MAHŞERİN DÖRT ATLISI

Urfa'da 13 mahkumun yanarak can vermesinin ardından, televizyondaki Mahşerin Dört Atlısı programında Nagehan Alçı ve Nazlı Ilıcak hükümetin...

Urfa'da 13 mahkumun yanarak can vermesinin ardından, televizyondaki Mahşerin Dört Atlısı programında Nagehan Alçı ve Nazlı Ilıcak hükümetin hapishanelerde iyileştirme yaptığını ağızlarını doldura doldura anlattılar.

Her ikisi de, daha önce ve şimdiki uygulamalar ve yapılan iyileştirmelerle ilgili ellerine tutuşturulan rakamları okudular. Doğrusu, Urfa'da yaşanan olayın da insanlık dışı, bağışlanamaz olduğunu da söylediler, yalan yok.

Her ikisi de Adalet Bakanlığı'nın kendilerine sağladığı rakamları okurken, daha önceki dönemlerde hapishanelerin durumunun çok daha kötü olduğunu defalarca vurguladılar. Sanki daha önce hapishanelerin durumunun kötü olması, şimdinin bir kurtarıcı sebebiymiş gibi. Sonuçta, eğer bir konuyu savunamıyorsanız yapmanız gereken onu daha kötü bir durumla karşılaştırma yoluna gitmenizdir. Yapılan da buydu zaten.

Diyarbakır hapishanesini örnek verdi Nagehan Alçı. 12 Eylül faşizminin en korkunç günlerinin yaşandığı Diyarbakır cezaevindeki olayları bugünün koşullarıyla karşılaştırmaya kalkıştı. O dönem askeri bir rejim olduğunu tamamen unutarak ya da bu dönem de askeri rejime yakın bir baskı dönemi olduğunu hatırlayarak böyle bir karşılaştırma yanlışlığına düştü, ama muhataplarından bu konuda tek itiraz gelmedi.

Enver Aysever ve Altan Öymen belli ki bu konuda hazırlıksızlardı. Ellerinde rakam falan yoktu. Zaten konu öylesine vahşi, öylesine savunulamayacak bir konuydu ki, hazırlanmaya gerek bile görmediler. Ama Nagehan Alçı ve Nazlı Ilıcak gibi, ne olursa olsun AKP haklıdır zihniyetiyle hareket eden iki konuşmacının işi nerelere getireceği konusunu da iyi hesap edememişler. Açıkçası, Enver Aysever de, Altan Öymen de konu mankeni gibi oturdukları o koltuklarda bu iki kadının hakkından gelebilecek bir yığın "argümanları" olduğu halde, bunu başarıyla savunamıyorlar. Çünkü karşılarındakilerin konuşma taktikleri tamamen siyah ve beyaz üzerine kurulu. Bu durumda tartışmayı da siyah ve beyaz üzerinden yapmalılar.

Aysever ile Öymen'in ellerinde rakamlar olsaydı, en azından şunu söyleyebilirlerdi: Dört günde bir saat su verilen, yatacak yer bulunmayan, sıcaklığın kırk derecelere vardığı bir hapishane için daha önce üç kez uyarı yazısı yazıldığı halde neden önlem alınmadı?

Daha sorulacak onlarca soru vardı. Bu gibi tartışmalarda suçlama yerine soru sorma yolunu seçmeli tartışmacılar, ama bu yapılmadı. Konuşmacılar, Thomas Khun taktiği uygulayarak, tartışmayı hep kendi "bulutları" içine çekip, "siyah" diye bağırdılar. Siyahın beyaz olduğunu iddia etmek için tartışma adabının da, mantığının da bir yana bırakılması gerekiyordu, ama yapmadılar.

Bütün bunlar bir yana, Mahşerin dört atlısından kadın olan ikisinin haksız oldukları halde kendilerini haklı çıkarma çabalarının mantığını anlamak gerçekten çok da kolay değil. Ne olursa olsun "hükümet savunulacak" yaklaşımını bu denli benimsemiş olmaları, ödün vermez bir iktidar savunucuları haline gelmeleri neyle açıklanabilir, biraz bunun üzerinde durmak gerek. Bunu salt "statü" ve "parasal destek" ile açıklamak neredeyse imkansız. Bunların yüklendikleri çok açık ki bir "intikam misyonu".

Nazlı Ilıcak için bu daha da geçerli, ama Nagehan Alçı gibi AKP döneminde ortaya çıkmış biri için bunu salt intikam misyonu ile de açıklamak mümkün değil. Geriye bir tek "görevlendirme" kalıyor. Bu durumda, gazeteci kimliğinin varlığı iktidarla aynı ölçüde yaşayacak ve bitecek izlenimi doğuyor, değil mi? Ama hiç de öyle olmayacak, bunu da göreceksiniz. Gelecek dönemlerde de gazete patronları ve yöneticileri oylarını bu körü körüne savunmacı insanlara verecekler. Çünkü işin başındakiler tarafından yetiştirilmiştir bu insanlar ve ortalığa salıverilmişlerdir. Bunlarla mantıklı bir mücadele olanağı yoktur. Bütün silahlarla donanmışlar ve hayatları güvence altına alınmıştır. Bu destekle, arkalarında kocaman bir iktidarı ve onun güçlerini kullanarak kendilerini muhalif olması gereken yerlerde bile rahatlıkla gösterebilmekte, hatta buralarda karşılarına çıkan zayıf kimlikleri de alt edebilmektedirler.

Oyun bu kurallar içinde oynandığı için de, televizyon ne dediyse doğru demiştir mantığıyla başka haber kaynağı olmadığından aptal kutusunun önüne çakılan güruh tarafından da haklı bulunup alkışlanmaktadırlar. Aslına bakarsanız Mahşerin dört atlısı ile sınırlı değil televizyonlar. Nereye baksanız benzer dörtlüler, üçlüler, beşliler boy gösteriyor. Bunlar 4 değil 44'ü bile geçtiler ve hepsi kendi yalanları içinde kıvranıp duruyorlar.

Ünlü fizikçi Wolfgang Pauli, yukarıdaki gibi karışık bir ortamla karşılaştığında "Doğru değil demek yetmez, yanlış bile değil," cümlesiyle ünlüdür. Bu tartışmacıların karşısında söylenecek en güzel söz de budur herhalde. Tartışma programı diye bir komediler oynanıyor, ama ne yazık ki gülecek halimiz kalmadı. Pauli'nin dediğini tekrar edelim: Bu söylenenler "Yanlış bile değil!"

Mümtaz İdil

Odatv.com

Nagehan Alçı ENVER AYSEVER arşiv