Onları bir an evvel çıkartın bu kanlı çuvaldan

Bir an için kendinizi masumların, yani Fetullahçı Terör Örgütünce o gece kullanılanların, yem edilenlerin yerine koyun! Veya onların yerinde bir yakınınız olduğunu düşünün!

Polatlı Davası, başlı başına fecaat bir dava. Toplam 700 civarında personelinin yaklaşık yarısı yani 300’den fazlası sanık yapılmış. Bunların 270’i tutuklu yargılanmış. Bir kısmı tahliye edilmiş. Hükümle beraber, hiç tutuklanmayanlar ve tahliye edilenler de dahil hemen hepsi hüküm giyip cezaevine atılmış. Daha önce hikâyesini yazdığım, kalkışmaya katılmadığını kamera kayıtlarıyla ispatlayan Hakan Merdan gibi üst rütbedekilere müebbet, diğerleri de rütbelerine göre hapis cezalarına çarptırılmışlar.

Bu arada öncesinde tahliye edilen, ancak hükümle beraber hakkında yakalama kararı çıkartılan Adem Tamur isimli bir uzman çavuşun intihar ettiğini de belirteyim.

Olayın başlangıcını bir daha hatırlatalım. Gün içinde, iddialara göre, Tugay Komutanı Murat Aygün tarafından kafaları karıştırmak maksadıyla “Akşama çok büyük tatbikat yapacağız” ile başlayan, “Suriye’ye görev çıkacakmış”, akşama doğru “Çeşitli yerlerde IŞİD saldırısı varmış”, akşamı geçen saatlerde “Genelkurmay Başkanı kaçırılmış” gibi pek çok şayia tugay içinde yayılmıştır.

Nihayetinde 21.30’da Tugay Komutanı bütün personeli acil koduyla toplantı salonuna çağırmış ve orada terör saldırısı olduğunu ve sıkıyönetim ilan edildiğini ifade ederek, kolluk kuvvetlerini desteklemek için yaptığı görevlendirmeleri, ilgili personele tebliğ ederek onların hazırlanıp çıkmasını emretmiştir.

Bu emri alanlardan biri ben olsaydım yapacağım tek şey, verilen ve tamamen hukuki sınırlar içinde görülen bu emre harfiyen uymak olurdu. Darbe yapıyoruz vs. denmiyor, “Ankara’da terör saldırısı başladı, oradaki güvenlik güçlerini destekleyeceğiz” deniyor. Böyle bir durumda, günlerce de psikolojik olarak terör saldırısına odaklanmaları sağlanan personel, komutanları durumundaki tuğgeneralin -terör saldırılarını önlemeye yönelik gözüken- emirlerine karşı, “Hayır sizin emrinizin doğru olmadığını düşünüyorum, onun için bu emrinize üzülerek uymayacağım” diyebilir mi? Evet diyorsanız, siz askeri hiyerarşi ile sivil bir kurumun hiyerarşisini birbirine karıştırıyorsunuz demektir.

Ha, Tugay Komutanı, “Sıkıyönetim ilan edildi” demiş. Bu darbe demek değil ki. Yürürlüğe sokulması hükümetin yetkisinde olan bir kanun. Oradaki personel, tuğgenerale “Hele bir görelim bakalım şu sıkıyönetim ile ilgili alınan bakanlar kurulu kararını” mı diyeceklerdi?

Uzatmayayım, sonuç itibarıyla o an için TSK içinde rütbesi belli ve hala emir verme yetkisine sahip bir tugay komutanı, astlarını aldatarak yasal görünümlü bir emir veriyor ve astlarını bu yasal emirle sahaya sürüyor. Aralarında yazımın öznesi konumunda olan Yüzbaşı Hakan Kıvrak’ın da olduğu on ayrı kafile, 3’er araçla kolluk kuvvetlerini desteklemek maksadıyla Ankara’ya gitmek üzere 23.45’te yola çıkıyor.

HAKKANİYET NERESİNDE BU HÜKMÜN?

Yüzbaşı Hakan Kıvrak, yolda eşini arıyor. Eşi de normal şeyler olmadığını ifade ederek kendi amiri olan bir albay ile Hakan’ı görüştürüyor. Albay da Ankara’ya gelmemesini, çünkü terör saldırısı değil bir kalkışma yani darbe olduğunu ifade ediyor. O sırada saat 00.15’tir. Yani 1.Ordu Komutanının, Cumhurbaşkanının henüz herhangi bir açıklaması olmamıştır.

Hakan Kıvrak, albayın bu sözleri üzerine istikametini hemen Ankara’nın tam tersine, Haymana yoluna çeviriyor. Bir süre ilerledikten sonra araçları durdurup 13 personeline, “Oyuna getirildiklerini, terör saldırısı değil darbe olduğunu, bu nedenle Ankara’ya devam etmediklerini” söylüyor. Sonra 3 araçlık bir kafile olarak, köy yollarını kullanıp uzunca bir mesafe kat edip sabaha karşı personeliyle birliğine dönüyor. Şayet kalkışma başarılı olsaydı muhtemelen görevi yerine getirmediği için infaz edileceklerden olacaktır.

Gerçi diğerleri de herhangi bir olaya sebebiyet vermeden durumu öğrenince geri dönüyorlar. Ancak hiçbiri hüküm giymekten kurtulamıyor.

Herkes rütbesine göre müebbetten aşağı doğru çeşitli cezalara çarptırılır. Subayından astsubayına, uzman çavuşundan uzman erbaşına kadar herkese ceza vermekte bir beis görmez mahkeme…

Hakan Kıvrak da bütün olayı planlayan ve uygulayan tugay komutanıyla aynı cezayı almıştır: Ağırlaştırılmış müebbet. Hakkaniyet neresinde bu hükmün? Yazık gerçekten!

Bırakın subayı astsubayı, uzman çavuşların tamamı da ceza alır Polatlı Davasında. Yahu uzman çavuş ne yapacak? “Hadi göreve gidiyoruz” deniyor, onlar da buna uyuyor. Uymuyorum mu diyecekler? Sanırım yargıçlar, DSİ’deki hiyerarşi ile TSK’daki hiyerarşiyi birbirine karıştırmışlar… DSİ’de bile verilen görevi yapmıyorum diyemezsiniz ya, neyse…

Polatlı olayı ile ilgili söyleyeceklerimiz en özetinden bu kadar…

Devam edelim…

***

Necip Fazıl Kısakürek. Şair. Kişiliğinden pek hazzetmediğimi ifade edeyim. Ancak bir hakkı da teslim etmek zorundayım ki Cumhuriyet dönemi şairlerinin en önemlilerinden biri. Öyle şiirleri var ki ateşleyici, gerçekten etkileyici. Bunlardan biri, bana göre en önemlisi “Sakarya Şiiri.”

Diyor ya, “Yüzüstü çok süründün ayağa kalk Sakarya!” Bu dizeler insanı gerçekten ayağa kaldırabilir. Necip Fazıl şiirinde seslendiği sembol, Sakarya Nehri’dir. Mesajını onun üzerinden vermektedir.

Bu bölümde bahsedeceğim Sakarya, nehir değil, şehir. Evet, amacımız mesaj göndermek de değil. Sakarya şehrimizde15 Temmuz gecesi yaşananları bütün açıklığıyla anlatmak…

15 Temmuz gecesi Necip Fazıl’ın şiirini okumuş gibi ayağa kalkmıştı Sakarya; halkıyla, askeriyle…

Asker Türk askeriydi. Halk, Türk halkıydı. Ama karşı karşıya getirilmişlerdi. Nasıl mı? Anlatayım…

Sakarya Tugayında sadece iki gün önce devir teslim gerçekleşmiş ve Tugay Komutanı olarak henüz albay olan biri bu göreve atanmıştı.

Albayın adı Uğur Coşkun. 1994 yılında bitirmiş Harbiyeyi. Birkaç gün önce,“Yurtta Sulh Konseyi” üyesi olduğu iddia edilen Muzaffer Düzenli ve Mahmut Çağlayan isimli albaylarla bir görüşme yaptığı ifade ediliyor.

14 Temmuz günü kışlayı dolaşmış, terör saldırısına karşı tedbirli olun mesajı vermiş! 15 Temmuz günü de yaptığı toplantıda her an terör saldırısı olabileceğinden bahsetmiş.

Bütün bunlardan sonra, saat 21’den itibaren terör saldırısı var denerek personelden kışlada toplanmaları istenmiş. Bu mesajları çekenlerden bir üsteğmenin davada sanık dahi yapılmadığını ifade edeyim. Ancak geçtiğimiz aylarda FETÖ üyeliği tespit edilerek ihraç edilmiş.

OLAYLARIN KAN DÖKÜLMEDEN YATIŞMASINDA BÜYÜK ROL OYNAMIŞTIR

Bu arada o gece Sakarya’da bir düğün vardır. İktidar partisinin eski bir milletvekilinin kızı evlenmektedir. Söz konusu milletvekilinin, iddialara göre yakın geçmişe kadar Fetullahçı örgütle yakın ilişkileri söz konusudur. Düğün sürerken adı geçen eski vekil, koruması aracılığıyla 50 bin kişiye mesaj çeker. Mesaj, askerlerin darbe yaptıkları ve valiliği ele geçirdikleri şeklinde olup halkı valiliğe yönlendiricidir. Mesajın çekildiği saat 22.30 sıralarıdır. O saatte Valilik yerleşkesinde in cin top oynamaktadır. Askerler henüz oraya gelmemiştir. Bu mesaj neyin nesidir o zaman?

İlginç olan diğer bir husus, Tugay Komutanı durumundaki Uğur Çoşkun’un da aynı saatlerde, “terör saldırısı” gerekçesiyle, Sakarya’da kendine bağlı olan kışlalardaki tüm personeli valiliğe görevlendirmiştir. Valiliğe gerçekten böyle bir saldırı olsa dahi o kadar personelin orada ne yapacağı sorulmuş mudur bilmem.

Yani farklı gibi gözüken eller, hem askerleri, hem halkı valilik önünde buluşturmuştur. Halk kışkırtılmış, askerin darbe yaptığını ve hatta yayılan dedikodulardan valiyi rehin aldığını zannetmektedir.

Asker olanlar ise olanın bitenin “terör saldırısı” dense de muhtemel bir tatbikat olduğu düşüncesindedir. Hatta tatbikat olduğuna öylesine inanan vardır ki olay yerine terlikle, şortla gelmişlerdir. Devam edelim…

Askerlerin valiliğe ulaştığı saat 23.30 civarıdır. Halk da bundan kısa bir süre sonra ellerinde kesici, delici hatta ateşli silahlar olduğu halde olay mahalline gelmiştir.

Bu arada rehin dedikodusu çıkartılan Vali Çoş nerededir? Yukarıda bahsi geçen eski milletvekilinin düğününde. Yani “Vali rehin alındı” dendiği saatte Vali Çoş mesaj çeken eski vekilin yanındadır. Anlayacağınız rehin alınma vs yoktur!

Kısaca, bir el/eller, o gece “Sakarya’yı ayağa kaldırmıştır!”

Askerlerin başında Merkez Komutanı olan bir albay bulunmaktadır. Bizzat Tugay Komutanı tarafından görevlendirilmiş, valilik yerleşkesine varır varmaz megafonla “TSK’nın yönetime el koyduğunu” ifade ederek emirlerine harfiyen uyulmasını istemiştir. Tam o sırada halk ve polisler de olay yerine gelmiştir.

Büyük bir kargaşa yaşanır yerleşkede. Albaydan sonra gelen rütbeli Binbaşı Ali Şahin albayın bu emrine karşı çıkar. Bu arada halk, taşlarla yerleşke içerisindeki askerlere saldırmakta, polis TOMA’dan su sıkmakta ve teslim olunmadığı takdirde ateş edeceklerini ifade etmektedir. Merkez Komutanı albay da gerekirse ateş etmeleri için personeli sert biçimde ikaz etmektedir. Askeri personel, olayın bir tatbikat veya terör saldırısıyla ilgili olmadığını anladıktan sonra olay yerinden ayrılmak için büyük bir çaba gösterir.

Bir kısmı kaçarak valiliğin hemen yanındaki tarlalara saklanmış, bir kısmı ise valiliğin içine sığınmıştır. Birinin o anlarda eşine çektiği mesajda olduğu gibi, “yem olarak kullanılmışlardır.”

Ali Binbaşı, albaya rağmen personeli kesinlikle ateş açmamaları konusunda ikaz ederek daha büyük müessif bir olayın vuku bulmasına engel olmuş, polislere de ateş etmemelerini, buraya darbe yapmak için gelmediklerini, terör saldırısı olacak diye görevlendirildiklerini, hemen buradan ayrılmak istediklerini ifade etmiş ve olayların kan dökülmeden yatışmasında büyük rol oynamıştır.

Bu durumu polisler de mahkemedeki ifadelerinde belirtmişler, Ali Binbaşı ve onun astı durumundaki rütbelilerin darbeden haberleri olmadığının her hallerinden belli olduğunu, tek gayelerinin bir an önce oradan uzaklaşmak olduğunu söylemişlerdir. Bu arada halkın taşkınlığı yerleşke içerisine kadar ulaşmış, dışarda kalanlardan rütbelilerden birkaçı kendilerini korumak maksadıyla havaya birkaç el ateş açmıştır. Sonrasında halk, kimi kapıdan, kimi pencereleri kırarak valiliğin içerisine kadar girmiş, bu arada önüne gelen rütbeliye saldırmıştır.

MEZBAHADAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR

Askerler çaresizdir. Böyle bir durumda dahi silahlarını kullanmazlar. Hatta bir Başçavuş (Yıldırım Yılmaz) “Halkıma ateş açacağıma, kendime ateş açarım” diyerek bacağına ateş etmiştir. Bir diğeri, halkın saldırısına ve dakikalarca dayak yemesine, sonucunda bütün kaburga kemiklerinin kırılmasına rağmen elinde tuttuğu silahı kullanmamıştır (Başçavuş İsmail Şahin).

Bu arada Sakarya tugayına bağlı Kandıra kışlasından da bir birlik, saat 00.30 sıralarında Sakarya’ya gelmiş ancak valiliğe gelmeden önleri halk tarafından çevrilince geri dönmüştür!

Sonuç, çok daha vahim olaylar meydana gelmeden kargaşa sona erer. Askerlerin tamamı rızalarıyla polis karakoluna gider. Teslim olan askerler sonrasında pek çok kötü muameleye maruz kalırlar. Kötü muamele yapanların içerisinde jandarmada görevli iki yüzbaşı ile bir üsteğmen de vardır. Bu üç sözde subay hakaretlerle yüzlerine tükürmüşlerdir askerlerin. Sonradan bu adamların, FETÖ’nün göbeğinde oldukları anlaşılacak, haklarında açılan soruşturma sonucu üçü de tutuklanacak ve hüküm giyeceklerdir…

Ya “Yem olarak kullanılan askerler”, yani Binbaşı Ali Şahin ve daha küçük rütbeliler. Hiçbirinin FETÖ bağlantısı tespit edilemez. Aslında ifadeler ve görüntüler nedeniyle kalkışmaya bilerek isteyerek katılmadıkları dahası karşı çıktıkları ortadadır. Mahkeme yine de ceza verir bu subay ve astsubaylara. Ufak tefek farklılıklarla verilen ceza miktarı da standarttır:12,5 yıl hapis. Gerekçe;“Darbeye yardım etmek.”

Uzman çavuşların tamamı ise beraat etmiştir. Yine Kandıra’daki birlikten gelen ama durumu görünce geri dönenlerde beraat eder. Türkiye’nin örneklerini verdiğimiz başka yerlerdeki mahkemelere göre daha hakkaniyetli bir ölçü tutturmuştur Sakarya’daki mahkeme. Ancak yeterli olduğunu söyleyebilir miyiz bu ölçünün? Sayın yargıçlar, vicdanınıza bir daha sorun, verdiğiniz ceza gerekçesi olan “darbeye yardım” yaşanılan olayların neresinde var? O gecenin en büyük mağdurunun oraya yönlendirilen askeri personel olduğu çok açık değil mi?

O gece, Türkiye’yi tuzağa düşürmek isteyen emperyalizmin tetikçisi Fetullahçı örgüt, küçük tuzağını göreceli ast rütbedeki personele kurmuştur. Adil Türk mahkemelerinin görevi, hiçbir baskıya aldırmadan, bu gerçeği ortaya çıkarmaktır. Umuyorum en azından temyiz mahkemeleri bunu sağlayacaktır.

Sakarya ve diğer bölgelerdeki o gecenin masumları, FETÖ’nün katillerinden ayrılacak, “Yüz üstü sürünenler, ayağa kalkacak” ve hak yerini bulacaktır, er ya da geç!

***

Son söz olarak; Bu seri yazı dizisinin ilkinde belirttiğim gibi bu çuval kanlı bir çuval. Buraya atılan masumların uğradığı zulüm iki misli. Çünkü bu çuvalda katiller var! Masumlar, katillerden ayrılmadığı sürece, katiller bu masumiyetten istifade etmeye çalışacaklar sayın yargıçlar…

Lütfen, empati yapın!

Bir an için kendinizi masumların, yani Fetullahçı Terör Örgütünce o gece kullanılanların, yem edilenlerin yerine koyun! Veya onların yerinde bir yakınınız olduğunu düşünün! Bunun vebali de, günahı da çok büyük! Söz konusu insan hayatı! Sadece onlar değil, aileleri de, çocukları da, akrabaları da lekeleniyor…

Unutmayın, adaletsiz bir ülke, mezbahadan başka bir şey değildir…

Ey değerli yargıçlar! Adına karar verdiğiniz Türk Milleti adına size son kez sesleniyorum, masumları bir an önce bu kanlı çuvaldan çıkartınız!

Mustafa Önsel

Odatv.com

Onları bir an evvel çıkartın bu kanlı çuvaldan - Resim : 1

mustafa önsel arşiv