Masallara hiç böyle bakmadınız

Sadık Usta yazdı...

Bu bir felsefe yazısıdır...

Fransa’nın küçük bir köyünde orta halli bir köylünün çocuğu olarak dünyaya gelen Antoine Galland, 4 yaşında babasını kaybetmişti. Onun üstün zekasını fark eden bir yakını onu önce Paris’teki Kraliyet Koleji'ne, sonra da Sorbonne Üniversitesi’ne gönderecekti.

Antoine, henüz 10 yaşındayken eski Yunancayı, Latinceyi ve İbraniceyi çok iyi derecede biliyordu.Üniversitede de Şarkiyat ve Nümismatik (sikke bilimi) okuduktan sonra hayata atılmıştı...

Masallara hiç böyle bakmadınız - Resim : 1

Ama talihi hep yaver gidecekti...

Antoine’nın tarih bilgisine, dile olan yatkınlığına ve zekasına hayran kalan veo sıralarda tayini İstanbul elçiliğine çıkan Marquis de Nointel, onu da yanında götürmek istiyordu. Elçinin görevi Osmanlı padişahıyla buluşmak ve Fransız kapitülasyonlarını yenilemekti. Bu fırsattan yararlanan Antoine doğunun birçok liman kentini ziyaret edecek, elyazmaları toplayacak ve ayrıca bu süre zarfında Osmanlıca, Arapça ve Farsça da öğrenecekti...

Sonraki yaşamındaysa büyük servet sahibi Fransız aristokrasinin hizmetinde Doğuya seyahatlerde bulunacak, onlar için antika malzeme ve elyazmaları da toplayacaktı...

1701 Damaskus (Şam)...

Antoine yeniden Doğu seyahatlerinden birindeydi...

Doğunun egzotik ürünlerinin satıldığı Şam’ın pazarlarını dolaşmış sonra da antikacıların ve kitapçıların bulunduğu ünlü bir semtte saatlerdir aranıyordu...

Tanrı Araplara iki şey bahşetmiştir... Bunlardan biri şiirsel metinleri ezberden okuma yeteneği ki ikincisi de onunla ilişkilidir, doğanın Arap topraklarından esirgediği renkli dünyayı, masallar üzerinden canlandırma yeteneği...

Antione Şam’ın, Bağdat’ın, Kahire’nin, Tunus’un ve Endülüs’ün canlı pazarlarında birçok râvîden (anlatıcı, rivayet eden) olağanüstü heyecan veren birçok masal ve hikaye dinlemişti.

Birkaç yıl öncesinde bazı Arap dostlarından Sinbad’ın Maceraları’nı, Ali Baba ve Kırk Haramiler’in masallarını birçok kez dinlemişti ama her seferinde bunların birbirinden farklı olduklarını anlamıştı.

Yıllardır masal ve hikaye dinlerdi; ve hep karşısına ya “Hezar Afsaneh” ya da "Alflailava-laila“ çıkıyordu... Birçok kez Hezar Afsaneh veya Alflailava-laila masalları dinlemişti. Ama o güne kadar onlara ait herhangi bir metne rastlamamıştı. Ama şimdi durum birden değişmişti...

Şam’da eski eşya da satan bir kitapçıda, herkesi heyecanlandıran ve insanların yüzyıllardır dinleyerek büyüdüğü nam-ı diğer Binbir Gece Masalları’ndan oluşan bir el yazmasına nihayet kavuşmuştu. Ne var ki bu masallar 242. gecede bitiyordu...

Mösyö Galland, Paris’e döner dönmez bu elyazmalarını önce Fransızcaya çevirecek, sonra ilk bölümlerinde bol bol bahsedilen erotik sahnelerinden "ayıklayacak“, elyazmalarında bulunmayan ama onlara ait olduğunu düşündüğü Ali Baba ve Kırk Haramiler, Sinbad’ın Maceraları masallarını da ekleyerek 1704 yılında yayımlayacaktı.

Masallara hiç böyle bakmadınız - Resim : 2

Masallar sadece Paris’te değil, Avrupa’nın bütün başkentinde bomba etkisi yaratacaktı... Eser üst üste baskılar yapmıştı. Sadece Fransızca değil bütün Avrupa dillerinde...

O andan itibaren de Binbir Gece Masalları’na ait elyazmaları bütün Şarkiyatçıların en heyecanlı sürek avına mahzar olacaktı...

Elin adamı kültürel coğrafyamıza ait masalların peşine düşerken Osmanlı’da ise henüz matbaa bile yoktur.

Ardı ardına Avrupa’nın başkentlerinde Binbir Gece Masallarına ait parçalar yayımlanacak, hakkında incelemeler kaleme alınacak ve en sonunda bilim alanında yeni bir bilim dalının doğramasına neden olacaktı:

Masal Biçimbilimi...

Şimdi esas konumuza gelebiliriz...

Amacımız masal anlatmak veya masalların izini sürmek değil, fakat masal biçimbilimi üzerinden devletlerin, toplumsal yapıların ve bilimsel etkinliğin gelişim yasasını diyalektik açıdan ele almaktır.

Ama önce zamanı biraz geriye sarmalıyız...

Öteden beri anarşist düşünürler ki buna yakın zamanda post modernistler ve aklı yadsıyan metafizikçiler de katılmışlardır; kurumlaşmayı, odak yaratmayı, çerçevesi belli yapı ve kavramları, kesin hatlara sahip alanları, disiplini, kuralı ve katı olan her şeyi; ve tabii ki toplum ve devlet kurumlarının varlığını ve inşasını, bilimsel ve toplumsal gelişmeyi yok ettiği, bilimde alanı sınırladığı, gelişmenin önünü kestiği, önyargı ve dogmatizm yarattığı, insanlar arasında yeni bir hiyerarşik yapı ve ilişki tesis ettiği gerekçesiyle kökten reddederler. Bunu da ilericilik adına yaparlar. Bu düşünceyi savunan birçok değerli aydın, düşünür ve bilim adamı da vardır...
Peki bu doğru mu?

Kesinlikle hayır...

Masal anlatmayacağız ama biraz masalların oluşum sürecine ve doğasına bakacağız.

Masalların tarihçesi incelendiğinde (“tarihçesi” derken bile kavramlarla bezenmiş dört başı mamur, şekli ve şemailiyle saptanması gereken kavramlar kullanmak durumunda kalıyoruz) görülecektir ki her masalımsı anlatı, dilden dile, kulaktan kulağa aktarılarak gelen; içinde fantastik ögeler barındıran; esas olarak zaman ve mekan dışı olan, fakat aynı zamanda toplumsal gerçek veya sosyal-ütopik esintiler de içeren halk kültürünün önemli ürünüdürler. Masallar toplumları kuşaklar boyu eğiten ilginç kültürel yaratımlardır. Masallar dilden dile aktarılma sayesinde canlı kalabilmiş; her aktarılışta yeni kavimlerin ve coğrafyaların kültürleriyle zenginleşmiş ve sonuçta bazı eski ögelerinden kurtulurken içine bazı yeni ögeler de alarak hep canlı kalabilmiş ve böylece geçmişten gelen bazı kültürel DNA'lara da ulaşmamızı sağlamaktadırlar.

Ancak gelişmesi sözlü aktarım yoluyla gerçekleştiği için kökendeki bazı eski kültürel dokularını (DNA) da haliyle kaybetmektedir.

Tarihin belli bir momentinde bazı halk bilimciler (etnograflar) söz konusu masalları kayıt altına alarak, bir bakıma onları mevcut (o günkü) kültürel dokularıyla muhafaza ederek, yani onları yok olmaktan kurtararak aynı zamanda onların daha geniş kitlelere ulaştırılmasını da sağlamışlardır. Yazımızın başında hakkında bilgi verdiğimiz Galland bunlardan biridir; Alman Grimm Kardeşler de bunlardandır; Danimarkalı Andersen da bunlardandır.

Bunu da hem masalların barındırdığı eğitici unsurlar kaybolup gitmesin hem de bunlar basılı hale geldikleri için, daha geniş kitlelere ve coğrafyalara ulaştırılabilsin diye yaparlar; bir bakıma onların içerdiği toplumsal mesajın daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamış olurlar, ancak masallar kayıt altına alındıkları anda da gelişmelerinin, yeni ögelerle zenginleşmelerinin de önüne geçilmiş olur.

Dolayısıyla söz konusu masallar kayıt altına alınırken konserve kavanozlarına konulmuş olurlar...

Şimdi bir düşünelim... Masalların bir amacı var ki o da insanları geçmişten, bugünden ve gelecekten haber veren öykülerle eğitmek ve toplumsal uyumu sağlamaktır... Ama onları daha düzenli, daha tertipli, daha kalıcı ve daha araçsal hale getirdiğinizde canlılıklarını da kısmen ortadan kaldırıyorsunuz. Onların varlıklarını ortadan kaldırmıyorsunuz ama onların kendiliğinden gelişmelerinin de önüne geçmiş oluyorsunuz. Bu bir bakıma yabani bitkilerin evcilleştirilmesi, onlara kültür bakımı yapılarak kitlesel üretimde değerlendirilmesi gibi bir şey. Yaban haliyle güzel, ama ondan sadece küçük bir kesim, muhtemelen de parası olan kesim yararlanacaktır, ama onu kitle üretiminde değerlendirdiğinizde de belli bazı unsurlarını kaybedecek ama herkesin tüketimine de sunmuş olacaksınız.Bir bakıma daha demokratik...

Peki masallarda bu yapılmalı mı? Tabii ki evet...

Eğer bu yapılmasaydı bugün birçoğumuzun dinleyerek ve okuyarak büyüdüğü ve eğitimimizde büyük katkısı olan o güzelim masalların (Bremen Mızıkacıları, Kırmızı Başlıklı Kız, Esop Masaları, La Fontaine’nin Hayvan Masalları, Küçük Prens, Kelile ve Dimne ve hatta Binbir Gece Masalları) birçoğunu bilemeyecektik ve onların eğitici gücünden mahrum kalacaktır.

19. yüzyıldan bu yana masal biçimbilimciliği diye bir bilim dalı var: Masalın Morfolojisi.

Biçimbiliminin, yani morfolojinin (değişim ve dönüşümün bilimi demek belki daha doğru) isim babası ise büyük Alman yazarı Goethe’dir.

Goethe buna kültürel morfoloji diyor ve bunun yapılmasının zorunluluğunu da şöyle açıklıyor: “Biçimbilim (morfoloji) bugün de özel bir bilim dalı olarak kabul edilmelidir; bu bilim dalı, başka bilim dallarında ancak gerektiğinde ve yüzeysel bir biçimde ele alınan şeyleri kendine başlıca konu edinir, öbür bilim dallarındaki dağınık şeyleri toparlar, doğadaki şeyleri kolayca ve uygun bir biçimde incelemeyi sağlayan yeni bir bakış açısı ortaya koyar. İlgilendiği olgular son derece anlamlıdır. Olguları karşılaştırmada başvurduğu zihinsel işlemler insan doğasına uygundur ve mutluluk verir; öyle ki, bir girişim başarısızlığa uğramış olsa bile, yararlılık ile güzelliği birleştirir.

Masallara hiç böyle bakmadınız - Resim : 3

Toplumlar yaşamlarını düzenleyebilmek ve hayatlarını doğanın rastlantılarına terk etmemek için hem doğanın yasalarını ortaya çıkarırlar, yani bilimsel faaliyet yürütürler hem de toplumsal süreçte keşfettikleri ve ürettikleri her yapıyı ve kurumu; ve tabii ki kültürel araçların dokusunu temsil eden kültürel yaratımları, belli bir çerçevede koruma ihtiyacı hissederler...

Söz konusu kültürel yaratımların içerdikleri mesajları ideolojik aygıtlara dönüştürerek geleceği de inşa ederler. İnsan emeğinin ürünü olan her şey (bunlara en soyut kavramlar ve araçlar dahildir), muhafaza edilebilmelidir ki gelecek kuşaklar onların üzerinde kendi yeni hayatlarını inşa edebilsinler. Yoksa her kuşak her şeyi sil baştan yaratmak zorunda kalırdı. Bu yaratımlar gelecek kuşaklara aktarılabilmelidir ki yeni kuşak da onun üzerine (DNA) yeni bir şey inşa edilebilsin.

İnsan emeğinin ürünü olan araçların, toplumsal yapıların, kültürel değerlerin yaratılması demek;doğada, çevrede, toplumsa ve hatta zihinde yan yana bulunan, dağınık duran ama birbiriyle ilişkili olan unsurların bütünlenmesi, merkezileştirilmesi, bir odakta sentezlenmesi ve somut varlığa dönüştürülmesi ve bir odak haline getirilmesi demektir.

Bütünlemek, merkezileştirmek, toparlamak, odaklamak, somut varlığa dönüştürmekse, ona çehre ve biçim vermek, onu belli hatlarda sınırlamak, onu bir noktada varlık haline getirmek ve en önemlisi de ona doğanın gücünü vermektir.

YARATMANIN DİYALEKTİĞİ

Yaratmak, bir şeye güç ve kuvvet kazandırmaktır... Herhangi bir şeyi güçle donattığınızda onu merkezileştirmek durumundasınız; herhangi bir şeyi güçten yoksun bıraktığınızda onu varlık olmaktan çıkarırsınız. Hem varlık olacak ama hem de güçten yoksun olacak bu mümkün değildir; hem kavram olacak ama aynı zamanda belli bir şeyi tarif etmeyecek bu mümkün değildir; hem bilim olacak ama aynı zamanda kural, disiplin ve kavramlar oluşturmayacak bu mümkün değildir; hem toplum olacağız ama kural, düzen, disiplin ve hiyerarşi olmayacak bu da mümkün değildir; hem zihnimizde bilgiler olacak ama onları bütünleştiren katı düşünce olmayacak bu mümkün değildir.

Masallara hiç böyle bakmadınız - Resim : 4

İnsanoğlu yarattığı her şeyi güçle donatmak zorundadır, aksi takdirde yaratmanın da anlamı olmaz.
İnsanlık tarihi bir bakıma araçların (devlet, toplum, bilim, kültür, disiplin, kural, ilke, estetik beğeni, sanatsal ilke ve tabii ki düşünce)yaratılması ve muhafaza edilmesi tarihidir de.

Belki bir anlamda insanın kaderi çöp tenekesine atacağı araçları yaratmaktan ibarettir. Dolayısıyla bu çaba, insanlık yok olana kadar da son bulmayacaktır. Gerisi hikayedir...

Bilim, kültür, toplum, düşünce, teori ve ideoloji ve hatta ütopya da böyle yaratılır ve böyle ilerler; yenisini yaratana kadar eskisini muhafaza etmek durumundayız. Bundan çıkış yolu yoktur. Her kültürel yaratım (devlet, üretim süreci, toplumsal katmanlar, kurumlar, hiyerarşik yapılar) ki bunun başında masallar gelir, gelişebilmek için somut olarak tarih içinde ve tarihin belli bir momentinde gerçekleşmek (masallarsa anlatılmak) zorundadır. Çünkü madde (masal) ancak şekil alarak varolmaktadır.

Şekil almamış ve güçle donatılmamış madde, sözden daha soyuttur, masallardaki cinlerden daha hayalidir ve pratik hayatta hiçbir işe yaramaz. Bunun dışına çıkmak isteyenler, gündüz düşleri göremeyenlerdir.

Devletler sadece insanlık sömürülsün ve zulüm görsün diye değil, aynı zamanda insanlık ilerlesin ve daha iyi yaşasın diye icat edilmiştir.

Devletler ve toplumsal yaratımlar masallar gibidir; nasıl ki yeni bir masal üretene kadar eskisinden vazgeçmiyorsak, devletler ve toplumsal kurumlar da yenisi yaratılana kadar hayatımızı düzenlemeye devam edeceklerdir.

Yaşamak disiplin, kural ve ilke gerektirir.

En banal masal, olmayan masaldan daha yararlıdır.

Bu yasa, devletler, toplumsal kurumlar ve bilim dalları için de geçerlidir.

Gece düşünü herkes görür, hayvanlar bile, ama gündüz düşü görebilmek için, yani geleceği inşa edebilmek içinmaddi varlığın somut halini bilmek gerekir. Bilmek için de maddenin katılaşmış halini görmüş olmak gerekir. Tıpkı yerin altından çıkan sıvı magmanın katılaşarak ve bir bakıma güç (dayanıklılık) kazanarak bugün üzerinde yaşadığımız toprakları oluşturduğu gibi. Devletler ve toplumsal kurumlar için de geçerlidir bu...
Acaba magma katılaşmasaydı nice olurdu halimiz...

MUTLAKA EDİNİN...

Bundan böyle her Pazar Yazısı’nda unutulmakta olan veya basımı artık yapılmayan fakat felsefi, siyasi ve kültürel açıdan önemli eserler hakkında notlar da düşeceğiz...

Türkiye'de bugüne kadar gelmiş geçmiş en iyi ansiklopedi 13 ciltlik (aslında 15 cilt, hacim nedeniyle 5. ve 12. cilt iki ayrı kitaptan oluşur) İslam Ansiklopedisi'dir.

Masallara hiç böyle bakmadınız - Resim : 5

1913-1938 yılları arasında Avrupalı Doğu-İslam bilimcileri (Şarkiyatçıları) tarafından hazırlanan bu eser, Hasan Ali Yücel’in bakanlığı döneminde Milli Eğitim Bakanlığı’nın 9 Mayıs 1939 tarihli kararıyla İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde kurulan bir heyet tarafından (Leiden baskısı esas alınarak), maddelerin bazılarında, özellikle de Türkiye’ye ait tarihi ve coğrafi bilgilerin eksikliği göze çarptığı için, Türk dünyasına ait maddelerdeki yanlışlar esasta düzeltilecekve hatta bazı maddeler yeniden yazılarak veya bazı özgün maddeler de ekleyerek tamamı Türkçeye kazandırılmıştır.

Birinci cildin Mukaddimesi Kutdagu Bilig’ten bir dizeyle başlar:

Bilig kıymetini biliglig bilir/Ukuşka ağırlık biligdinkelir.

Yani, “Hakikati, söyleyenlerine bakarak öğrenme; hakikati öğren, söyleyenlerini öğrenirsin.” Muhteşem bir düşünce ve giriş.

Çok bildiğini düşünen ukalalar bile söz konusu 21 sayfalık mukaddimeyi okuduklarında hayretler içinde kalır. Bu bölüm Şarkiyatçılığın nasıl başladığını, yani Doğunun keşfinin bilimsel açıdan nasıl başladığını inceler... Biz de altını çize çize okumuşuz...

Kitaplığımızda Diyanet'in 30 küsur ciltlik ansiklopedisi de var, ama o bizim İslam Ansiklopedisi'nin yanında çok hafif kalır.

Edindiğimiz bazı bilgilere göre İslam Ansiklopedisi'nin basımı durdurulmuştur. Kanımızca bu, aynı zamanda Kemalist Cumhuriyet'in de son bulması demektir. Söz konusu ansiklopedinin ki bu bir ansiklopedi değil adeta incelemelerden ve bilimsel tezlerden oluşan bir külliyattır, yazarları dünya çapında bilim adamlarıdır. Her biri kendi konusunda uzman ve otoritedir. Bunların adlarını yazmak sayfaları bulur. Bunların arasında ayrıca önemli Türk (Köprülü, Adıvar, Ongunsu, Baysun vs) yazarlar da vardır.

Binbir Gece Masalları hakkında bir araştırma yaparken bir kez daha bakmak istedik ve hayretler içinde kaldık.

Madde tam 11 sayfayı (kitap sayfası olarak muhtemelen 25 sayfa) kapsıyor. Maddenin yazarı ise dünya çapında bir uzman, Binbir Gece Masallarını bildiğimiz bugünkü haline kavuşturan Amerikalı-İskoç Şarkiyatçı D. Black McDonald ve Johannes Östrup...

Ne yazık ki Türkçe Vikipedi'de hakkında hiçbir bilgi yok. Bu da işin bir başka acı tarafı...

Bu eseri normalde artık sahaflarda bulabilirsiniz. Fakat satışı internet üzerinden yapılan 2002 baskının olduğunu da görüyoruz. Bunları ne zaman bulursanız hiç kaçırmayın deriz...

Sadık Usta

Odatv.com

Masallara hiç böyle bakmadınız - Resim : 6

Masal üretim kültür arşiv