Medreseler kahvehane, kervansaraylar kebapçı oldu!

Devletin zirvesi 26 Ağustos’ta Malazgirt Zaferi’ni kutlamaya hazırlanıyor ancak Selçukluların ülkenin dört bir yanında bıraktığı eserlerin durumu kutlamalara gölge düşürecek boyutta…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 26 Ağustos’ta gerçekleştirilecek olan Malazgirt Zaferi’nin yıl dönümü kutlamaları öncesinde yaptığı konuşmada Sultan Alparslan’ın davasının takipçisi olduklarını söyledi.

Bilal Erdoğan ve Kadir Topbaş’ın çocuklarının da yönetiminde olduğu Okçular Vakfı’nın organize ettiği kutlamalar için 50 tır dolusu malzeme Malazgirt’e gönderildi.

Osmanlı kostümleri eşliğinde tam bir gösteriye dönüşmesi beklenen zafer kutlamaları için tüm hazırlıklar tamamlandı.

Ancak Anadolu’nun kapısını Türkler’e açan Selçukluların geride bıraktığı görmekli kültür mirasının içler acısı durumu Malazgirt’teki kutlamalara gölge düşürecek boyutta.

Selçuklu Sultanı Aleaddin Keykubat’ın 1231’de Alanya’da yaptırdığı Alara Han Kervansarayı restoran, eşi Mahperi Hatun’un Tokat’ta yaptırdığı adını taşıyan kervansaray ise kebapçı oldu. Kayseri’deki Hatuniye Medresesi tuhafiyeci çarşısına dönüştürülürken, Sivas’taki Selçuklu tıp okulu Şifaiye Medresesi kahvehane olarak kullanılıyor.

İşte Malazgirt Zaferinin 946. Yılında Selçukluların Anadolu’daki kültür mirasının durumu…

ERDOĞAN: ‘MALAZGİRT’TE 2071’İN TEMELLERİNİ ATACAĞIZ’

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin 16. Kuruluş yıldönümü etkinliklerinde yaptığı konuşmada, “Bundan sonra her 26 Ağustos’ta Malazgirt’te olmak suretiyle 2071’in tohumlarını atacağız” dedi.

‘SULTAN ALPARSLAN’IN DAVASININ TAKİPÇİSİYİZ’

Ankara Sincan’daki Harikalar Diyarı’nda düzenlenen kuruluş yıldönümü etkinliklerinde konuşan Erdoğan, partisinin davasının binlerce yıllık geçmişe sahip olduğunu belirterek özetle şunları söyledi:

AK Parti, Sultan Alparslan’ın 26 Ağustos 1071’de kazandığı Malazgirt Zaferi ile tapusuna sahip olduğumuz Anadolu’yu ilelebet vatanımız, yurdumuz olarak muhafaza etme davasının takipçisi olan bir partidir. AK Parti Anadolu’yu Kudüs’ü işgal etmek üzere yola çıkan haçlı ordusuna adeta mezar eden Sultan Kılıçarslan’ın, bu topraklar üzerinde küçük bir boydan bir cihan devleti kuran Ertuğrul Gazi ve oğlu Osman Gazi’nin, İstanbul’un fethi ile çağ açıp çağ kapatan Fatih Sultan Mehmet Han’ın, güç ile diplomasinin inceliklerini birleştiren Abdülhamit Han’ın, velhasıl ecdadın mirası üzerinde inşa edilen bu ülkeyi büyütme davasını kendi davası olarak kabul etmiş bir partidir. Dava sahibi herkes gibi bizde ülkemizi mamur, milletimizi müreffeh, bölgemizi güvenli, dünyayı huzurlu hale getirmek için çalıştık, çalışıyoruz. Gazi Mustafa Kemal ile başlayan cumhuriyet döneminin de şu anda iddialı bir davası, iddialı bir hareketiyiz. Türkiye’yi 15 yılda üç kat büyütmüş olmamız davamıza layığı ile hizmet ettiğimizin en büyük ispatıdır.”

OKÇULAR VAKFI ORGANİZE EDİYOR, 50 TIR DOLUSU MALZEME GÖTÜRÜLDÜ

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuşmasının ardından 26 Ağustos’ta bu yıl 946’ncısı kutlanacak olan Malazgirt Zaferi ile ilgili hazırlıklara başlandı. Malazgirt’te sürdürülen hazırlıklara bakılırsa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katılacağı kutlamalar tam bir görsel şova dönüşecek gibi görünüyor. Erdoğan’ın Rize Güneysu’dan hemşehrisi olan AKP İstanbul Milletvekili Ali Haydar Yıldız’ın başkanlığını yaptığı Okçular Vakfı’nın organize ettiği kutlamalar için 50 tır dolusu malzemenin Malazgirt’e taşınacağı belirtiliyor.

MÜTEVELLİ HEYETİNDE BİLAL ERDOĞAN DA VAR

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Necmeddin Bilal Erdoğan, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın oğlu Hüseyin Ersan Topbaş ile M. Muhammed Topbaş ve Kasımpaşa Spor Kulübü Başkanı Hasan Hilmi Öksüz gibi isimlerin de aralarında bulunduğu Okçular Vakfı yetkilileri iki gün sürmesi beklenen kutlama hazırlıklarını denetledi.

26 AĞUSTOS, 30 AĞUSTOS’UN ALTERNATİFİ Mİ?

2015 yılında ‘terör olayları’ gerekçe gösterilerek iptal edilen 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları, 2016 yılında ise 15 Temmuz bahanesiyle gerçekleştirilmedi. 30 Ağustos’a alternatif kutlama yapılıyor eleştirilerini de beraberinde getiren 26 Ağustos Malazgirt Zaferi kutlaması için tüm hazırlıklar tamamlandı. Ancak bu yıl da Kurban Bayramı tatili ile birleştirilen 30 Ağustos Zafer Bayramı için kimi illerdeki yerel hazırlıklar dışında kayda değer bir hazırlık görünmüyor.

Peki, Malazgirt Zaferi ile Anadolu’nun kapılarını Türklere açan Selçukluların bıraktığı kültür mirası ne durumda?

15 ŞEHİRDE, BİNLERCE KİLOMETRE YOL, YÜZLERCE TARİHİ MEKAN

Milyonlar harcanarak hazırlanan görkemli şovlarla mirasına sahip çıkıldığı söylenen Selçukluların Anadolu’nun dört bir yanında inşa ettikleri eğitim, ticaret ve dini yapılar bugün nasıl kullanılıyor? Bu sorunun yanıtını aramak için Anadolu Selçuklu Devleti’nin yazlık başkenti Alanya’dan yola çıkıp, yaklaşık iki hafta boyunca Antalya, Burdur, Isparta, Konya, Aksaray, Nevşehir, Kayseri, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Yozgat ve Kırşehir gibi tarihi dokusu halen canlılığını koruyan kentlerde Selçuklu kültür mirasının izini sürdük...

ANADOLU’DAKİ ESKİ YOL SİSTEMİNİ SELÇUKLULAR CANLANDIRDI

Anadolu’ya geldiklerinde büyük zorluklarla karşılaşan Selçuklular, mimari ve estetik açıdan bugün bile etkileyici olan medreseler, kervansaraylar ve camiler inşa ettiler… Sahip olduğu coğrafi avantajlar ve biyolojik zenginlikleriyle binlerce yıldır önemli bir üretim merkezi olan Anadolu’da tunç çağından itibaren Asurluların kurduğu ticaret kolonileri ve eski çağda Pers başkenti Susa ile Lidya başkenti Sardes arasında kurulan Kral Yolu, bu toprakları canlı bir ticaret merkezi yapmasının yanında önemli bir kültür merkezi haline de getirmişti…

ALANYA’DAN SİNOP’A, KONYA’DAN İSFAHAN’A TİCARET YOLLARI

Roma ve Bizans dönemlerinde de ticari ve askeri amaçla kullanılan eski yolları yeniden canlandıran Selçuklular, Alanya’dan Sinop’a, Konya’dan İsfahan’a, Kuşadası’ndan Batum’a iç ve dış ticareti kontrol edecek hatlar üzerinde büyük kervansaraylar inşa ettiler. Ele geçirilen Anadolu kentlerinde kurulan Ulu camiler etrafında şekillenen ticari, kültürel ve sosyal yaşam, 13. Yüzyılın ortalarında en görkemli dönemine ulaştı. Tıptan astronomiye, matematikten hukuk ve dini eğitime uzanan alanlarda eğitim veren medreseler, hamamlar, köprüler ve ulu sultanların gömüldüğü süs taşı gibi kümbetler, yüzlerce yılı aşıp bugüne ulaştı… Ancak bugün Selçuklulardan kalan çok sayıdaki kültür mirası eseri kimi zaman skandal ölçüsündeki hatalı restorasyonlarla, kimi zaman da amacına uymayan kullanımlarla gündeme geliyor...

KEYKUBAT’IN ALARA HANI ÖZENSİZ KULLANIM KURBANI

Antalya’nın Alanya ilçesinde, Akdeniz’den Konya’ya ulaşan doğal bir geçitte bulunan Alara Han, Alanya’yı Aleaddin Keykubat döneminde 1231 yılında yaptırılmış. Alanya’dan yola çıkan ticaret kervanlarının, Şarapsahan’dan sonraki ikinci durağıydı. Alara Kalesi’nin yakınındaki düzlükte, nehir kenarında inşa edilen Alara Han Kervansarayı, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmesi karşılığında 49 yıllık süreyle özel bir firmaya kiralanmış. Özensiz çevre düzenlemesi çatısında plastik, iç mekanlarda cam malzemenin kullanıldığı gözlenen restorasyonun ardından restoran ve günübirlik turizm tesisi olarak hizmet vermeye başlayan Alara Han, bir süredir atıl durumda. İki hafta önce ziyaret ettiğimiz handa, ortalığa saçılmış tava, tencere, bardak ve tabaklar, mutfak malzemeleri, masa ve sandalyelerle tam bir harabe görünümündeydi.

RESTORE ET, 49 YIL KULLAN, HARABE HALİNDE DEVRET

Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden kalma tarihi yapıların bağlı olduğu Vakıflar Genel Müdürlüğü, tarihi eserleri kiralamak ve çeşitli amaçlarla kullanmak isteyen girişimcilere, ‘Restore et, Kullan, Devret’ modeliyle 49 yıllığına teslim ediyor. Tıpkı Alara Han’da olduğu gibi bir çok tarihi eserin durumu içler acısı. Bu kapsamda 2003 yılından bu yana restorasyon ve onarım karşılığında özel sektöre kiralanan tarihi eserler arasında 27 han, 20 hamam, 4 medrese, 4 kervansaray, 3 bedesten ve çeşitli amaçlarla kullanılan onlarca tarihi yapı bulunuyor.

ANTALYA-EVDİR HAN RESTORE EDİLMEYİ BEKLİYOR

Alara Han’dan sonraki rota Manavgat üzerinden Torosları aşarak Konya yönüne ilerliyor. Diğer bir rota ise Antalya, Bucak, Isparta üzerinden yine Konya’ya uzanıyor. Alara Han’dan sonraki durağımız Antalya Döşemealtı’ndaki Evdir Han’dayız. Açık avlulu olmasıyla Anadolu’daki kervansaraylar arasında ayrıcalıklı bir yeri olan Evdir Han, 1219 yılında Selçuklu Sultanı I. İzzettin Keykavus tarafından inşa ettirilmiş. Çevresinde villalar, tarım arazileri ve zeytinlikler bulunan Evdir Han, bir süredir restorasyon projesiyle gündemde. Döşemealtı Belediyesi ile Akdeniz Üniversitesi’nin ortaklaşa restore etmeye hazırlandığı Evdir Han’ın kültürel amaçlı olarak kullanılacağı belirtiliyor.

ANTALYA-KIRKGÖZ HAN RESTORAN VE EĞLENCE MERKEZİ OLMUŞ

Evdir Han’dan sonraki durak olan Antalya Kırkgöz Han, adını yakınındaki su kaynağından alıyor. Antalya’daki ünlü Düden Şelalesi’nin de kaynağı olan Kırkgözler su kaynağı, yakın zamana kadar Antalya’nın içme suyu ihtiyacını karşılayan en önemli kaynaktı. Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde (1237-46) yaptırıldığı sanılan Kırkgöz Han da tıpkı Alara Han gibi özel bir şirket tarafından kiralanmış ve restoran ve eğlence merkezi olarak hizmet veriyor. Özel davetler, düğünler ve eğlence geceleri için giydirilmiş masa ve sandalyeler, kırmızıdan sarıya ışık gösterileri ve yüksek volümlü müzik eşliğinde zamana direnen Kırkgöz Han, sanki bir zamanlar etrafında keçi güden Yörük kızlarının içli aşk türkülerini arıyor gibi…

BUCAK-SUSUZ HAN (BURDUR)

Selçuklu kervansarayları arasında bir kervanın bir günde yürüyebileceği uzaklık bulunuyordu. Topoğrafyanın zorluğuna göre 25-40 kilometreler arasında değişen mesafelerde kurulan kervansaraylar, ticaret kervanlarının güvenliğini sağlamanın yanında haberleşme ve savaş zamanlarında ordugah olarak kullanıyordu. Burdur’un Bucak ilçesindeki Susuz Han Kervansarayı’nın 13. Yüzyılda, 1245-50 aralığında yapıldığı sanılıyor. 2009 yılında restore edilen Susuz Han herhangi bir amaçla kullanılmıyor. Kervansarayı görmek isteyen ziyaretçiler ise eğer şanslıysa yakınlarda oturan bir köylüye ulaşarak kapıyı açtırmak zorunda. Antalya-Bucak karayolu üzerinde, Susuz köyünde bulunan Susuz Han’ın restorasyonu sırasında taç kapının altında yapılan ahşap kapının bir bölümü kırılmıştı. Son ziyaretimizde kırılan kapının onarıldığını gördük.

İSTİRİDYE KABUĞUNDAN İÇİNE GİRİLEN TARİH: BUCAK-İNCİRLİ HAN

Bucak şehir merkezi yakınlarında bulunan ve duvarlarında çıkan incir ağaçlarından dolayı bu adla anılan İncirli Han Kervansarayı, II. Gıyaseddin Keyhüsrev dönemine (1237-46) tarihleniyor. Taç kapısının üzerinde bulunan istiridye kabuğu biçimli girişi ile güneşi sırtında taşıyan iki aslan tasviriyle dikkat çeken İncirli Han çevresinde iki yıldır arkeolojik kazılar yapılıyor. İç duvarlarında ve çevresinde insan kaynaklı tahribatın yoğun olarak gözlendiği İncirli Han’ın restore edilerek turizm amaçlı kullanılacağı belirtiliyor.

AĞLASUN’DAKİ KAYIP KERVANSARAY

İncirli Han’dan sonra Ağlasun ilçesinde bulunduğu belirtilen han bugün tamamen yok olmuş durumda. Bugünkü ilçe merkezinde bulunduğu sanılan handan geriye sadece bitişiğindeki hamama ait bir iki parça kalıntı ulaşmış.

EĞİRDİR ERTOKUŞ HAN: TARİHİ KİRALAYIP ANAHTARI CEBİNE KOYMAK

İncirli Han’dan sonra Ağlasun üzerinden Isparta’nın Eğirdir ilçesine ulaşıyoruz. Eğirdir’de biri ilçe merkezinde olmak üzere iki kervansaray yer alıyor. İlçe merkezine 3 kilometre mesafedeki Keyhüsrev Kervansarayı, adından da anlaşılacağı gibi 1237 tarihinde II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yaptırılmış. Ancak göl kıyısında yer alan bu kervansarayda günümüze sadece birkaç duvar ulaşmış. Eğirdir Gölü boyunca ilerleyen yolun kıyısında Gelendost ilçesine bağlı Yeşilköy sınırlarında bulunan Ertokuş Han Kervansarayı ise daha şanslı durumda. 1233 yılında Antalya’nın ilk mülki amiri olan Mübarezettin Ertokuş tarafından yaptırılan kervansaray, birkaç yıl önce restore edilmiş ve bugün restoran olarak kullanılıyor. Ancak avlusuna konulan plastik masalar, üzerindeki çanak anten, ışıklandırma ve özensiz restorasyon tarihi yapının dokusunu bozuyor. Kiralayan özel şirketin kafasına göre açıp kapattığı anlaşılan kervansarayın içini görmek istediğimizde, yakınında oturan köylülerden kiralayan şirketin yetkililerinin şehirde olduğunu öğrendik. Tarihi mekanlar yalnızca bir işletme değil, aynı zamanda birer okul niteliği taşıyan kültür mirası örnekleri, geleceğe yazılmış birer mektup niteliğinde. Bu yüzden Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden bu mekanları kiralayıp anahtarını cebine koymak ve aklına estiği zaman gelip açmak, kabul edilebilir bir şey değildir…

ALTINAPA’DAN HORUZLU HAN’A SELÇUKLU BAŞKENTİ KONYA

Eğirdir’den sonraki durağımız, Selçuklu başkenti Konya. Önce Beyşehir’deki ünlü Eşrefoğlu Camisine uğruyoruz. 1296-1299 yılları arasında inşa edilen ve Anadolu’nun en güzel ahşap direkli camilerinden olan Eşrefoğlu Camii bütün görkemiyle zamana direniyor. Ancak cami önündeki keşmekeş, bu büyük eserin ihtişamını ve büyüsünü bozuyor. Cami önündeki satıcıların ünlü bir dondurma markasının şemsiyeleriyle oluşturduğu görüntü kirliliğinin benzerleri bir çok yerdeki tarihi mekanların en önemli sorunlarından biri. Bir dönemin zerafetini ve kudretini yansıtan mukarnaslar, aslan ve kartal kabartmaları tonozlar ve ihtişamlı rozetlerin üzerine küresel markaların gölgesi düşüyor…

BARAJIN ALTINDA KALAN SELÇUKLU KÜLTÜR MİRASI

Konya’ya girmeden önce varlığı bilinen Altınapa Han’ın sularına gömüldüğü Altınapa Barajı’nı geçiyoruz. 1201 yılında Şemseddin Altunba (Altınapa) tarafından yaptırıldığı belirtilen Altınapa Han’ın kalıntıları, barajın sularının çekildiği zamanlar ortaya çıkıyormuş ancak biz bu kalıntıları göremeden baraj gölünü geçip gidiyoruz. Oysa İpek Yolu gibi tarihi bir rotanın üzerinde bulunan Selçuklu ticaret yolu üzerindeki bu yapılar tarihi öneminin yanında bu coğrafyanın kültürel hafızası içinde son derece değerliydi. Korunarak ve amacına uygun olarak yeniden işlevlendirilerek bu topluma Anadolu’nun öyküsünün doğru dürüst anlatılabileceği birer eğitim aracına dönüştürülmeliydi.

HOŞGÖRÜ SİMGESİNE KARŞI ‘BAŞ KALDIRANIN BAŞINI KESİN’ PANKARTI

Konya kent merkezinde, Selçuklu döneminden kalma çok sayıda tarihi eser bulunuyor. İnce Minareli Medrese, Karatay Medresesi gibi eğitim kurumları bütün görkemini koruyacak biçimde müzeye dönüştürülmüş. Alaeddin Camii ve sultanlar türbesindeki restorasyon devam ediyor. Konya’nın en önemli simgesi olan Mevlana Müzesi ve çevresinde özellikle akşam saatlerinde ortaya çıkan kebapçı kokuları ve özensiz ışık kullanımı meydanın tarihi dokusuna ve mistik ruhuna büyük zarar veriyor. Hoşgörü ve hümanizm simgesi olarak tanınan ve dünyanın her yerinden insanın ilgi odağı olan Mevlana’nın türbesinin karşısındaki bir binaya asılan ve üzerinde Abdülhamit’e ait olduğu belirtilen “Hak isteyene hakkını verin, baş kaldıranın başını kesin” sözünün yazılı olduğu devasa boyutlardaki pankart sanki kanıksanmış gibi. Pankartın sahibi, Milli Türk Talebe Birliği.

Tarihi kent merkezinin çevresi gökdelen özentili dev binalarla doldurulsa da Konya tarihi dokusunu koruyan kentlerin başında geliyor.

ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİNDE BİR SELÇUKLU ESERİ: HOROZLU HAN

Konya’daki Selçuklu kervansaraylarından biri olan Horozlu Han Kervansarayı, 1246-49 yılları arasında II. İzzettin Keykavus döneminde inşa edilmiş. Bugün şehrin Ankara yolu çıkışında, sanayi tesislerinin arasında adeta kaybolup giden Horozlu Han, restore edilmesinin ardından restoran olarak hizmet vermeye başlamış.

ZAZADİN HAN’IN PAYINA DÜŞEN IŞIK KİRLİLİĞİ VE PLASTİK SANDALYELER

Horozlu Han’dan sonraki menzil olan Zazadin Han, başkent Konya’dan Aksaray’a giden ticaret yolunun üzerinde, Tömek mahallesinde bulunuyor. 1236 yılında Alaeddin Keykubat döneminde, Vezir Sadettin Köpek tarafından yaptırıldığı belirtilen Zazadin Hanı, rota üzerindeki büyük kervansaraylardan biri. Pek çoğunda olduğu gibi Zazadin Han’ın inşasında da Helen, Roma ve Bizans dönemlerine ait yapılardan devşirilen mimari parçalar kullanılmış. Restore edilen Zazadin Han’ın kaderine de gürültülü kutlama yemekleri ve düğün organizasyonlarına hizmet veren bir restoran olmak düşmüş.

OBRUK HAN 49 YILLIĞINA BİR FİRMAYA TAHSİS EDİLMİŞ

Adını bitişiğinde bir obruktan alan Obruk Han, Konya-Aksaray rotası üzerinde, Obruk mahallesinde yer alıyor. Yapıldığı tarih tam olarak bilinmeyen ancak 13. Yüzyılda inşa edildiği sanılan Obruk Han Kervansarayı, bozkırın ortasında, karstik yapının çökmesi sonucu oluşan obruk gölünün bitişiğinde etkileyici bir manzara oluşturuyor. Obruk Han da 2010 yılında restorasyon karşılığı kiralama anlaşmasıyla turistik tesis olarak kullanılmak üzere 49 yıllığına özel bir firmaya tahsis edilmiş.

ANADOLU’NUN EN GÖRKEMLİ KERVANSARAYI BELEDİYEYE VERİLMİŞ

Aksaray’ın Sultan Hanı ilçesine adını veren Sultan Hanı Kervansarayı, Anadolu’daki Selçuklu kervansarayları içerisinde en görkemli olanı. 12228-29 yılları arasında I. Alaeddin Keykubat tarafından Muhammed bin Havlan Dımışki adındaki mimara yaptırıldığı belirtilen Sultan Hanı Kervansarayı, bağlı olduğu ilçenin belediyesi tarafından kullanılıyor. Kapalı bölümünde kötü bir ışıklandırma yapılan Sultan Hanı, önüne yığılan plastik sandalyeler, taç kapının altında suntadan yapılmış giriş kapısıyla tarihe saygısızlıktan payına düşeni alsa da her şeye karşın sekiz asra yakın zamanı aşıp gelen görkemiyle bugün bile etkileyiciliğini koruyor.

AKSARAY AĞZIKARAHAN VE ALAYHAN

Selçuklu ticaret yolunun üzerinde, Aksaray-Nevşehir yolunda bulunan iki ayrı han, sırasıyla Ağzıkarahan ve Alay Han. Alay Han 1155’te II. Kılıç Arslan tarafından, Ağzıkarahan ise 1231 yılında Alaeddin Keykubat ve oğlu Keyhüsrev zamanında yaptırılmış. Bugün her ikisi de restore edilen kervansarayların kapıları kapalı ve henüz bir işletme faaliyeti görünmüyor. Ancak yöre köylülerinin söylediğine göre kötü bir restorasyon geçiren ve tarihi dokusunu büyük ölçüde yitiren Alay Han’ın yakın bir zamanda turistik tesis olarak hizmet vermeye başlayacakmış. Ortasından karayolu geçirilen Alay Han’ın hamamı olduğu sanılan kalıntılar asfalt yolun diğer yanında dikkat çekiyor.

ADINI VOLKANİK TAŞLARDAN NEVŞEHİR SARIHAN

Aksaray’dan sonraki menzil olan Nevşehir’deki Sarıhan da restore edilerek ‘restoran’a dönüştürülen kervansaraylardan biri. Avanos-Ürgüp-Kayseri karayolu üzerinde bulunan ve 13. Yüzyıla tarihlenen Sarıhan, adını, inşa edildiği yöreye has sarı renkli volkanik taşlardan alıyor. Özensiz restorasyon ve yanlış kullanım baskısı yüzünden ruhunu yitiren tarihi mekanların arasına eklenen Sarıhan’dan sonraki durağımız Selçuklu’nun bir başka başkenti olan Kayseri.

HUNAT HATUN KÜLLİYESİ İYİ KULLANIM ÖRNEKLERİNDEN BİRİ

Kayseri’de tıpkı Konya gibi çok sayıda Selçuklu eserine ev sahipliği yapıyor. Kent merkezindeki 1205-1206 yıllarına tarihlenen Çifte Medrese, oldukça güzel bir düzenlemeyle Gevher Nesibe Tıp Tarihi Müzesi’ne dönüştürülmüş. Kayseri Kalesi’nin karşısında yer alan ve medrese, cami, hamam ve türbeden oluşan Hunat Hatun Külliyesi de tıpkı Çifte Medrese gibi başarılı bir düzenlemeyle amacına uygun olarak kullanılan tarihi mekanlardan biri. Alaeddin Keykubat’ın karısı olan ve Mahperi Sultan olarak da anılan Hunat Hatun’un, 1237-1246 yılları arasında yaptırdığı belirtilen külliyenin hamamı halen çalışıyor. Selçuklu döneminde çok sayıda mimari eser yaptıran Hunat Hatun, Alanya Tekfuru Bizanslı Kir Fard’ın kızı olarak biliniyor. Aleaddin Keykubad’ın Alanya’yı fethettikten sonra Tekfurun kızıyla evlenmiş. Genç yaşta tahta çıkan ve tecrübesizliği yüzünden Selçuklu’nun çöküşüne giden yolun taşlarını döşeyen II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in annesi de olan Hunat Hatun, güzelliğinden dolayı Mahperi Hatun diye anılmış.

TUHAFİYE ÇARŞISINA DÖNÜŞTÜRÜLEN HATUNİYE MEDRESESİ

Kayseri kent merkezinde bulunan ve 1276’da Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından yaptırıldığı belirtilen Sahabiye Medresesi de restore edildikten sonra kitap dükkanları açılmış. Biraz özensiz kullanımlar göze çarpsa da yine de kötünün iyisi denilebilecek bir durum. Çünkü kent merkezinde, Ulu Cami’nin hemen yakınında bulunan Hatuniye Medresesi’nin durumu içler acısı. Kentin turistik haritalarında ev kültür envanterinde yer alan ancak “Hatuniye Medresesi nerede?” diye sorduğunuzda, taksicisinden esnafına kimse yerini gösteremiyor. Israrla Hunat Hatun Medresesi’ni işaret ediyorlar. Ancak biz de üç saate yakın aynı çevrede dön dolaş süren ısrarlı aramalarımız sonunda iş yerlerinin arasında kaybolup giden bu tarihi yapıyı buluyoruz. Adresini sorduğumuz belki otuzuncu kişi, detaylı tariflerimizin ardından, “Haa, siz Tunahan’ı diyorsunuz!” diyerek şifreyi çözüyor. Dulkadiroğulları döneminde, 1432 yılında klasik Selçuklu mimari geleneğine göre inşa edildiği belirtilen Hatuniye Medresesi, meğerse Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından bir tekstil firmasına kiralanmış. Adı ‘Tunahan Tekstil’ olan bu firma, tarihi mekanın her yerini iplikten kumaşa, tepeden tırnağa doldurmuş. Medrese’nin ikinci katına ise cam ve plastik malzemelerle bir ofis yapılmış. Çatısı da plastik malzemeyle kaplanan medresenin taç kapısının yanı başına koyulan dev ışıklı tabelada ‘Tunahan Tekstil’ yazısı bulunuyor. İç mekandaki sütunlardaki mukarnaslar ise rengarenk orlonlarla kaplı. İşletmecilerin şaşkın bakışları arasında kendimizi dışarı zor atıyoruz ve Sivas’a doğru yola koyuluyoruz…

SİVAS YOLUNDA GÖRKEMLİ BİR MOLA: TUZHİSAR SULTAN HANI

Kayseri Sivas yolunda Selçuklu kültür mirasının en güzel örneklerinden biri olan Tuzhisarı Sultan Hanı karşılıyor bizi. Birkaç yıl önce restore edilmiş olan bu görkemli kervansaray, 1232-1236 arasında, Alaeddin Keykubad dönemine tarihleniyor. Yaklaşık 4 bin metrekarelik alanı kaplayan yapı, Aksaray Sultanhanı’na benzerliği ile dikkat çekiyor. Kervansarayın bulunduğu Sultanhanı köyündeki bekçiye ulaşıp içeri giriyoruz. Gördüğümüz pek çok kervansaraya göre içi oldukça temiz ve düzenli. Arada etkinlikler yapılıyormuş burada. Ancak karayoluna yakın oluşu gelip geçenlerin dikkatini çekiyor ve ziyaretçisi eksik olmuyor. Ivır zıvır dükkanına dönüştürülen kent merkezindeki Hatuniye Medresesi’nden sonra tarihin izlerine dokunabildiğimiz ferah bir kervansaray görmek biraz moralimizi düzeltiyor ve yola çıkıyoruz.

ÇİFTE MİNARE POP ŞARKILARI EŞLİĞİNDE ZAMANA DİRENİYOR

Sivas, Anadolu kentleri arasında yerel kimliğini en hızlı yitiren kentlerin başında gelebilir. İstanbul başta olmak üzere büyük kentlere verdiği yoğun göçle birlikte metropollerden taşınan alışkanlıklar kentin sokaklarına yayılmış. Tarihi kent meydanındaki yapılar olmasa, Esenler-Bağcılar arasında dolaşıyormuşsunuz hissine kapılabilirsiniz. Ünlü Çifte Minareli Medrese’den geriye kalan yapının gölgesi kafeteryaya ve çay bahçesine dönüştürülmüş. 1271 yılına tarihlenen görkemli yapıdan geriye kalan iki minare, geçmişte gölgesinin düştüğü medrese, imaret, hamam ve kulelerin özlemiyle ve gümbür gümbür çalan pop şarkıları eşliğinde zamana direniyor.

SELÇUKLU’NUN TIP OKULU ÇAY BAHÇESİNE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞ

Panayır yerine dönüştürülen Çifte Minare ile karşı karşıya bakan Şifaiye Medresesi’ne giriyoruz. Medrese, yaptırıldığı dönemden itibaren uzun süre tıp eğitimi veren bir okul olmuş. Restore edildikten sonra burası da çarşıya ve çay bahçesine dönüştürülmüş. Ortadaki havuzun kenarına sıralanan masalar dolup boşalıyor ve tarihi bir mekanda olunduğuna dair hiçbir duygunun gözlenmediği insanlar yüksek sesli müziğin gürültüsü arasında kayboluyor. 1217 yılında bu medreseyi yaptıran I. İzzettin Keykavus, 1220 yılında yaşamını yitirince buraya gömülür. Türbesinin bulunduğu Şifaiye Medresesi’nin avlusunda yankılanan gürültüden huzur içinde uyuyabiliyor mudur bilinmez ancak biz bu keşmekeşe daha fazla dayanamayıp kendimizi dışarıya atıyoruz.

FİZİK VE KİMYA OKULU BURUCİYE MEDRESESİNDE İSLAMİ-POP

Şifaiye Medresesi’nin hemen yanı başındaki Buruciye Medresesi ne durumdadır acaba? Bu sorunun yanıtını bulmak için tarihi meydanda biraz yürüyüp içeri giriyoruz. 1271 yılına, III. Gıyaseddin Keyhüsrev dönemine tarihlenen Buruciye Medresesi de Sivas Müftülüğü’nün kullanımına verilmiş. Kurulduğu yıllarda fizik, kimya ve astronomi gibi dönemin pozitif bilimlerinin öğretildiği bu Selçuklu Medresesi’nde bugün pop-ilahi tarza yakın, ritimli İslami şarkılar çalıyor. Diyanetin yayınladığı kitap ve dergilerin satıldığı medresede bir de dini danışma ve rehberlik bürosu bulunuyor. Sivas’ta yan yana zamana tanıklık eden ve binlerce öğrenci yetiştiren iki medresedeki durum, eskiden köylerdeki kahvelerin birinde solcuların, diğerinde ise sağcıların toplandığı günleri anımsatıyor. Her ikisinde de tarihi mekandan soyutlanmış, yozlaşmış bir kültürün yansımaları insanı rahatsız edecek ölçüde göze çarpıyor.

GÖK MEDRESEYE ADINI VEREN ÇİNİLERİ SÖKÜP MAVİYE BOYAMIŞLAR

Belki biraz tarihe dokunup içimiz açılır umuduyla gittiğimiz Sivas Gök Medrese’de ise restorasyon olduğunu öğreniyoruz. 1271 tarihli Gök Medreseye adını veren minarelerdeki çinilerin sökülüp yerlerinin maviye boyandığını görmek söyleyecek söz bırakmıyor. Benzersiz bir kültür mirasının bunca hoyratlığa kurban edilmesine toplumun sessiz kalmasını anlamak mümkün değil. O görkemli minarelerin gölgesinde büyüyen mütedeyyin insanlar, o ulu medreselerden akıp gelen kültürel değerin biçimlendirdiği muhafazakar ahlak nereye kayboldu?

AÇIK HAVA MÜZESİ BİR KENT TOKAT

Sivas Kongresi’nin toplandığı ve ardından Cumhuriyet’e giden yolun taşlarının döşendiği Sivas Lisesi ve bugün adı unutturularak hafızalardan silinmek istenen Madımak Oteli ayrı bir yazı konusu. Mandacılığa karşı tam bağımsız Cumhuriyet ateşinin yakıldığı Sivas’tan içimiz buruk ayrılarak Tokat’ın yolunu tutuyoruz. Bir Açıkhava müzesi olan Tokat’ın kent merkezi, Anadolu’nun en özgün yerleşimlerinden biri. Zengin ve görkemli tarihi geçmişini özümsemiş, çok kültürlü ve incelikli insanların yaşadığı bu kent mutlaka görülmeli, günlerce yaşanmalı. Sulu Sokak ve çevresinde yoğunlaşan tarihi dokuya sahip çıkan Tokatlılar, yerel idarecilerden sivil toplum örgütlerine kentlerini adeta köklerinden yeniden inşa ediyorlar. 15. yüzyıldan kalma Arastalı Bedesten restore edilerek oldukça çağdaş bir sunumla Tokat’ın 9 bin yıllık geçmişine tanıklık edebileceğiniz bir müze haline dönüştürülmüş. Medreseleri, kümbetleri ve tarihi konakları ve her biri yaşayan insan hazinesi niteliğindeki dedeleriyle Tokat uzun uzun anlatılmayı hak ediyor ancak bizim görmek istediğimiz yerlerden biri de Tokat-Amasya yolu üzerindeki Mahperi Hatun Kervansarayı…

KEBAPÇIYA DÖNÜŞTÜRÜLEN MAHPERİ HATUN KERVANSARAYI

Pazar ilçesi sınırlarındaki Mahperi Hatun Kervansarayı, Alaeddin Keykubat’ın eşi Mahperi Hatun (Hunat Hatun) tarafından 1238-39 yıllarında inşa ettirilmiş. Yakınında bir de tarihi taş köprü bulunan kervansaray, restore edildikten sonra kebapçı olarak kullanılmaya başlamış. Taç kapısının yanında ‘Tokat Kebabı’ afişi asılı olan Mahperi Hatun Kervansarayını gezip görmek isteyen ziyaretçilerden ise işletmeci tarafından kişi başı 2 lira para isteniyor. Tarihi mekanın içine fırın, mutfak ve tuvalet gibi üniteler eklenmiş. Çatısının bir bölümü plastik malzemeyle kapatılan kervansarayın kapalı bölümü, giydirilmiş plastik sandalyelerin ve masaların işgali altında. Girişe kondurulan plastik çiçeklerle süslü bir kalp, kervansarayı ziyaret edenlerce ‘selfi’ ve hatıra fotoğrafı çekebilecekleri bir atmosfer yaratmış. Tokat kent merkezindeki özenli tarih bilinci ve koruma refleksine karşın Mahperi Hatun Kervansarayı’nın bu hoyrat kullanımı yürek burkuyor. Tarihi mekanları yalnızca yeme içme ünitesi ve düğün fonuna indirgeyen bir zihniyetin elinde oyuncak haline dönüştürülen yüzlerce yıllık bilinç, un ufak edilirken, fahiş fiyatlarla ağzınızın tadının bozulması da bu kekreliğe tuz biber oluyor.

ANADOLU’NUN İLK BÜYÜK İSYANININ ÖNDERİ BABA İLYAS’IN YOLUNDA

Tokat’tan içimiz acıyarak Amasya’ya doğru yola çıkıyoruz. Yolda bu toprakların geçmişini düşünüyorum. Anadolu’yu yurt eden Oğuzların çocuklarına sırtını dönen, öz kimliğinden uzaklaşıp, Arap’a, Acem’e hayranlık besleyen Selçuklu sultanlarını… Ve onların baskısıyla kıyama duran, isyan eden, dilini, töresini, kültürünü koruma savaşımına soyunan on binlerce Türkmen’in çığlığını… Amasya yakınlarına varınca 1239’da 80 bin Türkmen ile Selçuklu’nun adaletsiz düzenine karşı ilk büyük devrim girişiminin fitilini ateşleyen Baba İlyas’ın türbesini ziyaret etmek istiyoruz.

BABA İLYAS’IN TÜRBESİ BU TOPLUMUN KANAYAN YARASI

Eski adı Çat olan, bugün İlyas köyü olarak anılan köydeki türbenin ne bir levhası var ne de doğru dürüst bir yolu. Baba İshak’ın öncülüğünde gerçekleşen bu büyük isyanın izleri adeta silinircesine Baba İlyas’ın türbesi ormanın içinde, çevresi bakımsız ve kapısı açık biçimde betondan, çirkin bir yapının içine hapsedilmiş. Yürekler acısı bir durum. Sağcısı-solcusu, muhafazakarı-liberali giderek köklerinden kopan bir toplumun kanayan yarası öyle büyük ki…

AMASYA’NIN KÖKLÜ TARİHİ OSMANLI SOSUYLA ÖRTÜLÜYOR

Köklü bir tarihin üstünde oturan Amasya’da Osmanlı öncesi dönem adeta kenar süsü olarak kalmış durumda. Şehzadeler kenti olarak öne çıkarılan Amasya’da devlet eliyle pompalanan Osmanlı sosu, kentin neolitik çağdan, Hititler’e, Roma’dan Bizans ve Pontus’a uzanan geçmişinin üzerini örtüyor. Örneğin dünyaca ünlü antik çağ coğrafyacısı Amasyalı Strabon’ın yalnızca Yeşilırmak kıyısına yapılan bir heykelini görebildik, bunun dışında ne bir müze, ne bir bilgi kırıntısı görmek mümkün değil. Son yıllarda ‘turistik’ bir kente evrilen Amasya’nın, Selçuklu ve Osmanlı dönemi cami ve medreseleriyle tarihi dokusunu koruduğunu söylemek mümkün. Ancak kentin Osmanlıyla başlatmak, en başında Osmanlı’ya karşı en büyük haksızlık olur. Çünkü Anadolu’nun dört bir yanında inşa edilen Selçuklu ve Osmanlı eserlerinin çok büyük bir bölümünün gövdeleri, binlerce yıllık kültür mirasının somut parçalarıyla doludur. Fiziki mekanlara bile sinen ve kültürel sürekliliği oluşturan o büyük zincirin halkalarını birbirinde ayırmak, bu toplumu tarihin karanlık dehlizlerinde kaybolmaya mahkum etmekten başka bir şey değildir.

ÇORUM ULU CAMİNİN ETRAFINDA BİÇİMLENEN KÜLTÜR HALA CANLI

Amasya’dan ayrılıp bir zamanlar Baba İlyas’ın halifesi Baba İshak’ın kıyam çağrısına uyup yollara düşen Oğuz boylarının torunlarının yurdu Çorum’a ulaşıyoruz. 13. yüzyıldan kalma Selçuklu dönemi yapısı olan Ulu Camii’nin etrafında hala canlılığını sürdüren Çorum’un esnaf arastaları görülmeye değer. Geçmişin inceliği ve kanaatkarlığı ile Cumhuriyet döneminin yurt sevgisinin sindiği küçücük dükkanlar Çorum’un tarihi arastasını yaşayan bir kent müzesi haline getiriyor. Bu dokuyu koruyabilsek keşke. Hititlerin başkenti Hattuşa’yı da koynunda barındıran Çorum, Selçuklu’dan Osmanlı’ya, Roma’dan Bizans’a pek çok kültürü etkilemiş olan önemli bir uygarlık ve inanç merkezi. Çorum’da bu yazının konusu olmayan onlarca ayrıntı yaşadık. Bunları da fırsat buldukça aktarmaya çalışacağım.

ABDALLARIN YURDU, AHİ EVRAN’IN OCAĞI KIRŞEHİR

Ve yolumuz Kırşehir’e doğru… Abdalların, gönlü geniş insanların yurduna… Kırşehir’in simge isimlerinden biri olan ve 13. yüzyılda konar göçer Türkmenlerin kentlileşerek kültürlerine sahip çıkmalarına giden esnaf örgütü Ahiliği kuran Ahi Evran, Amasya’da Baba İlyas’ın başlattığı kıyama katılanlardan biri. Bir diğer isim de Hacı Bektaş-i Veli. Her ikisi de hem sosyal yaşamın hem de kültürel ve inanç boyutuyla Türkmenlerin tarih sahnesinden silinip gitmelerini önleyen birer tarihsel kahraman. Baba İlyas’ın torunu olan Türk dilinin ateşli savunucusu Aşık Paşa’nın da Kırşehir’de olması tesadüf değil… Dün iktidarın haksızlığına karşı direnen Kırşehir’in Türkmenlerinin torunları adeta bugün cezalandırılıyor gibi. Kentin sokakları, caddeleri büyük ölçüde bakımsız ve pislik içinde. Ancak bunca hoyratlığın içinde direnen pırıl pırıl, yüce gönüllü insanları kentin tüm keşmekeşini unutturuyor.

ANADOLU’NUN ORTASINDA BİR ASTRONOMİ OKULU: CACA BEY MEDRESESİ

Kırşehir’in simgelerinden biri olan kent meydanındaki Caca Bey Medresesi, bir yönüyle tüm Anadolu’daki benzerlerinden ayrılıyor. 1272 yılında Kırşehir Valisi olan Nureddin Caca Bey’in yaptırdığı medrese, o dönemde gök bilimleri (astronomi) eğitimi vermiş. Medresenin taç kapısının iki yanında ateşlenen ve hareket halinde iki roket ile güneş sistemini anlatan kabartmalar bulunuyor. Kubbesi açık olan medresede geçmişte gökyüzü gözlemi yapılmış. Sonradan minareye dönüştürülen kule ise rasathane olarak kullanılmış.

BU BÜYÜK KÜLTÜR MİRASINI YARATAN TARİH YENİDEN YAZILMALIDIR

Bugün bile astronomi konusunda varlık gösteremeyen bir ülkede, 13. yüzyılda parlak bir dönem yaşanmasının arkasında kuşkusuz o dönemin yöneticilerinin bilim, sanat ve eğitime verdikleri önem yatıyor. Tümden bir Selçuklu iktidarı biçiminde akmayan zaman çizelgesi içerisinde, İlhanlılar, Danişmendliler, Dulkadiroğulları, Karamanoğulları ve Mengücekoğulları gibi Türk beylik ve devletlerin Anadolu’nun köklü uygarlıkları üzerine Asya’dan getirdiği Uygur-Oğuz mayasını çalmasıyla ortaya çıkan zengin birikim bugün bile bu toprakların insanına nefes aldıracak boyuttadır. Bu büyük kültür mirası ve tarih tüm gerçekliğiyle mutlaka yeniden yazılmalıdır.

KUDRET VE AZAMET SAHİBİ ALPARSLAN’IN HAZİN ÖLÜMÜ

Alparslan...Ya da kendisine yakıştırılan uzun adıyla, 'Ebû Şücâ‘ Muhammed b. Dâvûd Adudüddevle Burhânü Emîri’l-mü’minîn'. Yani Türkçesiyle söylersek; yiğit, cesur, kudret ve azemet sahibi, devletin pazusu ve koruyucusu... Ancak Anadolu'nun kapısını Türklere açan büyük Selçuklu sultanı Alparslan'ın ölümü zaferleri kadar konuşulmamıştır. Babası Çağrı Bey'in uzun, örgülü saçlarıyla rüzgar gibi atlılar eşliğinde Anadolu'nun doğusunda keşif turları yaptığı toprakları tamamen fethetmeyi başaran Alparslan, esir aldığı Harezmli Yusuf tarafından ibretlik bir biçimde öldürülür.

Esir aldığı Harezmli'nin zekasına yenik düşen Alparslan'ın, ölmeden önce söylediği iddia edilen şu sözler, ibretliktir:

‘ALLAH BU KİBRİME KARŞI BİR İDAM MAHKUMUYLA CANIMI ALDI’

Daha dün bir tepenin üstünden birliklerimi teftiş ediyordum, onların adımlarının altında yerin sarsıldığını hissettim ve kendi kendime,`Şu cihanın hakimiyim! Benimle kim boy ölçüşebilir?` dedim. Allah bu kibirime bu böbürlenmeme karşı, insanların en sefilini, yenilmiş, esir düşmüş bir adamı, bir idam mahkumunu saldı üzerime; o benden daha güçlü çıktı, vurdu devirdi beni tahtımdan, aldı canımı.

SELÇUKLU’NUN KÜLTÜR MİRASI YOZLAŞARAK TARİHTEN SİLİNİYOR

Tekrar başa dönersek...Anadolu'daki Selçuklu kültür mirası bir kaç iyi örneği saymazsak bu iktidar eliyle tarihten siliniyor... Alanya'dan Kırşehir'e uzanan iki haftalık tur boyunca irili ufaklı onlarca kent, ilçe ve köyde görünen manzaranın yalnızca bu kısmı bile ürkütücü boyutta. Binilen bir Mercedes marka makam otomobilinin parasıyla devlet eliyle restore edilip layıkıyla ve amacına uygun kullanılarak üzerinde yaşayan halka bu toprakların hafızasını aktaracak olan kültür mirası büyük bir acziyetle şirketlere peşkeş çekilerek içi boşaltılıyor.

OK VE YAYDAN OLUŞAN TARİH ALGISIYLA DAVAYA SAHİP ÇIKILMAZ

26 Ağustos'ta Malazgirt Zaferini kutlamak çok güzel, anlamlı ve mutlaka gerekli bir eylem... Ancak davasına sahip çıktığınızı söylediğiniz Selçuklunun somut kültür mirası ve tarihi değerlerinin hali içler acısıyken kimi kandırıyorsunuz? Ok ve yaydan oluşan bir tarih algısıyla davaya sahip çıkılmaz. Medreseleri kahvehane, kervansarayları kebapçı, hanları düğün salonu yapılan bir medeniyetin davasına sahip çıkıyoruz diye koca bir halkı kandırıp, bu halkın bağımsızlığına giden yolun kutlu günlerinden biri olan 30 Ağustos'u unutturmaya çalışmak bu topraklara yapılabilecek en büyük kötülüklerden biridir...

Tarihi toprağın hafızasından silmeye çalışırsanız, silinir gidersiniz...

Yusuf Yavuz

Odatv.com

Yusuf Yavuz odatv arşiv