Nurzen Amuran sordu TMMOB Maden Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan Yüksel yanıtladı

İşkencedere'de neler oluyor...

Nurzen Amuran – Bu yıl ramazan bayramı buruk geçti. Salgınla birlikte binlerce yakınımızı kaybetmenin yanı sıra, ekonomik sıkıntılar, işsizlik, eğitimde yaşanan kaos, hepimizde travmalar yarattı. Umudumuz, önerilen çözüm yollarına kulak verilip, iyi niyetle yeniden halkın ihtiyaçları doğrultusunda işe başlanması. Dileğimiz nice bayram tadında günlere ulaşmak. Artık bu umudu yeşertecek olaylara tanık olmak istiyoruz. Çünkü yaşanan sorunlar yeni çözüm yollarını da beraberinde getirmeli. Önemli olan halkın taleplerine açık olmak. Bugün Karadeniz’den yükselen bir çığlığı buraya taşımak istiyoruz. Bu çığlık sadece o bölgede yaşayan insanların çığlığı değil, ormanların çığlığı. Rize'nin İkizdere İlçesinde yaşanan doğa katliamı sadece bölge halkını değil, hepimizi ilgilendiriyor. Rize İyidere’de inşa edilmek istenen limanın deniz dolgusunda kullanılacak taşlar, İşkencedere’de açılacak bir taş ocağından sağlanmak isteniliyor. Neler feda edilerek. Önemli bir meslek birliğimiz olan TMMOB ve bağlı odaların başkanları hafta içinde yayınladıkları bildiride, “Lojistik Merkezi ihalesini alan şirketin maliyetlerini düşürmek için gerçekleştirilmek istenen bu doğa katliamı hem yasaların, hem de yaşam hakkının ihlali anlamına gelmektedir” denildi. “Yaklaşık 100 bin ağacın bulunduğu 100 hektar ormanlık alanı kapsayan ve İşkencedere’deki tüm doğal yaşamı ve ekosistemi ortadan kaldıracak olan taşocağı ruhsatının” iptali istendi. TMMOB, “Halkın yaşam hakkını ve sağlığını görmezden gelen, doğal yaşamı tehdit eden, çevreye telafisi imkansız zararlar veren bir madencilik anlayışının kabul edilemeyeceği” vurgulandı. Evet biz de bu hafta İkizdere’de yaşanan dramdan yola çıkarak ülkemizde bulunan madenlerimizin durumunu ele alacağız. Konuğumuz TMMOB Maden Mühendisleri Odası Başkanı Sayın Ayhan Yüksel.

Sayın Yüksel, bir maden mühendisi yazdığı kitabında, “Bir madencilik faaliyeti için yerel toplumdan sosyal onay alınması gerekir. Sadece kendi koşul ve seçeneklerini değil, karșı tarafın da yaklaşımını ve düşüncesini dikkate almak zorunludur” diye yazmıştı. Ayrıntıya gireceğiz ama duyumlarınıza göreİşkencedere’de aranan taş sadece o bölgede mi var? İyidere’de yapılmak istenen limanın dolgu taşını limana yakın bir yerdeki taş ocağından temin edemezler miydi?

Ayhan Yüksel - Sadece madencilik alanında değil her ekonomik faaliyette yöre halkının rızasının ve sosyal onayının alınması gereklidir. Hele bu ekonomik faaliyet bölgede yaşayan halkın sağlığını, geçim kaynaklarını, doğal ve kültürel değerlerini olumsuz olarak etkiliyorsa mutlaka ve mutlaka yöre halkının onayının alınması gerekir.

Madencilik de diğer ekonomik faaliyetler gibi doğayı ne yazık ki olumsuz olarak etkileyebilmektedir. Özellikle de bilim ve tekniğe uygun yapılmadığı sürece de olumsuz etkileyecektir. Madencilik nerede yapılırsa yapılsın, öncelikli olarak belirtmiş olduğum gibi halkın rızası ve sosyal onayı alınarak, mutlaka bilim ve tekniğe uygun olarak yapılmalıdır. Hedefinde de sadece şirketlerin kârı değil kamu yararı ilkesi olmalıdır.

Madenciliğin en önemli özelliği maden nerede bulunursa orada yapılması zorunluluğudur. Madenin olmadığı yerde madencilik yapılması mümkün değildir. Bu projede limana en yakın yerde taş ocağının açılması bu nedenle esastır. Limanın bulunduğu yerde taş ocağı var ise ve burada yapılmıyorsa bu abesle iştigal bir durumdur. Ancak bildiğim kadarı ile en kârlı saha burası olduğu için tercih edilmiştir. Yani halkın tercihleri değil, şirketin kârlılık durumu belirleyici olmuştur.

Bence kârlılığa bakılmadan doğa katliamının yaşanmayacağı, yöre halkının itiraz etmeyeceği bölgelerde üretim yapılmalıydı. Bu taştan sadece bu bölgede var savunması kabul edilebilir değildir. Tanımladığım şekilde de taş ocakları bulunabilirdi bence.

Amuran - İki yıl önce bu bölgede taş ocağı açmak için bir şirket, Bakanlıktan ‘ÇED gerekli değildir’ kararı alarak ruhsat almış. Bölge sakinleri ise karara karşı dava açmış ve Mahkeme, “ÇED raporu gerekir” demiş. Şirket vazgeçmiş. Oysa şu anda faaliyet yürüten Şirket ÇED gerekli değildir kararını alarak işe koyulmuş. ÇED raporu nasıl alınır koşullar nedir buradaki sorun nerden kaynaklanmaktadır? ÇED raporu “gerekir” veya “gerekli” değildir kararı böyle kolay değiştirilebilir mi?

Yüksel- “ÇED Gerekli Değildir” kararı ülkemizde hukuku dolanmak olarak kullanılmaktadır ve ne yazık ki madencilikle birlikte tüm sektörlerde kullanılmaya çalışılmaktadır. Mevzuattan kaynaklı olarak sektörlere ilişkin bazı istisnalar bulunmaktadır. Madencilik sektöründe de işletme izni alanına veya kapasite miktarına göre “ÇED Gerekli Değildir” istisnai durumları belirlenmiştir. Ancak son yıllarda pek çok firma ÇED kriterlerini uygulamamak için önce işletme sınırlarının mevzuattaki istisnalar kapsamında olduğu iddiası ile bu belgeyi alıp üretime geçmekte, sonra işletme izin alanını ve kapasite miktarını artırmakta ve ÇED mevzuatı bakımından hukuku dolanmaktadırlar. Bu durum yasa koyucuya ve uygulayıcılarına karşı güveni haklı olarak sarsmakta, projelere olan tepkileri artırmaktadır. ÇED gerekli değildir alabilmek için işletme izin alanının 25 hektar ve kırma eleme tesisinin kapasitesinin 400.000 ton’u geçmemesi gerekir. Bölgenin topoğrafyası, ekonomisi gibi kriterler göz önüne alınmadığından proje bazlı ve bölgesel bazlı değerlendirilmesi şarttır.

Amuran - İnşa edilecek İyidere Lojistik limanıyla ilgili ÇED raporu geçenlerde açıklandı. 2019’da verilen ÇED raporunda liman için yeni bir taş ocağı kurulmayacağı vurgulanıyor: “Projenin inşaat aşamasında kullanılacak olan dolgu malzemeleri ruhsatlı ve izinli malzeme ocaklarından, beton ise yine ruhsatlı ve izinli beton tesislerinden karşılanacak olup proje kapsamında herhangi bir malzeme ocağı işletmesi veya hazır beton tesisi kurulması planlanmamaktadır.” deniliyor. O zaman neden İşkencedere vadisine bu işkence yapılmak isteniyor?

Yüksel -İnşa edilecek olan İyidere Lojistik Limanı, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı tarafından projelendirilmiş ve ihale edilmiştir. Maden Kanunu mevzuatına göre de bu proje için ihtiyaç duyulan taş ocağı için gerekli olan “Hammadde Üretim İzni”nin yine aynı Bakanlık tarafından alınması gereklidir. Elde etmiş olduğumuz gayri resmi bilgilere göre İkizdere ilçe sınırları içerisinde herhangi bir “Hammadde Üretim İzni” bulunmamaktadır. Ancak aynı sınırlar içerisinde özel sektöre ait 3 adet bazalt, 1 adet kalker-dolomit ve bir adet mıcır ocağı yer almaktadır. Bazalt ocaklarından 2 adedi aynı firmaya ait olup, diğer 2 ocağın hazır beton tesisi olma ihtimali de bulunmaktadır. Ancak bu firmalardan hiçbirisi ihaleyi alan firma değildir.

Bu ne anlama gelmektedir. Sorunuzda da belirtmiş olduğunuz ve ÇED raporunda da belirtildiği üzere “yeni bir ocak açılmayacak” iddiası anlamlı değildir. Yeni ocak açılmayacakta açılan bu ocak hangi ocaktır? Faal olan eski bir ocak mıdır? Burada polemik yapılmaktadır. Asıl olan daha önceden alınmış olan bu ocak ruhsatlarının faaliyete geçirilmesidir. Ancak elimizde bu ruhsatların koordinatları ile mevcut faaliyet alanının koordinatları konusunda net bir bilgi bulunmamaktadır.

“O zaman neden İşkencedere vadisine bu işkence yapılmak isteniyor?” sorunuzun cevabı: İşkencedere’nin bugünleri, çok önceden planlanmıştır. Yeni bir ocak açılmayacak iddiası yeni bir ruhsat alınmayacak anlamında olup, eskiden alınmış ruhsatlar ile işler yürütülecektir. Ama ne olursa olsun ocak yeni açılacak bir ocaktır ve açılmaktadır.

HEM PROJEDE HEM DE ÇED RAPORUNDA YER ALMASI GEREKİYOR

Amuran - İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal, İşkencedere vadisine olayları yakından görmek için gitmiş. Bazı kurallara uyulmadığına tanık olmuş. Mahmut Tanal, iş makinesinin tepesine çıkınca bazı medya kuruluşları olayın magazin yanını haber olarak verdiler. Oysa Tanal, yaptığı açıklamada iş makinesini kullanan sürücü arabadan inmeyince kendisinin iş makinesine çıktığını, O’nunla konuşarak, asıl sorunu kamuoyuna taşıdı. Tanal “elinde bir harita var mı, neye göre bu yıkma işini yapıyorsun?” diye sormuş. Makinenin direksiyonun da oturan da, “burayı aç dediler bende açıyorum” demiş. Tanal’ın açıklamalarına göre oradaki floranın korunması için toprağın sıyırma yöntemiyle kaldırılması gerekirmiş. Bu tür ocaklarda faaliyet bitirildikten sonra doğanın eski durumunu kazandırmak için bir takım uyulması gereken kurallar var değil mi?

Ayhan Yüksel - Elbette var. Bu kuralların hepsi ÇED raporunda belirtilmek zorundadır. ÇED raporunda maden işletme projesinin yaratacağı tüm olumsuzluklar yazılmalı, bu olumsuzlukların nasıl giderileceği de yine aynı raporda açıklanmalıdır. Bir maden işletme projesinde açılacak her yolun, kazılacak her alanın koordinatları, yani yapılacak tüm iş ve işlemler açık olarak belirtilmiş olmalıdır. ÇED raporunda da yapılacak bu işlemler sırasında oluşabilecek olumsuzluklara karşı alınacak önlemler belirtilmeli, iş ve işlemler hem projeye hem de ÇED raporuna göre yürütülmelidir. Sayın Tanal’ın yaptığı açıklamaların belirtmiş olduğum üzere hem projede hem de ÇED raporunda yer alması gerekmektedir.

Amuran - Yetkililerin ilettiklerine göre taşocağı işletilmeye başlandığı anda, Şimşirli, Cevizli ve Gürdere köylerinden yılda 31.448.000 ton dinamit patlatılarak taş çıkarılacakmış. Yöre halkı evlerinin sarsıntıdan yıkılabileceği endişesini taşıyorlar. Taş ocakları açılırken yerleşim bölgelerine özen gösterilmesi gerekmez mi?

Yüksel – Biraz önce dediğim gibi, madenciliğin en önemli özelliği madenin olduğu yerden çıkarılması zorunluluğudur. Ama bu Anıtkabir’in altında da maden olsa çıkarılacak anlamına gelmemektedir. Bunun en güzel örneği Zonguldak’tır. Kentin altında neredeyse hemen hemen tamamında taşkömürü yer almaktadır. Ancak kamu yararı doğrultusunda yapılan değerlendirme sonucunda kent merkezinin altı ile üniversitenin altında ve pek çok önemli yerde madencilik faaliyetleri durdurulmuştur.

Bu durum taş ocakları için çok daha rahat olarak değerlendirilip dikkate alınabilir. Tabii kârların bir kısmından vazgeçmek kaydı ile. Bir kamu kurumu olan TTK kamu yararı doğrultusunda bu hakkından vazgeçmiştir. Ama benzer davranışı ihale alan firmalardan beklemek hayal olsa gerek.

Amuran - Maden araştırmalarında, bu araştırmalardan zarar görecek olanlar yargıya başvuruyor. Yürütmeyi durdurma kararı alıyor. İdare, karara bir süre uyuyor. Ancak daha sonra hukuku dolanarak daha önce verdiği kararı yineliyor. Örnekler çok. Bu nedenle alınan kararlar uzun süreli geçerli olmuyor. İkizdere’ye dönersek açılan davadaki yürütmeyi durdurma kararı sonuçlanıncaya kadar yöre halkına saygı açısından bölgedeki hafriyatın durdurulması gerekmez miydi?

Yüksel -Çok haklısınız. Hukukta yürütmeyi durdurma kararlarının en önemli gerekçesi yapılan eylemin geri dönülmez ve giderilemez olumsuz sonuçlara neden olmasının önüne geçmektir. Ancak sorunuzda da belirtmiş olduğunuz üzere başta siyasi iktidar olmak üzere madencilikte ve diğer pek çok alanda hukuku dolanmak yöntemiyle yürütmeyi durdurma kararları yok sayılıyor, davalar boşa çıkıyor ve giderilemeyecek sonuçlara ve sorunlara mahkum oluyoruz.

Sadece yürütmeyi durdurma kararlarında mı bunu yaşıyoruz. Elbette ki hayır. Reddedilen pek çok ÇED Raporu birkaç kelimesi değiştirilerek yeniden onay alıyor ve yeni dava, yeni dava. Yeni davalar bitinceye kadar ister inşaat deyin ister maden deyin ekonomik faaliyet sona eriyor ve hukuk ve bilim yine uygulanamaz oluyor.

Sadece hukuku dolanmak mı? Kazanmış olduğumuz davalar bile hukuka aykırı bir şekilde açık açık uygulanmıyor. Yargı kararlarını uygulamamak suçtur. Kararı uygulamayan kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunuyoruz. Bakanlık yargılama izni vermiyor. Bakanlığa da dava açıyoruz bu kez mahkeme reddediyor.

Ama sonucu ne olursa olsun hukuki mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz.

Amuran -Biz bu söyleşimizde, İkizderedeki olayın sadece mesleğinizle ilgili sorunlarını ele aldık. Çevre ve bölgenin ekonomik kaynaklarının mevcut durumla ilgili kayıplarını başka söyleşilerimizde çevrecilerle gündeme getireceğiz. Sizin alanınıza dönelim: Ülkemizde, rekabet gücüne sahip önemli maden rezervlerimizin olduğunu, bunların başında bor, toryum ve altının sayılacağı söyleniyor. Şu anda ülkemizde mevcut maden rezerviyle ilgili kısa bir bilgi alalım sizden.

Yüksel -Ülkemiz maden çeşitliliği bakımından zengin ancak rezerv miktarı bakımından bor madenimiz dışında dünya ile rekabet edebilecek strateji belirleyecek durumda değildir. Aslına bakarsanız dünya ile rekabet edebilecek, strateji belirleyebilecek durumda olduğumuz bor madenleri konusunda da belirleyici olma durumumuz tartışılır. Bu durum sadece madencilikle de sınırlı değildir. Mesela bor madeninde olduğu gibi fındık üretiminde de dünya birincisiyiz ama fındık fiyatlarını biz belirleyemiyoruz. Neden? Çünkü ekonomik bağımsızlığımız yok. Bor madenlerimiz ile birlikte mermer madenciliği konusunda da dünya ile rekabet edebilecek bir rezerve sahibiz ve bu konuda en büyük ihracatçılar arasındayız. Buna karşın krom madenleri bakımından önemli bir rezerve sahip olmamamıza rağmen krom ihracatında dünyanın sayılı ülkelerindeniz. Rezervimiz ister çok, ister az olsun. Ürettiğimiz madenleri kendi sanayimize hammadde olarak kullanamıyorsak, ham ya da yarı mamül madde olarak ihraç ediyorsak yanlış yapıyoruz demektir. Biz buna sömürge madenciliği diyoruz.

Madenlerimizi ister kamu, ister özel sektör işletsin, ister yerli, ister yabancı şirketler işletsin, bu şekilde yapılan madencilik sömürge madenciliğidir. Bu durum ne yazık ki Cumhuriyetten önce de böyleydi, sonra da böyle devam etti. Bu durum 2004 yılından sonra yapılan maden kanunun değişiklikleri ile zirveye çıktı.

Amuran- 2005 yılından itibaren maden aramak için ruhsat isteyen yabancı şirket sayısında büyük artış olduğu gözlenmekte. Şu anda Türkiye'de maden arama ruhsatı olan yabancı ortaklı şirketlerin büyük bölümünde yerli sermayenin yok denecek kadar az olduğu bilinmektedir. Eskiden de maden arama çalışmaları yapılırdı. O zaman da çevreye duyarlıydı halkımız. Geçmişe dönersek, 1926’da, “Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde petrol dahil tüm madenlerin işletilmesi devlete aittir.” düzenlemesi getirilerek madenlerin işletilmesini devlet üstlenmişti. O dönemin kurumsallaşma sürecinde ve uygulamalarında neden toplumsal tepki oluşmamıştı, maden politikamız hangi süreçte sorunlarla karşılaşmaya başladı?

Yüksel -Bu süreç ülkemizde küreselleşme politikalarının yaşama geçmesiyle başlamıştır. İlk olarak 1985 yılında liberal politikaların dayatmasıyla 3213 sayılı Maden Kanunu yürürlüğe girmiş, akabinde özelleştirme ve taşeronlaştırma politikalarıyla madencilik özel sektör eliyle yapılır hale geçmiştir.

1990 yıllara kadar % 80 kamu eliyle yapılan madencilik yaşadığımız süreçte % 10’un altına inmiştir. Özel sektör tarafından yürütülen madencilik faaliyetlerinde kâr marjının düşmemesi için kamu madencilik kuruluşlarının yürütmüş olduğu kamusal politikalar ve yatırımlar yapılmamış ve yarattığı çevresel tahribatlar da yöre halkının yanına kâr olarak kalmıştır. Bunun en güzel örneği Zonguldak’tır. Madencilik sayesinde Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk kenti olan bu şehirde halk madenciliğe adeta tapmaktadır. Zonguldak’ta madenciliğe itiraz etmek kabul edilemez. Çünkü kenti kent yapan, yaşamı sağlayan burada yapılan kömür madenciliğidir. Buradaki artı değeri bir şirket veya patron değil tüm halk paylaşmaktadır.

TÜRKİYE’DE ÖZELLEŞTİRİLECEK KURUM KALMADI

Amuran – Geçtiğimiz günlerde Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, TBMM’de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez’e soru önergesi vermişti. Ömer fethi Gürer, verilen yanıtlar da asıl açıklanması gereken soruların yanıtsız kaldığını söyledi. O soruların yanıtlarını size yöneltelim:

"Altın madenciliği yapıldığı belirtilen tesislerin çevresinde, devletin resmi kurumları tarafından hangi sıklıkla su, toprak ve hava analizleri yapılmaktadır? Altın madeni işlenen bölgelerde bugüne kadar kesilen ağaç sayısı ne kadardır? Ne kadar daha kesilmesi planlanmaktadır?”

Yüksel -1980’li yıllar itibariyle ülkemizde uygulanmaya başlayan küresel politikaların 5 aşaması bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla; özelleştirme, taşeronlaştırma, esnekleştirme, kuralsızlaştırma ve denetimsizleştirmedir. Bildiğiniz üzere bu aşamaların hepsi ülkemizde toplumsal muhalefet güçlerinin tüm direnişlerine rağmen aşama aşama yürürlüğe sokulmuştur. Artık ülkemizde neredeyse özelleştirilecek kuruluş ve taşeronun girmediği özel ya da kamu kurumu kalmamış, çalışma yaşamı esnekleştirilmiş, kural bırakılmamıştır. Bu sürecin son ayağı olan denetimsizleştirme de son 10 yıl içerisinde önemli ölçüde başarılmıştır. Denetim birimleri ya kapatılmış ya da içleri boşaltılmış ve etkisizleştirilmiştir.

Bu nedenle buralarda yapılacak denetimlerden gerçekçi bir sonuç beklemek çok da anlamlı değildir. Bu nedenle yapılan denetim sonuçları kamuoyunda hep tartışılır olmaktadır. Bunun en güzel örnekleri yine sorunuz içerisinde saklıdır. Kazdağları’ndaki ağaç kesimi konusunda Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından açıklanan sayı ile konunun uzmanı sivil toplum kuruluşları tarafından açıklanan sayılar birbirinden çok farklıdır. Küresel politikaların son aşaması denetimsizleştirme nedeniyle kamusal denetim, ülkemizde sadece madencilik alanında değil yaşamın tüm alanlarında tartışılır hale gelmiştir. Bu nedenle herhangi bir sayı açıklamak anlamlı olmayacaktır. Ama bu konuda son olarak şunu söylemek isterim ki bu iktidar döneminde sadece madencilik alanında değil tüm ekonomik alanlarda ve tüm sektörlerde doğamız, tarihimiz ve kültürel varlıklarımız ranta kurban edilmektedir. Madenciliğin ülkemiz GSMH içindeki payının %1 seviyelerinde olduğu dikkate alınırsa, gerisini siz düşünün.

Amuran - Maden sektörünün sorunlarına da değinelim. Maden rezervleri ülkelere stratejik avantajlar sağlar. Bugün biz bu avantajımızı hangi nedenlerden ötürü kullanamıyoruz. Ne eksik, yasal düzenlemeler mi yoksa sistemin getirdiği yönetim karmaşası mı? Ayrıca sizin meslek sorununuz olan uzman mühendislere gereken önem verilmekte midir?

Yüksel -Dünyada var olan sömürünün temel dayanağı doğal kaynak, yani hammadde sömürüsüdür. Emperyalist ülkeler sanayilerinin gelişimi için, sanayilerine ucuz hammadde sağlamak için geri bıraktırılmış ülkelerin başta madenler olmak üzere tüm doğal kaynaklarını sömürürler. Bu Ortadoğu’da petroldür, Amazonlar’da ormandır, ülkemizde de bana göre herşeydir.

Sadece madenlerin değil tüm doğal kaynakların en önemli stratejik avantajı ucuz hammadde girdisi sağlamasıdır.Bu avantajı neden kullanamıyoruz sorusunun cevabı Ortadoğu’da, Afrika’da ya da Amazonlar neden kullanamıyorsa bizde o nedenle kullanamıyoruz. Ekonomik ve siyasi yönden bağımsız değiliz.Ülkemizde bilim ve tekniğe ne kadar önem veriliyorsa maden mühendislerine de o kadar önem verilmektedir. Ülkemizde bazı mesleklerde mühendis istihdamı yasalarla zorunlu olamasa işverenler neredeyse mühendis çalıştırmayacaklar. Çavuşlar ile ustabaşları ile durumu idare edecekler. Mühendis istihdamı, mühendise verilen ücretin maliyet olarak düşünüldüğü bir ülkede yaşamaktayız ne yazık ki. Bugün sadece maden mühendisleri değil pek çok mühendislik disiplininde işe başlama ücreti ne yazık ki işçi asgari ücreti düzeyindedir. Bunun en önemli nedeni de yanlış istihdam ve eğitim politikalarıdır.Bugün ülkemizde ABD, Avusturalya ve Kanada gibi ülkelerde yapılan madenciliğin onda biri yapılmakta ancak o ülkelerin on katı maden mühendisimiz vardır. Ülkemizdeki mühendis ve mimarların toplam sayısı, AB ülkelerindeki mühendis ve mimarların % 45’ini oluşturmaktadır.

Sizce bu koşullarda mühendise önem veriliyor mudur?

Amuran - Gün geçtikçe sayıları artarak iş kazaları haberleri basında yer almakta. Yürürlükte bulunan İş Kanunu; maden işletmelerinde iş kazalarının önlenmesinde yeterli koruma düzeni getirmekte midir?

Yüksel -Ülkemizde iş kazalarının artmasının en önemli nedeni küresel politikalar nedeniyle bozulmuş olan çalışma barışı ve çalışma ilişkileridir. Bugün ülkemizde sendikalaşma oranı % 4’ten azdır. Kamu işyerlerini saymazsak bu oran % 1’in altına inmektedir. Böyle bir ortamda ne çalışma barışından ne de adil çalışma ilişkilerinden bahsedilemez. Böylesi bir ülkede ve süreçte hangi iş kanununu yaparsanız yapın iş kazalarını azaltamazsınız.

2012 yılında AB mevzuatına göre çıkarıldığı söylenen 6331 sayılı kanun çıktıktan sonra da iş kazaları artmaya devam etmiştir. Mesleğe ilk başladığımız yıllarda yaklaşık 30 yıl önce ülkemizde sabah işe gitmek üzere evinden ayrılan 3 kişi iş kazası nedeniyle akşam evine dönemiyordu. Bu sayı yaşadığımız süreçte, bilim ve tekniğin ilerlemesine rağmen ne yazık ki 5’e çıkmıştır. Yani beş anne ya da baba akşam evine dönememektedir. Küresel politikalar böyle devam ettiği sürece, çalışma barışı işverenden tarafa tek taraflı olarak devlet eliyle bozulduğu sürece iş kazaları ne yazık ki artmaya devam edecektir.

Amuran -Yeni sistemde meslek odası olarak yasal sorumluluklarınızı yerine getirebiliyor musunuz, ne gibi sorunlarla karşılaşıyorsunuz? Maden politikamızın iyileştirmesi ve Odaların önemsenmesi için önerileriniz nedir?

Yüksel -TMMOB’nin ve bağlı Odalarının en belirgin özelliği mesleki demokratik kitle örgütü olmasıdır ve bu özelliğinden dolayı mesleğin ve meslektaşın sorunlarını ülke sorunlarından ayırt etmeden toplumsal muhalefet mücadelesini yürütmesidir. Bu özellik geçmiş iktidarlarda olduğu gibi, bu iktidarı da oldukça rahatsız etmiştir ve etmeye de devam etmektedir.TMMOB ve Odalarından rahatsız olan siyasi iktidar önce denetim ve seçimler yoluyla Odalarımızı ve Birliğimizi ele geçirmeye çalışmış, bunu başaramayınca da yasal düzenlemeler ile bizleri etkisizleştirme yoluna gitmiştir.

Bu kapsamda, yasalarla verilmiş olan yetkilerimizi bir bir almaya çalışmakta, etkisizleştirme girişimlerine devam etmektedir. Ancak halkımızdan ve örgütlü üyemizden aldığımız güç ile çalışmalarımıza devam etmekteyiz.Madencilik politikaları konusuna geldiğimizde önümüze çok büyük bir sorun çıkmakta “Politikasızlık”. Siyasi iktidar yıllardır “yerli ve milli madencilik politikası” diye her yere yazmakta her fırsatta dile getirmektedir. Ancak biz Maden Mühendisleri Odası olarak nedir bu “yerli ve milli madencilik politikası” diye araştırmaya başladığımızda karşımıza koskoca bir hiç çıktı, hiçbir resmi belgede bu politikanın temel ilkeleri nedir, ana başlıkları nelerdir, inanın bulamadık. Bizde bunun üzerine 20 Aralık 2019 tarihinde Oda olarak “Madencilik Politikaları Çalıştayı” düzenledik ve bu çalıştayın sonunda uzun yıllar önce yayınlamış olduğumuz “Ulusal Madencilik Politikası İçin Temel İlkelerimiz”i yayınladık.

TEMEL İLKELER NELER

Amuran – Yayınladığınız bu ilkelerden de söz edelim. Bu ilkeler neler, kısaca açıklar mısınız?

Yüksel – Kısaca özetlemeye çalışayım.

-Her tür ekonomik faaliyette olması gerektiği gibi madencilik faaliyetlerinde de amaç, insanın refah ve mutluluğudur. İnsana ve emeğe saygı, madencilik faaliyetlerinin planlanma ve uygulanmasında odak noktası olmalıdır.

-Madencilik faaliyetlerinin her aşamasında insan hakları, kültürel kimlikler ve kültürel miras devletin güvencesi altında olmalıdır. Madencilik faaliyetleri nedeniyle yerel halkın mevcut yaşam standartlarının olumsuz yönde etkilenmesine izin verilmemeli, sağlıklı ve temiz bir çevrede yaşamlarını sürdürebilme hakları korunmalıdır.

- Sektöre ilişkin tüm amaç ve hedefler ile uygulamalar, bilimsel ve teknik temeller üzerinde geliştirilmeli, bilimsel bilgi ile desteklenmeyen söylem ya da tasarılardan uzak durulmalıdır.

- Madencilik faaliyetleri, ulusal amaç ve hedeflerle uyumlu olmalı, kamu yararı öncelikli olarak göz önünde tutulmalıdır. Herhangi bir madencilik faaliyeti, faaliyette bulunan firmaya gelir ya da devlete vergi sağlamanın ötesinde bir fayda yaratmıyorsa ülke ve toplum çıkarlarına hizmet etme noktasında eksik demektir.

-Madencilik faaliyetleri, esas olarak ekonomik kalkınmaya ve yoksulluğun azaltılarak gelir dağılımının düzeltilmesi hedeflerine yönlendirilmelidir. Sonuçta ortaya çıkan fayda ve maliyetin topluma adil bir şekilde dağıtılması sağlanmalıdır.

- Madencilik faaliyetlerinde doğal kaynakların verimli kullanılması ve kamu yararına olmayan amaçlarla kaynak kayıplarına yol açılması önlenmelidir. Doğal kaynakların, gelecek nesillerin mahrumiyetine yol açacak şekilde tüketilmesi engellenmelidir.

- Devlet, ülke yeraltı kaynaklarının aranarak tamamen ortaya çıkarılmasından sorumludur. Aramalarla ilgili etkin yasal ve yönetsel yapıların tesisi ve çağdaş teknolojilerin kullanıldığı arama faaliyetlerinin kamu denetiminde ve mutlaka rasyonel bir plan çerçevesinde yürütülmesi gerekir. Kamu idaresi, aramaların sonuçlarından tüm vatandaşları bilgilendirmelidir.

- Madencilik sektörü, ülke ekonomisinin bütününden yola çıkılarak ve ilişkili olduğu tüm diğer ekonomik sektörler de dikkate alınmak suretiyle detaylı ve kapsamlı bir şekilde planlanmalıdır. Planlamada; hammadde arz güvenliğinin sağlanması, dışa bağımlılığın azaltılması ve katma değerin artırılması özellikle hedeflenmelidir.

- Üretimin hedefi dış satım değil, ülke sanayi sektörleri olmalıdır. Madencilik sektörünün ülke kalkınmasındaki kritik önemi, fazla miktarlarda üretilip yurt dışına satılarak döviz elde edilmesinde değil, ancak, yerli sanayiye düşük maliyette ve kaliteli girdi sağlamasındadır. Bu çerçevede, madencilik sektörünün planlanmasında yerel, bölgesel ve ulusal sanayiler ile entegrasyon ön planda tutulmalıdır.

- Madencilik sektöründe faaliyet gösteren kamu ve özel kuruluşlarda hesap verilebilirlik ve şeffaflık sağlanmalıdır. Toplumun, ülkedeki madencilik faaliyetlerinin tamamından bilgi sahibi olma hakkı vardır. Madencilik faaliyetlerinin her aşamasında alınan kararlardan toplumun tüm kesimleri bilgilendirilmelidir. Yerel halkın onayını almamış hiçbir ekonomik girişimin ülkeye yarar getirmesi beklenemez. Madencilik sektörüne ilişkin alınacak kararlarda ilgili yöre halkının da demokratik katılım yolu açılmalıdır.

- Madencilik faaliyetlerinden elde edilen gelirlerin, ülkenin sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda harcanması sağlanmalı, bu çerçevede madencilik faaliyetlerinin yapıldığı bölgenin kalkınmasına öncelik verilmelidir. Elde edilen gelirlerden faaliyetlerin yapıldığı bölgeye ve yerel topluluklara istihdam, eğitim ve sağlık hizmetlerinin getirilmesi amacıyla harcama yapılması sağlanmalıdır.

-Madencilik sektöründe, çevre dostu teknoloji ve yöntemlerin kullanılması teşvik edilmeli, madencilik süreçlerinde ya da sonrasında çevrenin korunmasına ya da yenilenmesine yönelik önlemlerin alınması gerekir.

Madencilik faaliyetlerinin yürütüldüğü çevredeki doğal kaynakların (toprak, bitki, hayvan, su, hava) sürdürülebilir ve verimli kullanımı temin edilmelidir. Çevreye olan zararın en aza indirilmesi sağlanmalı, “sıfır atık” öncelikli hedef olmalıdır.

- Bu faaliyetlerin her aşamasında en yüksek uluslararası iş sağlığı ve güvenliği standartlarının uygulanması sürekli izleme ve denetimler yoluyla sağlanmalıdır. Maden işletmelerinde iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin riskleri azaltacak ve kaza, yaralanma ya da hastalık riskini en aza indirecek önlemlerin alınması öncelik olmalıdır.

- Madencilik sektöründe aramadan uç ürüne kadar her aşamada ileri teknoloji kullanımı amaçlanmalıdır. Üretim ve kaynak performansının iyileştirilmesine ve yeni ürünlerin elde edilmesine yönelik olarak yeni gelişen teknolojilerin kullanımı, sektörün ülke kalkınmasına katkısı bakımından kritik önemdedir. Bu nedenle sektörde yüksek teknoloji kullanımı ve üretilmesi ile inovasyona yönelik araştırma-geliştirme çalışmaları teşvik edilmelidir. İleri üretim teknolojilerinin geliştirilmesi ve kullanımı, daha temiz ve daha verimli madencilik süreç ve ürünlerinin temini bakımından da önkoşuldur.

- Madencilik sektöründeki eğitim ve öğretim konusu yeniden ele alınmalı yeni teknolojilere uyum sağlayacak ve bunları kullanabilecek nitelikli işgücünün oluşturulması gerekir. Sektörden sorumlu ve görevli kamu kuruluşlarının; mühendislik, projecilik, işletmecilik, iş sağlığı ve güvenliği ve benzeri konularda endüstriye yol göstericilik yapabilecek kapasiteye sahip olması temin edilmelidir. Kamu otoritesi madencilik faaliyetlerinin ulusal strateji ve hedeflerle ne ölçüde uyumlu olduğunu belirleyebilecek yetkinlikte olmalıdır.

Kamu madencilik kuruluşlarında tamamen ortadan kalkmış bulunan liyakat sisteminin mutlaka tesis edilmesi gerekir.

Madencilik üretimiyle görevlendirilen kamu madencilik kuruluşlarının, asli görevlerini özel şirketlere yaptırma uygulamasından vazgeçilmelidir.

- Toplumsal, ekonomik ve çevresel bakımdan sürdürülebilir bir madencilik sektörünün gelişimi; devlet, sektörde faaliyet gösteren kurum ve kuruluşlar ile demokratik kitle örgütleri ve sivil toplum örgütlerinin yapıcı iş birliği ile mümkündür. Söz konusu tarafların doğrudan katılımları olmaksızın hazırlanacak herhangi bir sektör planının ya da plan uygulamasının başarılı olması mümkün değildir.

Amuran - Sayın Yüksel, okurlarımızı aydınlattınız. Önemli olan karar vericilerin eleştirilerinize ve önerilerinize kulak vermesi. Ülke kalkınmasına katkı sağlayacak yönde bilgiler verdiniz. Çok teşekkür ederiz.

Yüksel - TMMOB Maden Mühendisleri Odası’na görüşlerimizi halkımızla paylaşma fırsatı verdiğiniz için biz size teşekkür eder ederiz.

Nurzen Amuran

Odatv.com