bulamazdı, işte o zaman karısıyla kavgaya tutuşurdu, eşinden bozdurması için kıyıda köşede duran bileziğini isterdi. Komşular kavgayı ayırır, eşleri barıştırır, ta ki ‘kerestesiz’ kalana kadar.

Bir gün öyle bir kavgaya uyandık ki polis çağrıldı, polis marangoz amcayı sakinleştirmeye çalışıyor… Ağlamaklı çaresiz yakınmalar içinde polise şu cümleyi söylediğini duydum, ‘kereste yok burası hapishane gibi, kendimi özgür hissetmiyor bu evde boğuluyorum…’

Bu sözlere karşı delirmiş karısı karşılık veriyor: ‘kazandığı beş kuruş yok.’

***

Kardeşlerim, kazandığımız beş kuruş yok, kerestemiz de kalmadı.

***

Muhteşem psikanalist Adam Phillips anlatır, ünlü İngiliz şairi Eliot, II. Dünya savaşında hava saldırılarını betimleyen şiirinin son cümlesi: ‘HAVA’nın ölümüdür, bu.’

***

İnsanın çok çaresiz kaldığı felaket anları vardır, denize iki adım atarsınız, alttan bir akıntı ayaklarınız altındaki çakılları hortum gibi çeker, deprem anında da öyle bastığınız yer yerinden oynar. Ama hava başka bir şey, kimyasal saldırı anlarını düşünün, nereye kaçacaksınız, kimyasal saldırının mikro örneği, şu hepimizin üç-beş yediği gaz fişekleri, ortalık zehirli duman, nereye kaçacaksınız.

Buyurun: politik iklimimiz…

***

İsteyen istediğini aday göstersin gösterir gösteriyor, buna kim karışabilir ama ‘kapat çeneni’ demek, biz yazar insanlarız, zaten ne belalar içinde zar zor rahatça konuşabileceğimiz bir ınternet sitesi ODA TV’yi hangi bedellerle kurduğumuz ortada. Aday o olur bu olur, biz herkes konuşsun istiyoruz.

Kapa çeneni diyen arkadaşlara, daha dün Osmanlı rüyası gören İslamcılar’a söylediklerimizi hatırlatalım, bu hava saldırılarında sadece bu evde yaşayanlar ölmez, o evin korkusu neşesi kaçığı, fareleri de ölür, işte o zaman sadece insanlar değil ‘canlılar da’ ölür.

Fareler, küçük korkular, bırakın aramızda yaşasınlar, sizler rahat mutlu kendinizden emin koltuklarınıza gömülü otururken, biz fareler, zaman zaman ayaklarınızın altında bir tıkırtıyla sizi ürkütebiliriz, ne yapalım tabiat aslanları yarattığı gibi fareleri de yaratmış…

***

İngilizler 1940-41 yıllarında Londra’nın bir yıl aralıksız Naziler tarafından bombalanması günlerine ‘The Blitz’ adını verdi. Blitz içinde yaşayan insanların psikolojisinden romanlar filmler ve hala bitmeyen psikanalist çalışmalar sürüyor.

Tayyip iktidarı ama asıl Ergenekon operasyonlarıyla durmaksızın bir hava saldırısı altında yaşıyoruz, üstümüzde bir ‘hayalet’ geziyor, adını koyamıyoruz.

Şaşıracaksınız Londralılar’a yakıştırılan ‘soğukkanlı’lık Blitz’de tescil olundu, kaçmadılar, korkuyor görünmediler, telaşlarını güvenleri sarsılmasın diye çocuklarına hissettirmediler. Bir sığınma hattı savunma hattı oluşturdular.

Savunma hattında kafası karışık ya da başka siyasi görüşler hepsi, iç çatışmalarını unuttu, ta ki hava saldırıları bitene kadar.

Yedi sekiz yıldır bir çok insanla aynı sığınakta aynı savunma hattındaydık, her savaşta olduğu gibi, iç karışıklıklarımızı erteledik güven sarsılmasın diye çoluk çocuğa telaşımızı hissettirmedik, şimdi tahliyeler oldu ve gerçek bir İÇ SAVAŞ başladı.

Bir adayın desteklenmesi desteklenmemesi ‘yan üründür’, sorun, ertelediğimiz iç çatışmaların su üstüne çıkmasıdır.

Adam Philips de böyle der, ‘içerideki savaşa katlanamadığımız için savaşı her fırsatta dışarda veririz’

Yani aslında dışarıdan gelen saldırılar içimizdeki katlanılmayan acı verici çatışmaları ertelemek için iyi bir bahaneydi.

Şüphesiz çeşitli fikirlerin tamı tamına birbirine bağlı olması gerekmez, ancak fikirler birbirine bir pamuk ipliği kadar olsun bağlı değilse, SAVUNMA HATTI çökmüş demektir.

Bazı yazarların öncelikli siyasal fikirleri politik görüşleri olabilir, biz ise çok farklıyız, hangi fikri savunursa savun, önceliğimiz, yani zemin yani havamız: özgürlüktür.

Anlamsız ve saçma kapa çeneni direktifleriyle SAVUNMA HATTI olmaz, kapayın çenenizi diyenlerin Tayyip’den farkı ne?

İNSANLAR SEÇMENLERİNE ŞANTAJ YAPMAYA BAŞLADI

Psikanalistler nevroz hastalarının anlamsız konuşmalarının aslında dışarıya karşı bir savunma hattı olduğunu söyler, yani anlaşılsın istemez, şifreli konuşur, çünkü kendini ele vermek istemez. Sebep?

Dayanılmaz bir ‘iç savaşı’ vardır, kardeşlerim hepimiz içinde bir iç savaş vardır, baş edebilmek için tek yolumuz vardır, kendimizi özgür açık dışarı şifresiz örtüsüz konuşmak.

Psikanalistler ne kadar haklı, dış savaş bittiği gün iç savaş başlar, çünkü ertelenmiştir.

İçiyle kendiyle sorunlarını halledememiş nasıl başa çıkarım konusunda yazdıklarından anladığımız kadarıyla akıl yürütme ehliyetleri de olmayan insanlar şimdi seçmenlerine ŞANTAJ yapmaya başladı.

‘Sandığa gitmeyen Tayyipçidir.’

Şantajdan siyaset olmaz, tekrar ediyorum, açıklıkla çok sesle eleştiriyle milletin gözü önünde olur, asıl Tayyipçiler, bu ‘şantajdan’ siyaset yapanlardır.

Bu arkadaşlara soruyorum, bize acı veren şüpheler üzerine hiç mi iç geçirme kahırlanma hakkımız yok.

İşte böyle, dış savaş biter ve an gelir, birden BİR BOŞLUK. BİR ÇIKMAZ OLUŞUR.

(Oysa ben politika dışı başka anlamlar yükleyerek yazarlığa kendi iç savaşıma çırılçıplak meydan okumak için başladım.Yazarlık benim için hiç olmayan ve olmayacak bir okşamanın erotik hazırlığına çırılçıplak soyunabilmeyi bilmektir, hiç olmayan ve olmayacak bir okşamanın zihnimdeki serüvenini kurcalamak kışkırtmaktır, yazarlık benim için, beton mikserlerle yükselen holding plazalarına karşı geceyarıları kendi gecekondumu kendi küreğimle kardığım zihnimin kör kuyularını maceralaştırmaktır, ve Kenan, Özal, Demirel, Tansu, mafyası cemaati, tehditi, hiç biri bu ‘kişisel maceramı’ engellemeye gücü yetmedi, kitaplarım ortadadır.)

İKTİDARA GELMEDEN YAZARLARI SUSTURMAK TAYYİP DİKTATÖRLÜĞÜNÜN BİLE AKLINA GELMEMİŞTİ

Yani bir fare olarak, kovsanız da atsanız da yasaklasanız da, sizleri ve hepimizi ürküten soruların bu tıkırtıları, hep bu evin içinde bir yerlerden gelen tuhaf belirsiz sesler gibi, yolunda gitmeyen şeyleri, ülkemi ve beni korkuttuğu gibi herkesi ürkütsün istiyorum.

Politika siyaset, özgürlük olmadan da olabilir, batı dışı topraklar bunun nice örnekleriyle dolu, ama özgür bir hava yoksa, yazarlık yoktur, tam da bugünlerde özgürlüğü politikaya yeğleyen nice yazarların acıklı gülünç hallerine şahit oluyoruz, yazarları susturduktan sonra iktidara o gelmiş bu gelmiş fark eden ne, daha iktidara gelmeden yazarları susturmak bugünkü Tayyip diktatörlüğünün bile aklına gelmemişti.

Katar katar vagon vagon kapayın çenenizi diyen Cumhuriyet’le Uğur Dündarlarla Emin Çölaşanlarla CHP’yle tıkış tıkış bir politik tren geliyor, hadi farecik, çok konuştun, gel bakalım, trenin önüne kendini atabilecek yürekte misin, elimde değil kuşkunuz olmasın, göğüsleri açan bir ‘femen’ gibi çırılçıplak atlarım rayların altına.

Şimdilik burada kalsın.

Anlamı bol bir fıkrayla bitirelim.

Toros köyünde öksüz fakir bir delikanlı vardır, kimsesi yoktur ama evlenecektir. Emmileri para verir düğün masraflarını karşılar, emmileri gelin bulur, emmileri çalgıcıları çağırır… Üstüne bir de düğün günü kasırga fırtına. Emmileri yağmur çamur içinde sandalyeleri kaldırır, misafirleri yağmurdan korur… Bin zahmet perişanlık içinde çok zor da olsa sonunda gelin damadla gerdeğe girecektir.

Damadın annesi oğluna, oğlum, emmilerin bu kadar masraf yaptı, emmilerin düğünü hazırladı, düğün yerini yağmurdan çamurdan kurtardı, şimdi onlara çok ayıp olur, gerdeğe girmeden, onlara bir teşekkür ediver…

Damad yüksekçe bir yere çıkar, emmilerine seslenir:

- Emmiler, yağmurda çamurda ser sefil oldunuz, sağ olun. Gelin eve geldi ya, gerisi golay. Siz heç gaygı etmeyin, onu ben hallederim…

Nihat Genç

Odatv.com

CHP özgürlük toros fıkra arşiv