BARIŞ TERKOĞLU: NASIL KELEPÇELENDİK

Son aylarda Türkiye, başta basın özgürlüğü olmak üzere bireysel hak ve hürriyetlerin engellendiği birçok olayla gündeme geldi. Uluslararası Basın...

Son aylarda Türkiye, başta basın özgürlüğü olmak üzere bireysel hak ve hürriyetlerin engellendiği birçok olayla gündeme geldi. Uluslararası Basın Enstitüsü’nün ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın açıklamalarına göre Türkiye’de cezaevlerinde tutuklu bulunan 57 gazeteci var. Türkiye’deki basın örgütleri ise bu rakamı 68 olarak ilan etti. İnsan hakları ve özgürlükleri izleme örgütü Freedom House’un basın özgürlüğü raporuna göre Türkiye basın özgürlüğü sıralamasında dünyada yüz on ikinci. Ülkedeki basın özgürlüğü Kenya, Senegal, Uganda gibi Afrika ülkeleri ile benzer durumda. Çoğu analizde Ortadoğu’da gelişmiş bir demokrasi modeli olarak gösterilen Türkiye nasıl bu noktaya geldi? Basın endişe verici şekilde nasıl baskı altına alındı? Bu satırların yazarı dahil gazeteciler nasıl tutuklandı?

Türkiye’de gazetecilerin tutuklanmasına varan durum bir süreç içerisinde gelişti. Son dokuz yılda hükümete yakın basın kuruluşlarının sayısı artarken muhalif ya da objektif olanların sayısının azalması, hükümeti eleştiren gazetecilerin kısa süre sonra işsiz kalması, yargılanması ve tutuklanması sürecin bir program halinde işlediğini gösteriyor.

Türkiye’de son dokuz yılda basındaki dönüşüm üç aşamada gerçekleşti. İktidarının ilk yıllarında AKP hükümeti mali yolsuzluk yaptıkları gerekçesiyle bazı işadamlarının şirketlerine el koydu. El konan varlıklar arasında televizyon, gazete gibi medya kuruluşları da vardı. Bu medya kuruluşları devlet tarafından hükümet ile yakın ilişkisi olan iş adamları tarafından satın alındı. Atv, Cine 5 gibi tv kanalları; Star, Sabah gibi gazeteler bu şekilde el değiştirdi. Muhalif gazeteci Tuncay özkan’ın televizyonu Kanaltürk satılmakla, vergi memurları tarafından el konulmak arasında kaldı. Özkan, televizyonunu hükümete yakın bir işadamına sattı. Yine bu dönemde hükümetin açtığı ihaleler, verdiği krediler, gösterdiği yollarla zenginleşen ve kendini çoğu kez Başbakan’a bağlılıkla tanımlayan basın kuruluşları kuruldu. Kanal 24, Bugün tv, Net tv, Beyaz TV gibi kanallar ve Bugün ve Taraf gibi gazeteler hükümetin destekleyen adamları tarafından kuruldu. Türkiye Gazetesi, Yenişafak Gazetesi, Akit Gazetesi, Zaman Gazetesi, Samanyolu TV, Kanal 7 gibi AKP hükümeti öncesinde var olan muhafazakar basın ise bu süreçte tercihini hükümetten yana koydu. Aynı dönemde devlet televizyonlarının sayısı hızla arttı.

Arapça ve İngilizce gibi dillerde de yayın yapacak birçok devlet kanalı kuruldu. Sonuçta hükümetin politikalarını tartışmasız destekleyen, sadece iktidar yanlısı gazetecilerin iş bulabildiği bir medya gücü oluştu. Bunun dışında ise başını Doğan grubunun çektiği bağımsız medya kuruluşları vardı. Bu basın kuruluşlarında her görüşten gazeteci çalışabiliyor, hükümeti zaman zaman eleştiren haberler yer alabiliyordu. İkinci adımda bu medya açıkça tehdit edildi. Başbakanın danışmanları gazetelerin genel yayın yönetmenlerini ya da sahiplerini arayarak rahatsız oldukları haberler ya da yazılar konusunda uyardılar. Örneğin Sabah Gazetesi eski Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, kendisini arayan Başbakan’ın danışmanının hükümeti rahatsız eden bir haberi önemsiz bir şekilde vermesini istediğini açıkladı. Ergenekon dava dosyalarında tutuklanan basın mensuplarının telefon konuşmaları incelendiğinde Başbakan’ın danışmanlarının bu gazetecileri bir dönem arayıp Başbakan’ın rahatsızlıklarını anlattığı ve başına kötü şeyler gelebileceği konusunda uyardığı görülüyor.

Bunun yanısıra Başbakan’ın miting meydanlarında, basın açıklamalarında o gün kendisi aleyhinde yazan gazeteleri tehdide varacak şekilde eleştirmesi geleneksel bir hal aldı. 2008 yılında hava kirliliğinin arttığı haberini yapan Akşam Gazetesi’ne Başbakan şöyle cevap verdi: “Ya gazeteni kapatacaksın ya da yalan yazmayacaksın”. Başbakan’ın kameralar önünde yaptığı açıklama o kadar sertti ki eleştirdiği gazeteyi tehdit etmekle kalmıyor, nezaket kuralları dışında “sen” diye hitap ediyordu. Başbakan Almanya’da mahkumiyetle sonuçlanan ve mahkum olanların arasında kendisinin siyasi destekçilerinin de olduğu Deniz Feneri Davası’nı haber yapan gazetelere karşı halka boykot çağrısı yaptı. 2008 yılında Başbakan gazetecilere hükümeti eleştiren haber yapmadan önce kendilerine bildirilmesi çağrısı yaptı. Geçtiğimiz aylarda ise kendi serveti hakkında haber yapan Tuncay Özkan’ın tutuklanmasını gazetecilere gözdağı vererek anlattı. Başbakan’ın danışmanları Habertürk gazetesinin Washington temsilcisi Tülin Daloğlu’nu “İsrailli gazeteciler Başbakanlarını senin gibi eleştirmiyor” sözleriyle bir otel odasında tehdit ederken Erdoğan’ın İsrail politikasını eleştiren Daloğlu kısa süre sonra işten çıkarıldı.

Başbakan’ın tehditleri yalnız gezetecileri değil medya patronlarını da hedef aldı. Başbakan Erdoğan kendisini eleştiren gazetecilerin de çalıştığı Doğan Grubu’na karşı sık sık öfkeli demeçler verdi. Bu demeçlerin ardından Doğan Grubu’nu teftiş eden vergi memurları grubun tüm varlığından fazla olan, neredeyse 5 milyar dolarlık vergi cezası kestiler. Ekonomi politikalarını eleştiren yazarları “ülkeyi ve ekonomiyi germekle” suçlayan Erdoğan, bu gazetecileri patronlarına şikayet etti. Köşe yazarlarının medya sahiplerinin vitrini olduğunu söyleyen Erdoğan, patronların hükümeti eleştiren gazetecilere “kusura bakma kardeşim bizim dükkanda sana yer yok diyebilmeleri gerekir” dedi ve işten çıkarılmalarını istedi. Erdoğan, bunu yapmayan patronların başka sektörlerdeki yatırımlarının tehlikeye gireceğini ima etti. Elbette medya dışında pekçok sektörde yatırımları olan medya patronları servetlerini köşe yazarlarını korumak adına tehlikeye atamazdı. Başbakan’ın istemediği hatta bazıları için “hain” ifadesini kullandığı gazetecilerin listeleri ortaya çıktı.

Hükümete muhalif görüşleriyle bilinen popüler yazar Bekir Coşkun iki ayrı gazeteden arka arkaya işten çıkarıldı. Liberal görüşeriyle bilinen Cüneyt Ülsever, sosyal demokrat Tufan Türenç köşe yazarlığından ayrılmak zorunda kaldı. Sosyalist Özdemir İnce’ye haftada bir kez yazı hakkı tanındı. Hükümeti eleştiren yazılarına sansür uygulanan Mine Kırıkkanat, Necati Doğru gibi gazeteciler bunu kamuoyuna açıklayınca işsiz kaldı. Erdoğan’ı eleştiren başörtülü muhafazakar yazar Afet Ilgaz dahi işten çıkarıldı. Hürriyet Gazetesi’nin 36 yıldır başyazarlığını yapan Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi, hükümetin çevre ve enerji politikasını sert sözlerle eleştirince Başbakan kendisine “ben bu zihniyetle savaşırım” diye cevap verdi. Ekşi, bu sözler üzerine gazetesini koruyabilmek için görevini bıraktı.

Kısacası dünyada yankı bulan son gazeteci tutuklamalarından önce Türkiye’de hükümeti her koşulda destekleyen bir medya grubu yaratılmış, muhalif gazeteciler ise patronları baskı altına alınarak ya da işsiz bırakılarak susturulmuştu. Hatta hapiste gazeteciler de vardı. Cumhuriyet Gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Balbay, Başbakan’ın bir işadamından kızına para göndermesini istediği konuşmayı yayınlayan Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım gibi onlarca gazeteci tutukluydu. Televizyon sahibi Tuncay Özkan, Mehmet Haberal, Mustafa Özbek, Doğu Perinçek hapse atılmıştı. Evrim teorisini savunan Bilim ve Gelecek Dergisi editörü Baha Okar, polis içinde cemaat örgütlenmesini eleştiren bir kitap yazan muhafazakar emniyet müdürü Hanefi Avcı, hiçbir somut delil göstermeden silahlı Marksist bir örgütün üyesi olma suçlamasıyla tutuklanmıştı.

Artık gazeteci tutuklamak çok kolaydı. Çünkü hukuksal yapı buna göre düzenlenmişti. Adı gibi çok özel yetkilerle donatılmış Özel Yetkili Mahkemeler kuruldu. Ardından sanat eserini bile terör suçlamasıyla yargılayabilecek kadar esnek Terörle Mücadele Yasası çıkarıldı. Bu mahkemelere, sınırsız telefon dinleme, sanığa delil sunmadan tutuklama , “örgüt üyeliği” gibi bir suçlamayla somut bir neden sunmadan evlerde arama yapma, savunma makamını sanığın lehine delillerden mahrum bırakma hakkı tanındı. Bu mahkemelere hükümet yanlısı hakim ve savcılar atandı. Yasaları sanıklar lehine uygulayan hakimler bu mahkemelerden uzaklaştırıldı. Soruşturmalarda hükümetin desteklediği polis örgütü ön plana çıkmaya başladı. Polisin yasadışı delil üreterek şüphelileri tutuklattığı onlarca örnekle kanıtlandı. Basına yönelik ağır baskılara rağmen halen eleştirel gazetecilik yapan herkes tutuklanablirdi. Hükümet tarafından iktidara sadık gazetecilik özendiriliyor, bu gazeteciler kolayca zenginleşiyor, yolsuzlukları ve usulsüzlükleri haberleştiren gazeteciler ise mahkemelerle tehdit ediliyordu. Örneğin halkın haberden tahrik olduğuna dair suçlama, ucu açık ve her habere uygulanabilecek bir suçlamaydı.

Mahkemelerin uygulamalarını eleştiren gazeteciler hakim ve savcıları terör örgütlerine hedef göstermekle yargılandı. Bu satırların yazarı olan gazeteci Ergenekon davasına bakan polislerin, savcların ve hakimlerin dava başlamadan kısa süre önce yemek yediklerini fotoğraflarıyla haberleştirdiği için üç yıl hapis cezası ile yarglanıyor. Üstelik Ergenekon Davası’nın görüldüğü İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde. Hakimler ve savcılar ise davayı asgari nezaketten uzak bir üslupla sürdürüyor. Haberde mahkeme süresince suç teşkil edecek hiçbir ifade bulamayan savcı son olarak iddiasını haberin altına okuyucuların yaptığı yorumlara dayandırdı. Bugün Türkiye’de gazeteciler yaptıkları haberlere internette yapılan yorumlar nedeniyle tutuklanmak üzere yarhılanabiliyor. Savcılar halkın tahrik olduğuna bu yorumlara bakarak ikna olabiliyor. Basın özgürlüğünün geldiği son nokta bu.

Türkiye’de basın özgürlüğü tartışması dünya gündemine 14 Şubat 2011’den itibaren daha sık gelmeye başladı. 14 Şubat’ta Odatv isimli özel haber sitesine yapılan polis baskınının ardından 12 kişi tutuklandı, bu 12 kişiden 9’u gazeteciydi. 9 gazeteciden 7’si Odatv çalışanı ve yöntecisi. Diğer iki gazeteci ise Ahmet Şık ve Nedim Şener. Tutuklanan diğer kişilerden biri muhalif Profesör Yalçın Küçük Odatv’ye röportaj veriyordu. Soruşturmaya dahil edilen ve tutuklu bulunan bir diğer isim ise polis içinde cemmat örgütlenmesini anlatan Haliç’te Yaşayan Simonlar kitabının yazarı olan Hanefi Avcı. Avcı aylar önece de Marksist bir örgüte üye olma iddiasıyla tutuklanmıştı. Böylece iki yasadışı örgüte birden üye olma suçlamasıyla tutuklanmış oldu. Son tutuklanan isin ise hiçbir gazeteciyle irtibatı bulunmayan bir istihbaratçı Kaşif Kozinoğlu.

Odatv, Türkiye’nin son yıllarda popüler olan bir özel haber sitesi. Sahibi ülkede çok tanınan bir gazeteci olan Soner Yalçın. Yalçın’ın devlet içindeki çeteleri de eleştiren 14 kitabı var. Kitapları ülkede en çok satanlar arasında. 14 Şubat’ta Soner Yalçın’la beraber Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan ve bu satırların yazarı Haber Müdürü Barış Terkoğlu’da gözaltına alındı. 6 Mart’ta ise Odatv Haber Koordinatörü Doğan Yurdakul, yazarlar Sait Çakır, Coşkun Musluk, Müyesser Yıldız tutuklandı. Doğan Yurdakul 80 yaşında, daha önce 1971 askeri muhtırasında 2 yıl hapis yatmış, 1980 darbesinde ise 220 yıl hapis cezası ile yargılanmış bir gazeteci.

Odatv, yaptığı özel haberler ile tanınıyor. Basın üzerindeki baskılar nedeniyle işsiz kalan pekçok gazeteci Odatv’de gönüllü yazarlık yapıyor. Hükümetin etkisi nedeniyle yazılamayanlar, tartışılamayanlar, Odatv’de yer buluyor. Bu da siteyi hem popüler hem de etkili kılıyor. Pekçok haberi iktidar partisinin karşısına soru önergesi olarak çıktı. Yolsuzluk haberleri dava konusu oldu. Bu sayede en büyük iki basın örgütünün ödüllerini Odatv aldı. Siteyi ayda bir buçuk milyon kişi ziyaret ediyor.

Odatv, son yıllarda Özel Yetkili Mahkelemeler’de görülen davalarda yaşanan hukuk ihlallerini en çok haberleştiren medya kuruluşu. Kamuoyunda tanınan insanların sanıkları arasında bulunduğu Ergenekon, Balyoz gibi davalarda yaşanan skandalları Odatv ortaya çıkardı. Bu durum Ergenekon davasını soruşturn polislerin ve savcıların siteden açıkça rahatsız olmasına neden oldu.

Gözaltına alınan Odatv yöneticileri Ergenekon üyesi olmakla suçlandı. Ancak savcılık buna ilişkin hiçbir somut ortaya koymadı. Dava sanıklarından hiçbirisi ile Odatv yazarlarının ya da yöneticilerinin örgütsel ilişkisi yoktu. Savcı ya da polis de bunu ispat edemedi. Oysa Genel Yayın Yönetmeni’nin lise yıllarında aldığı öğrenci bursu bile sorgulanmıştı. Dikkat çeken önemli bir ayrıntı savcının sorması gereken soruları, savcıya polisin hazırlamış olmasıydı. Savcı sorduğu sorulara konu olan içeriğe ilişkin hiçbir araştırma yapmamıştı.

Ardından Odatv haberleri sorgulandı. Haberler doğruydu. Savcılık ya da polis haberlerin yanlış olduğunu iddia etmiyordu. Ancak polise ya da savcıya göre örneğin işçilerin ve öğrencilerin eylem haberleri ülkede karışıklık çıkarabilirdi. Bu haberler birer birer soruldu. Hatta Arap dünyasını sarsan eylemlerin haberleştirilmesinin amacının bu ülkede yaşanan iklimi Türkiye’ye taşımak olup olmadığı sorgulandı. Hükümeti ve onun politikalarını eleştiren haberlerin gizli niyetinin ülkede darbe ortamı yaratmak olabileceği iddia edildi. Ergenekon Davası’nda gerçekleşen hukuk ihlallerinin neden haberleştirildiği tartışıldı. Polis ve savcıya göre bu haberler davanın itibarına gölge düşürüyordu. Hapishanede tutuklu bulunan PKK liderinin basın açıklamalarının haberleştirilmesi sorgulandı. Oysa bu açıklamaların haber değeri vardı ve birçok basın organında yer alıyordu. Tıpkı Usame Bin Ladin’in açıklamaları gibi. Ancak polis ve savcı Odatv haberlerini terörizm ile ilişkilendirmeye çalışıyordu. Polis “savaş” kelimesini Odatv arama motorunda aratmış ve başlığında “savaş” kelimesi olan haberlerle amacın savaş çıkarmak olup olmadığını sorgulamıştı. Oysa haberlerden bazıları “soğuk savaş” üzerineydi. Ancak ciddiyeti olmayan bir sorgulamada hepimizin gazetecilik faaliyeti sorgulandı. Haber kaynaklarımız deşifre edildi. Gazetecilik adeta suçmuş gibi değerlendirildi.

Son olarak Savcılık, polisin Odatv bilgisayarlarından birinde bulunduğunu iddia ettiği word dokümanlarını ortaya çıkardı. Bu dokümanların içeriğine tutuklanan gazetecilerin toplantı notları izlenimi verilmişti. Bu dokümanları yazan belli değildi, polis ya da savcılık bunu asla sorşturmuyor, belgelerin hangi yollarla geldiğine asla bakmıyordu. Notlara göre tutuklanan gazeteciler toplantılarla nasıl haberler yapacaklarına, hükümeti nasıl eleştireceklerine, hangi kitapları yazacaklarına, bu kitapları hangi isimle yayınlayacaklarına karar veriyorlardı. Ancak notlardaki gazetecilerin birçoğu irbiriyle görüşmüyordu. Örneğin ben, gazeteci Nedim Şener’i hayatımda bir kez yargılandığı mahkemede gördüğüm, Ahmet Şık’la hiç tanışmadığım halde örgüt ilişkisi ile suçlanıyordum. Savcıya göre tutuklanan gazeteciler medyada bir örgütlenme kurmuşlar ve bu şekilde haber yapıyorlar ve kitap yazıyorlardı. Haberler ve kitaplar terör eylemleri muamelesi görüyordu. Soner Yalçın, Doğan Yurdakul ve diğer Odatv yazarları hükümete muhalif görüşleriyle tanınıyordu. Nedim Şener, Hrant Dink cinayetinde polisin ihmalini anlatan haberler yapmış, Ergenekon davasına bakan polis şefi tarafından hakkında dava açılmıştı. Ahmet Şık tutuklandığı sırada polis içindeki cemaat örgütlenmesini anlatan bir kitap yazıyordu. Emniyet Müdürü Hanefi Avcı polis içindeki cemaat örgütlenmesini anlatan bir kitap yazmış ve tutuklanmıştı. Anlaşılan polis ve savcı hoşlanmadığı bu gazetecileri bir örgütün üyesi gibi göstererek tutuklamayı amaçlıyordu. Savcılığın isteğine onay veren hakimler savcılığın iddialarını sorgulamadan gazetecileri tutukladı. Kamuoyunu şaşırtan bir başka gelişme ise haberleri nedeniyle gazetecileri tutuklayan hakimin birkaç gün sonra binden fazla kişiyi öldürdüğünü itiraf eden eski bir polisi serbest bırakmasıydı.

14 Şubat’ta gözaltına alınan gazeteciler o günden beri tutuklu. Daha önce anlattığım terörle mücadele yasası gerekçesiyle suçlandıkları delilleri görme hakları yok. İçinde delil olduğu iddiasıyla bilgisayarlarına ve hard-disklerinin kopyalarına polis el koydu. Bu süreçte tarafsız bir bilgisayar uzmanının har-diski inceleme talepleri, tutuksuz yargılama istekleri reddedildi. Davalarda savcılığın sanıklara vermediği delillerden bazıları manipüle edilerek hükümete yakın medyaya servis ediliyor. Uluslararası platformlarda mahkemelerin tarafsız olduğunu iddia eden Başbakan, seçim için düzenlediği mitinglerde kendisine muhalif kimseleri mahkemeler aracılığıyla nasıl tutuklattığını taraftarlarına anlatıyor. AKP hükümeti çok istediği gibi seçimlere muhalif basını susturmuş şekilde girdi.

İşte Türkiye’de basına yönelik hükümet baskıları ortada. İnternete de sansür koym kararını resmileştiren hükümetin basına karşı uygulamaları darbe dönemlerinde dahi görülmediği kadar fazla. Ülkede hükümete bağlı gazetecilik ödüllendirilirken, muhalif gazeteciler esnek terör yasalarıyla gazetecilik faaliyetinden dolayı tutuklu yargılanıyor. Ergenekon davası ise ülkede muhalefeti susturmak için bir araç haline geldi. Devlet içindeki çeteleri, yasadışı örgütlenmeleri sorgulayan kimseler bu örgüte üye olmakla suçlanarak tutuklanıyor. Herşeye rağmen sormadan edemiyorum, hayatımda ilk kez gördüğüm dijital dosyalar gerçek olsaydı, biz gazeteciler toplantılar yapıp muhalif haberler yapma ve kitaplar yazma kararı alsaydık bunun adı yine de terörizm olabilir mi? Gazeteciler bu nedenle tutuklanabilir mi? 11.07.2011

Barış TERKOĞLU

Silivri L Tipi 1 No’lu Cezaevi, F-12 Koğuşu

Odatv.com

Barış Terkoğlu soner yalçın Nedim Şener ahmet şık doğan yurdakul Yalçın Küçük arşiv