Nesillerimizi zehirleyen ABD şirketi Cargıll'i kovacak mıyız

Müyesser Yıldız yazdı

AKP kurulduktan sonra ekonomi programını 19 Kasım 2001'de açıkladı. Programda, Türk edebiyatının ilk eseri olan Yusuf Has Hacib'in “Kutadgu Bilig” adlı eserinden bir alıntı vardı.

Alıntı, “Hakan” ile “Yurttaş” arasındaki sözleşmenin şu kısmıydı:

“Devlet adına Hakan ile yurttaş arasındaki sözleşmede üç şart karşılıklı masaya getirilir. Hakan der ki; 1- Yasalarıma uy, 2- Vergini öde, 3- Dostumu dost, düşmanımı düşman bil. Sözleşmenin karşı tarafı yurttaş cevabını verir, ki sözleşme tekemmül edebilsin; 1- Yasalarına uyarım, ama adil olsun, 2- Vergimi öderim ,ama gümüşün ayarını bozma, 3- Dostunu dost, düşmanını düşman bilirim, ama can ve mal güvenliğimi sağla.’’

Ecevit iktidarı işbaşındaydı, 2001 ekonomik krizi yaşanıyordu. Bunun sebebinin, ABD'nin Irak'ı işgâline izin verilmemesi olduğu yıllar sonra itiraf edilecekti.

BU MİLLET TÜM GÖREVLERİNİ YERİNE GETİRDİ

Dönemin AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan il il gezip, “Halkın perişan, bezgin, umutsuz, çaresiz olduğunu, tarifi imkansız bir yokluk ve yoksulluk içinde bulunduğunu, yarına dair hiç bir umudunun kalmadığını ve hücrelerini parçalarcasına 'hükümet istifa' diye bağırdığını” anlatırken, Ecevit iktidarı ekonomik krize karşı “Bu ülke için seve seve” kampanyası başlatmıştı. Erdoğan, bu kampanyaya şöyle tepki gösterdi:

“Bu hükümet duymadığı, görmediği, hayırlı hiçbir icraatta bulunmadığı gibi, arsızca ve sıkılmadan bir de halkımızla oyun oynadığını zannetmektedir. 'Bu ülke için seve seve' logosuyla başlatılan bir kampanyaya kurtuluş simidi gibi yapışmakta ve medya desteğiyle bunu etkin kılmaya çalışmakta. Bu tür kampanyalar her zaman yapılabilir. Halka moral ve motivasyon vermesi açısından önemlidir, bu yanıyla da desteklenmelidir. Zaten bu millet, bu ülkenin insanları, ülkeleri ve vatanları için, her zaman seve seve fedakâr davrandı. Gün geldi, vatan için canını verdi. Gün geldi, karşılığını tam almasa da çalıştı, üretti. Seve seve askerlik yaptı. Seve seve vergisini verdi. Gün geldi, sandık başına koşarak oy kullandı. Velhasıl tüm vatandaşlık görevlerini yerine getirdi. Bütün bu fedakarlıkları; Çoluk çocuğu namerde muhtaç olmasın, bu ülkede aç-açık kalmasın, herkesin işi-aşı olsun, ülkemiz insani gelişmişlikte dünya milletleri arasındaki şerefli yerini alsın diye yaptı. Ama bütün bunlara rağmen memleketin durumu ortada. Hükümet elini nereye attıysa kuruttu. Yolsuzluk ve yoksulluk, yegane ülke fotoğrafı haline geldi. 2 milyon esnaf ve tüccar bu yılı zararla kapattı. 420.000 işyeri kapandı.1,5 milyon yeni işsiz, işsizler ordusuna katıldı. Velhasıl vatandaşın yapacağı bir şey kalmadı. Bir şey yapılacaksa, yapması gereken hükümettir artık. Eğer bu hükümet, bu ülke için işe yarayacak, vatandaşı sevindirecek bir şey yapmak istiyorsa, derhal istifa etmelidir. Bir an önce çekip gidin!.. Düşün bu milletin yakasından, düşün!.. Milletin kabusu olmaktan çıkın artık.”

Merhum Ecevit, Arjantin'de yaşanan yağmalama olaylarının ülkemizde yaşanmamasını, “Halkın, hükümete güvenine” bağlamıştı. Erdoğan'ın buna cevabı da şu oldu:

“Böyle bir tespit eğer kasıtlı değilse, tam bir cehalet örneğidir. Sayın Başbakan, kendisine Başbakanlıkta ve konutunda söylenenleri gerçek zannediyor anlaşılan. Yine bu beyandan anlaşılan bir şey var ki, kimse Sayın Başbakan’a doğruları söylemiyor, kimse Sayın Başbakan’ı üzmek istemiyor herhalde... Herhalde bütün Türkiye, hepimiz, hükümet üyeleri gibi hafıza kaybına uğramadık. Sayın Başbakan, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde polislerin ilk kez yürüyüş yaptığını, ilk kez sistemin orta direği sayılan esnafın miting yaptığını ve o mitingde neler olduğunu unutmuş olabilir. Ama bizler bunu unutmadık. Türkiye bunları unutmadı. Ankara’nın Tandoğan meydanında yapılan esnaf mitinginde olup bitenler kimilerinin hafızalarında silinmiş olsa da arşivlerde durmaktadır. Üstelik o insanların hiç birisi terörist ya da serseri değil, rejimin bel kemiğini oluşturan esnaf kardeşlerimizdi. Ayrıca özellikle Tandoğan mitinginden sonra, bu tür gösterilerin yasaklandığını, veya gösterilerin şehir dışlarında yapılmasına müsaade edildiğini de unutmadık. İşçilerimiz ve memurlarımız ise çok uzun süredir, neredeyse her gün, her hafta, her ay sokakta. Hükümetin görmemesi onların ve olayların yok olması anlamına gelmiyor. Beyler, Arjantin’de olanlar Türkiye’de olmadı, olmaz diye kendinizi kandırmayın. Eğer halkımız daha ileri gitmemişse, gitmiyorsa, bu büyük bir devlet geleneğine sahip olmamızdan, aile kurumuna çok önem vermemizden ve geleneksel dayanışma mekanizmalarını hâlâ ayakta tutabilmemizdendir. Yatsınlar kalksınlar, bu halka dua etsinler!.. Ancak bu gelişmeleri yorumlarken, 'bizde olmadı, olmuyor' diye sevinmek yerine, ibret almak gerekir.”

Hasılı, AKP Kasım 2002 seçimlerinde rekor oyla iktidara geldi. İlk sözü; “3 Y- Yoksulluk, yolsuzluk ve yasakların” kaldırılmasıydı.

1 ay sonra Yoksullarla Dayanışma Haftası'ydı; Dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç, “Başbakan da olsa hiçbir kamu görevlisi flamingo yolundaki kulelerde oturamaz. Makam odalarının 600 milyara tefriş edildiği yerlerde oturamaz. Oturursa rahat edemez” dedi. Dönemin Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel de şu tavsiyelerde bulundu:

“Yoksulluğa en önemli çare, bir milletin dağdaki, taştaki, köydeki, ovadaki halkını çalışmaya, verimli olmaya teşvik etmektir.”

Bir başka konuşmasında Arınç, bu ülkeyi çökerten en kötü şeyin israf olduğunu vurgulayıp, bundan kurtulabilirsek, vatandaştan vergi almaya ihtiyaç kalmayacağını anlattı. Birkaç ay sonra Meclis'te sağlık harcamalarında yolsuzluk yapıldığı ortaya çıktığında da şunları söyledi:

“Evi soyulan bir kadın, kendisine 'Neden böyle ağır uyudun?' diye soran Halife Hazreti Ömer’e, 'Seni uyanık biliyordum da onun için rahat uyuyordum' karşılığını vermiştir. Bu faturaların hepsinin sorumluluğu bizim üzerimizde. Bizi uyanık bilen insanlar böyle bir şey yapıldığı zaman hesabını bizden sorarlar. Bu işlerin üstündeyiz. Gözlükten başlayarak ilaca, yapılan işten bilmem neye kadar paçavralarını çıkaracağım inşallah. Bundan sonra burada kimsenin uyumadığını herkes bilecek ve bu işler bizden sonra da devam edecek. Bu işin başındakiler uykuya dalarsa ya da bu işin parçası olursa, bu ülkeden hiçbir zaman hayır gelmez.”

ELBETTE DESTEKLİYORUZ DA NEYİ?

Yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar, israf, ülkenin yer altı yer üstü neyi varsa satılan ve de devletin bir “A.Ş. gibi yönetildiği” 16 yılın ardından Erdoğan'ın ifadesiyle, “Ne 1994, ne 2001, ne 2007 kriziyle ilgisi olmayan” bu noktaya geldik. ABD'nin iki hamlesiyle “güçlü” ekonomimiz alt üst oldu.

Meramım; “Tüm suç bizde” demek değil, durum şuna benzemiyor mu?

Yıllardır büyük Marmara, özellikle İstanbul depremi tehlikesine dikkat çekiliyor. Devasa binalar, çarpık yapılaşmadan öte yapılan ne, alınan hangi tedbir var? Yarın Allah göstermesin, ABD böyle bir depremi tetiklerse, yine tüm suçu ona mı atacağız?

ABD'nin ekonomik tehditlerinin üzerinden 11 gün geçti.

Bu kriz vesilesiyle şapkayı önümüze koyup, “Nerede yanlış yaptık?” diye düşündük ve o hataları ortadan kaldırmak için bir paket hazırladık mı?

Misal Şeker Fabrikalarının satışını durdurduk mu?.. Ele güne satılmış varlıklarımızın millileştirilmesini düşünüyor muyuz?.. Tarım ve hayvancılığı ayağa kaldırmak için ne yapacağız?.. Nesillerimizi zehirleyen ABD şirketi Cargill'i kovacak mıyız?.. Cari açığın en büyük sebebi Gümrük Birliği'ni böyle sürdürecek miyiz?..

Nerde?.. Daha bugün Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, “Sanayicilere yönelik 1,2 milyar liralık yeni destek programını devreye soktuklarını” müjdeledi.

Hâlâ balık tutma değil, balık verme politikası!..

“Avrupa ülkeleri, ABD tehdidine karşı Türkiye'ye destek mesajları yayınlıyor” diye seviniyoruz. Başta Almanya tüm ülkelerin tek dert ve kaygısının, “Türkiye batarsa, ya Suriyelileri otobüse doldurur gönderir ya da Suriyeliler akın akın Avrupa'nın kapısına dayanırsa” olduğunun bile farkında değiliz!..

İşin siyasi kısmına gelince; Erdoğan geçenlerde, “Şayet Suriye’de kurulan terör koridoruna rıza gösterseydik bu sorunları yaşamayacaktık” dedi... New York Times gazetesi için kaleme altığı makalede de, “ABD, Türkiye'nin egemenliğine saygı duymaya başlayıp, milletimizin karşı karşıya olduğu tehlikeleri anladığını ispatlayamazsa ortaklığımız riske girebilir” değerlendirmesini yaptı.

Suriye'deki “terör koridorunun” hamisi, egemenliğimize saygı duymayan ve bizatihi milletimizin karşı karşıya olduğu tehlikelerin kaynağı kim; ABD.

Yıllardır bin kere sorduk, bir kez daha soralım; İncirlik, Kürecik hâlâ niye açık ve böyle bir haydut devleti hâlâ nasıl “Müttefik, dost” sayabiliyoruz?

ABD'nin Türkiye'yi, “Papaz'ı saat 18.00'e kadar, yarın akşam göndereceksiniz” diye tehdit ettiğini de Erdoğan açıkladı. Bu tehditlere boyun eğmeyeceğimiz duyuruldu, “Savaşsa savaş” karşılığı verildi. Daha dün AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehdi Eker, Brunson hakkında ciddi iddialar olduğunu söyledi.

Ama bugün öğrendik ki, ABD Büyükelçimiz Serdar Kılıç Beyaz Saray'a gidip, Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton'la görüşmüş. Görüşme talebi, bizden gitmiş. İddialara göre de Trump, Rahip Brunson karşılığında Türkiye'ye bir şey vermeyi reddetmiş.

ABD'den ne istiyoruz, neyin pazarlığını yapıyoruz? Fedakarlık ve destek isteniyor; Tamam verelim, veriyoruz, vereceğiz de “milli iradenin” en azından bu konuda aydınlatılması gerekmez mi?

Trump, Türkiye'den alınan çelik ve alüminyum vergilerini “ulusal güvenlik” gerekçesiyle iki katına çıkardı.

Türkiye'nin ulusal güvenliği böylesine tehdit altında, ama MGK'yı bile toplamadık... “Milli mücadele” diyoruz, ama Meclis kapalı... Sadece Erdoğan ve Berat Albayrak'ın ağzına bakıyoruz...

Devlette kovulma pahasına gerçekleri söyleyecek kimse kalmamış olsa da “Devlet aklının” ve “Ortak aklın” devreye sokulacağı gün, bugün değilse, ne zamandır?

Birlik-beraberlik çağrısı yapılırken, en ufak eleştiri ve uyarıya “vatan hainliği” demeye hazırlananlar var; Soralım.

Büyükelçiler Konferansı'nda, “Biz de Gazi Meclis olarak hükümetimizin ihtiyaç duyduğu her türlü düzenlemeyi, parti ayrımı gözetmeksizin milli şuur içerisinde yapmaya hazır olduğumuzu bir kez daha buradan ilân ediyorum... Dış politikada da Meclisimiz üzerine düşeni yerine getirmekten asla çekinmeyecektir. Bu yolda tüm siyasi partilerin, tüm milletvekillerimizin gereken katkıyı ve desteği vereceğinden emin olabilirsiniz” diyen TBMM Başkanı Binali Yıldırım, acaba kime, ne mesaj veriyor?

Ez cümle; “Yurttaş”, üzerine düşeni her daim yerine getirdi, getiriyor ve getirecektir. Önemli olan, “Devlet”in ne yaptığı ve yapacağıdır?

Müyesser Yıldız

Odatv.com

ABD cargill binali yıldırım arşiv