MAHKEMELERİ NASIL ELE GEÇİRECEKLER

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda (HSYK), özel yetkili mahkemelerin yargıç ve savcılarından haklarında şikayet bulunanların ya da İstanbul...

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda (HSYK), özel yetkili mahkemelerin yargıç ve savcılarından haklarında şikayet bulunanların ya da İstanbul, Erzurum, Habur gibi “kullanıldıkları” ileri sürülen yargıç ve savcıların durumlarının görüşülmesinin istenilmesi ve Adalet Bakanı’nın bu nedenle unvanlı atama listesini gündemden çekmesi sonrasında Başbakan, 18.08.2010 günü İzmit’te yaptığı konuşmada yine yargıya çatmış ve “HSYK’da ideolojik yaklaşımlar devreye girdi. Bunlar kendi tezgahlarını kurmuşlar. Şimdi tezgah bozulacak diye telaşa kapıldılar” demiştir. Sn Başbakan’ın HSYK’nın çok yerinde olan tutumunu neden “ideolojik” bulduğunu anlamak olanaksızdır. Ancak, İstanbul, Erzurum ve Habur’daki olaylar herkesin gözü önünde cereyan ettiğine göre, bu sözlerin, HSYK’yı yıpratmaktan ve yapılan değişiklikle HSYK’yı ele geçirme projesini haklı göstermekten başka anlamı ve amacı olamaz.

Bu yazının da amacı, HSYK’nın nasıl ele geçirileceği ve yaratacağı sonuçları gözler önüne sermektir.

Yapılan değişiklikle HSYK 22 asıl, 12 yedek üyeden oluşturulmaktadır. Üyelerin seçimi yapacak kurumlar itibariyle dağılımı şöyledir.

Üye Yedek Üye Kontenjan/Seçimi Yapacak Kurum

1 - Adalet Bakanı

1 - Adalet Bakanlığı Müsteşarı

4 - Cumhurbaşkanı (Doğrudan)

3 3 Yargıtay (Kendi üyeleri arasından, Genel Kurul’ca)

2 2 Danıştay (Kendi üyeleri arasından, Genel Kurul’ca)

1 1 Türkiye Adalet Akademisi (Kendi üyeleri arasından, Genel

Kurulca)

7 3 1. sınıf adli yargıç ve savcılar arasından (adli yargıç ve savcılar

tarafından)

3 2 1. sınıf idari yargıç ve savcılar arasından(idari yargıç ve savcılar

tarafından)

Şimdi bu tabloya bakarak HSYK ile alt ve yüksek mahkemelerin AKP tarafından nasıl ele geçirileceğini anlatmaya çalışalım. Ancak bundan önce, yapılan değişikliklerin Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği organlarının Türkiye’ye ilişkin raporlarında yer verdikleri önerilerine de aykırı olduğunu belirtelim. Gerçekten, Avrupa organları raporlarına göre;

- Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı HSYK’da yer almamalıdır.

- Cumhurbaşkanı’nın HSYK’ya üye seçmesi uygulamasına son verilmeli, Kurul yürütmenin etkisinden kurtarılmalıdır.

- HSYK üyeleri, mesleğin zirvesine ulaşmış, gelecek için bir beklentisi olmayan, ve bu nedenle ödün vermeyecek kişiler arasından seçilmelidir.

- Mesleğin zirvesine ulaşmamış yargıçlar da Kurul’da temsil edilmeli; ancak bunların sayıları ölçülü ve dengeli olmalı, yani yüksek yargıçlardan fazla olmamalıdır.

- Yargıç ve savcılar, idari yönden Adalet Bakanlığı’na bağlı olmamalıdır.

Evrensel hukuk sisteminin verilerini yansıtan bu raporlardaki önerilere uyulup uyulmadığını ortaya koymaya ve HSYK ile alt ve yüksek mahkemelerin nasıl ele geçirileceğini açıklamaya çalışalım.

1) Adalet Bakanı yine HSYK Başkanı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı da Kurul’un doğal üyesidir.

Eleştirilen ve düzeltileceği söylenen 12 Eylül Anayasası’ndaki durum, güçlendirilerek sürdürülmektedir. Adalet Bakanı, Kurul gündemini belirleme yanında Kurul’u yönetme ve temsil etme yetkisi verilerek iyice güçlendirilmiştir. Bununla da yetinilmemiş, Adalet Bakanı’na, Başkanvekili’ne, “isterse” yetkilerinden bir kısmını devretme, Kurul Genel Sekreteri’ni atama, yargıç ve savcılar hakkında inceleme ve soruşturma yapılmasına izin verme yetkisi tanınmıştır.

2) Yine Avrupa organları raporlarında, Cumhurbaşkanı’nın Kurul’a dolaylı yoldan üye seçmesi eleştirilirken, yapılan değişiklikte daha da ileri gidilmiş ve Cumhurbaşkanı’na 4 üyeyi doğrudan atama yetkisi verilmiştir.

Gerek Cumhurbaşkanı’nın Kurul’a doğrudan üye seçmesi, gerek Adalet Bakanı ve Müsteşarı’nın Kurul üyesi olması, gerekse Adalet Bakanlığı bürokratlarından oluşan Türkiye Adalet Akademisi’nce Kurul’a üye seçilmesi, yürütmenin yargıya doğrudan müdahalesi anlamına gelmektedir. Çünkü bu seçimlerin, YÖK üyeleri, rektörler ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimlerinde olduğu gibi, iktidara yakın kişiler arasından yapılacağı her türlü tartışmadan uzaktır.

3) Avrupa organlarının aynı raporlarında, HSYK gibi kurulların, “kariyerlerinin doruğunda olan” kişilerden, yani yüksek yargıçlardan oluşması; alt gruptaki yargıç ve savcıların da bu kurullarda temsil edilmesinin yararlı olacağı, ancak bu temsilin ölçülü ve dengeli olması gerektiği vurgulanmıştır. Çünkü bu organlara göre, “henüz kariyer aşamasında olan, gelecekteki atanma durumu ile ilgili beklentisi bulunan kişiler” bağımsız davranamazlar.

Oysa, yapılan düzenlemede bunun tam tersine yer verildiği görülmektedir. Yüksek yargıçlar Kurul’da 5 üyeyle temsil edilmektedir. Üstelik, bugünkü düzenlemede 7 üyeli Kurul’da 5 yüksek yargıç bulunurken, değişiklikte 22 üyeli Kurul’da yüksek yargıçların sayısı 5 olarak belirlenmiştir. Yani yüksek yargının Kurul’daki temsil oranı % 72’den, % 23’e düşürülmektedir.

1. sınıf yargıç ve savcıların Kurul’daki temsil sayısı ise 10’dur. Yani, 1. sınıf yargıç ve savcıların sayısı, yüksek yargıçların sayısının iki katıdır. 1. sınıf yargıç ve savcılar,

- “Henüz kariyer aşamasında” bulunduklarından,

- “Gelecekteki atanma durumları ile beklentileri” nedeniyle güçlü olan iktidara ödün verme olasılıkları yüksek olduğundan,

- Anayasa’nın 140. maddesine göre, tüm yargıç ve savcılar gibi, idari yönden Adalet Bakanlığı’na bağlılıkları sürdürüldüğünden,

- Soruşturulmaları Adalet Bakanı’nın iznine bağlı olduğundan,

- 4 yıllık Kurul üyeliğinden sonra yeniden mahkemelerdeki görevlerine döneceklerinden,

Bu gibilerden, “kariyerlerinin doruğuna” ulaşmış, Adalet Bakanlığı ile ilgisi bulunmayan yüksek yargıçlar gibi bağımsız davranış, düşünce ve karar beklemek boşunadır.

Üstelik belirtmek gerekir ki, 1. sınıf yargıç ve savcıları Kurul üyeliğine seçecek olan, tüm yargıç ve savcılardır. Yani yaklaşık 13.500 yargıç ve savcı, adayları tanımadan oy vereceklerdir. Kuşkusuz burada, siyasal iktidarın ve cemaatlerin destekledikleri adayların şansı daha da artacaktır. Özellikle 1980’nin ikinci yarısından sonra adliyeye atanan cemaat mensupları dikkate alındığında, seçimin neden tüm yargıç ve savcılara yaptırıldığı daha iyi anlaşılacaktır.

Çok farklı kontenjanlara yer verilmesinden amaç, çeşitli iradenin seçim yaptığı görüntüsü altında, HSYK’yı “tek irade”nin egemenliğine bırakmaktır.

Bu açıklamalar ışığında yeniden tabloya dönülürse, yürütmenin 5’e karşılık 17 üyeyle, hemen, 1 ay içinde (geçici md.19) HSYK’ya egemen olacağı söylenebilir. Adalet Bakanı’nın, referanduma çok az bir zaman kala kararnameyi Kurul’a sunmasının, unvanlı kadrolarda anlaşmazlık çıkararak listeyi gündemden çekmesinin, böylece 8 aydır boş olan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na atamayı önlemesinin, yasaya aykırı olmasına karşın boş bulunan Danıştay üyelikleri için seçimi gündeme almamasının, Deniz Feneri soruşturmasının sonuçlandırılmamasının, dokunulmazlıkların kaldırılmamasının nedeni hep budur. Eğer bu değişiklikler bir “yargıyı ele geçirme projesi” değilse, neden tüm bu konular oluşturulacak yeni HSYK’ya bırakılmaktadır?

4) Orta erimde, yeni HSYK tarafından seçilecek üyelerden oluşacağı için Yargıtay ve Danıştay’ın da siyasal iktidar yandaşı bir yapıya kavuşması; böylece HSYK’nın ve yüksek yargının tümüyle yürütmenin etkisine girmesi kaçınılmazdır.

5) Bunun yaratacağı bir başka sonuç, yüksek yargıçlardan oluşan Yüksek Seçim Kurulu’nun ele geçirilecek olmasıdır. Başbakan’ın milletvekili seçiminden başlayarak, son seçimlerde yaşanan şaibelere, referandumdaki seçmen kütüğü ve seçmen sayısı skandalına hala göz yuman, bilgisayarlı seçim sisteminde, tüm sakıncaları açıkça anlatılmasına karşın ısrar eden, basit bir önlem olarak parmak boyamasını bile kabul etmeyen bugünkü yapısıyla bile dikkat çeken YSK’nın, ileride siyasal iktidarın kalıcı olması için neler yapabileceğinin düşünülmesi bile ürperti vericidir..

6) Yapılan değişiklikte, HSYK’nın 3 daire halinde çalışacağı, Adalet Bakanı’nın daire çalışmalarına katılmayacağı belirtilmiş; bunun dışında Anayasa’da herhangi bir düzenlemeye yer verilmemiş; Kurul’un ve dairelerin görevleri ile çalışma usul ve esaslarının düzenlenmesi yasaya bırakılmıştır. Yani Kurul’un ne görev üstleneceğinin ve nasıl çalışacağının, Müsteşar’ın bu çalışmada etkisinin belirlenmesi hep TBMM’nde çoğunluğu elinde bulunduran AKP’nin keyfine bırakılmıştır. Bu gerçeğe karşın, AKP yaptığı propagandada, “Müsteşarın kilitlemediği HSYK’ya evet” benzeri bir şey yazabilmektedir.Bu yasa çıkarılana kadar da, geçici 19. maddede yapılan düzenlemelerle uygulama yapılacaktır. Çünkü bu maddede, hem HSYK’nın bir ay içinde üye yapısının nasıl değişeceğine, hem de Kurulun çalışma usul ve esaslarına ilişkin düzenlemeler bulunmaktadır.

YARATACAĞI SONUÇLAR

Değişikliklerin HSYK yönünden yaratacağı sonuçları görebilmek için, bu Kurul’un işlevini anımsamak gerekir. HSYK’nın en önemli işlevi, yargıç ve savcıları mesleğe kabul etmek, atamak, yükseltmek, nakletmek, birinci sınıfa ayırmak, disiplin cezası vermek, Yargıtay ve Danıştay üyelerini seçmektir. Değişiklikler sonucu yaratılan yandaş bir HSYK aracılığıyla,

- Yargıçlar ve savcılar, cezalandırma ve ödüllendirme yönteminin de yardımıyla daha da baskı altına alınarak, bağımsız ve tarafsız karar vermeleri önlenecek, siyasal iktidar gibi düşünüp karar vermeleri sağlanacak,

- Özel yetkili ve önemli yargı yerlerine yandaş yargıç ve savcılar atanacak, hatta giderek tüm yargı yerleri bu duruma gelecek,

- Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine, yine yandaş yargıç ve savcılar seçilecektir.

Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ortadan kalkacak, taraflı yargı “adalete güven” duygusunu yok edecektir. Yani, devlete güven yok olacaktır. Artık yurttaşlar, davalı ya da davacı oldukları zaman “adalete” değil, “AKP’ye” sığınacaklardır.

Verdiği kararlarla Türkiye Cumhuriyeti’ni bir hukuk devleti olmaktan çıkarıp, bir korku imparatorluğuna dönüştürecek yargıç ve savcıların sayısı artacaktır. Yandaş yargıç ve savcılarla donatılan, bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitiren mahkemeler ve yüksek mahkemeler, Atatürkçü yurtseverlerin, laik Cumhuriyet’i savunanların, cemaat ve siyasal iktidar karşıtlarının, hukuk ve ceza davaları yoluyla tam anlamıyla kabusu olacak; bu gibiler tümüyle sindirilip yok edilecektir. Bu yolla bir suskunlar ülkesi yaratılacaktır. Bunun için Hanefi Avcı’nın şu sözünün belleklere kazınması gerekir: “Özel yetkili mahkemelerin yargıç ve savcıları emsalleri ile değiştirilmezse, cemaat karşıtlarının özgürlükleri ve yaşamları güvencede olamaz.”

HSYK’nın yapısının değiştirilmesinin yaratacağı sonuç için, kısa süre önce bir dinci gazetede yayımlanan bir dinci gazetecinin yazısına bakmak yeterlidir. Bu gazeteciye göre, anayasa değişikliğinden sonra, artık bireysel, kurumsal ya da örgütsel eleştiriler yapılamayacak, karşıt görüş sergileyen Atatürkçü yurtsever aydınlardan binlercesi tutuklanacaktır.

Sayın Başbakan da, yaratılacak sonucun görülmesine katkıda bulunmuş ve Anayasa değişikliğinin kabul edilmesinden sonra parti grubunda yaptığı konuşmada şöyle demiştir: “Darbe anayasasını değiştirmek bu kutlu kadroya nasip oldu. BİZ bahar sabahına uyanıyoruz. ONLAR uykusuz geceleri bekliyor.” (Işık Kansu, Cumhuriyet, 15.05.2010)

Onun deyişiyle darbe anayasasında ilk kez değişiklik yapılmadığını, bugüne kadar Anayasa’nın 87 madde ya da kuralının değiştirildiğini, darbe anayasasından neredeyse eser kalmadığını, yapılanın da bir sivil darbe anayasası olduğunu, sivil dikta rejimi getireceğini bir yana bırakalım; bu söylemle Sayın Başbakan, toplumu ikiye ayırmakla kalmamakta, kendilerinden olmayanları, yani karşıt görüşlüleri “uykusuz gecelere” mahkum ederek, dinci yazarın söylemini pekiştirmektedir.

Yargı bağımsızlığının yok edilmesi, aslında doğrudan halkın hukuksal güvenliği ve güvencesinin yok edilmesi anlamına gelmektedir. Çünkü, yargı bağımsızlığının olmadığı bir ortamda temel hak ve özgürlüklerden söz etmek olanaksızdır. Yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirmesinden en büyük zararı, kuşkusuz “milli irade”nin gerçek sahipleri görecektir. Siyasal iktidardan yana taraf olan bir yargı, yurttaşların hak ve özgürlüklerini değil, yandaşı olduğu siyasal iktidarın ve onun mensuplarının çıkarlarını koruyacaktır. Bireyler, siyasal iktidar (idare) ve AKP’lilerle davalı ya da davacı olduklarında yargıya nasıl güveneceklerdir?

Yaratılan yandaş yargı sayesinde Ergenekon, Deniz Feneri, yolsuzluk dosyaları AKP’lilerin istedikleri biçimde sonuçlanacaktır. Artık AKP’liler “yargıya güvenecekler”dir. Kısaca bu değişiklikler, AKP’yi ve AKP’lileri kurtarmaya yönelik bir “darbe eylem planıdır”. Yargı bağımsızlığına vurulacak darbe, yargının bölünmesine de neden olacaktır. Daha şimdiden bir Sayın Bakan, Ergenekon davasında tutukluları salıveren yargıcı kastederek, “Çetenin nöbetçi hakimi, savcısı var” diyebilmiştir. Böylece, yargıçlar ve savcıları ikiye bölmüş, yandaş olmayan yargıç ve savcıları, “çete”nin yargıç ve savcıları olarak ilan etmiştir.

TBMM’nce Anayasa Mahkemesi’ne, 13 bin yargıç ve savcının oylarıyla HSYK’ya yapılacak seçimlerde, siyasal, ideolojik, dinsel, mezhepsel ve bölgesel gruplaşmalar yaşanacak; bu da yargının tarafsızlığını tümüyle yitirmesine neden olacaktır.

Kısaca yapılan değişiklikler, bireysel ve toplumsal yaşamın İslami rejime dönüşmesinde ve dinci faşist yönetim biçiminin yerleştirilmesinde eksikleri tamamlayacaktır. Bernard Lewis’in söylemiyle, “Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyet, 10 yıl içinde İran İslam Cumhuriyeti’ne dönüşecektir”. (Tufan Türenç, Hürriyet, 17.05.2010)

Bülent Serim

Anayasa Mahkemesi eski Genel Sekreteri

Odatv.com

referandum mahkemeler hanefi avcı arşiv