Müyesser Yıldız yazdı: Madem bu kadar meraklısınız neden Kandil'e değil Musul'a giriyorsunuz

Müyesser Yıldız yazdı

Millet “FETÖ” operasyonlarıyla işinin, aşının, özgürlüğünün, hatta canının derdine düşürülmüşken, devlet Suriye ve Irak'ta IŞİD'e karşı savaşa hazırlanıyor.

Erdoğan durup dururken, “1920’de bize Sevr’i gösterdiler, 1923’te Lozan’a bizi razı ettiler, birileri de bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştılar” dediğinde, meselenin gündem değiştirmek değil, Musul ve Kıbrıs operasyonlarına hazırlık ve emperyalizmin bu konulardaki dayatmalarını millete “zafer diye yutturmak” olduğuna dikkat çektik.

Unutmayalım ki, Sevr'de gerçekleştirilemeyenlerden biri “Kürdistan” ve bu projeye Musul-Kerkük'ün de dahil edilmesiydi.

83 yıl sonra ABD'nin Irak'ı işgâliyle, Irak'ın kuzeyinde Barzani öncülüğünde “Kürdistan”ın temelleri atıldı. Sonrasında Kerkük ve Musul'un da “Barzanistana” katılması operasyonlarına girişildi.

4 Temmuz 2003'te ABD'nin Süleymaniye'de Türk askerlerinin başına çuval geçirmesinin yegâne sebebi buydu. TSK'nın Türkmenlerle bağı kopartıldı.

28 Mayıs 2004'te ABD Dışişleri Bakanlığı'nda üçü Musevi asıllı, biri Ulusal Savunma Enstitüsü'nden diğeri de öğretim üyesi 5 uzmanın katıldığı toplantı yapıldı. “Gizli” toplantının gündemi, “Kerkük'ün Kürtlere bırakılması ve Kürt devleti konusunda AKP hükümeti ile TSK'nın neler düşünüp, ne tepkiler vereceği”ydi. Katılımcılar, 25 yetkilinin sorularını cevaplandırdı. Sorulardan bazıları şunlardı:

- Kerkük, Kürt eyaleti içinde kalırsa TSK’nın tepkisi ne olur?

- AKP'nin İslam-Kürt milliyetçiliğine yaklaşımı nedir?

- AKP ve TSK'nın Kuzey Irak'ta kurulacak bir Kürt devletine bakışı ne olabilir?

Bu sorulara verilen cevabın özeti, “Kürkek'ün Kürt eyaleti içinde kalması TSK'nın tepkisine yol açabilir ve Türk askerinin ABD'ye duyduğu güvensizliği daha da derinleştirebilir” idi.

Şimdilerde Erdoğan'ın başdanışmanı olan İlnur Çevik ile Cengiz Çandar'ın da katıldığı öne sürülen toplantıda her iki ismin, “AKP hükümetinin Kürt Federasyonuna karşı olmadığı, asker ve MGK zorlamalarıyla Kürt etnik federasyonuna karşı çıkmak zorunda kaldığı” şeklindeki tespiti de kayda geçiriliyordu.

Sonrasında Ergenekon ve Balyoz'un korku ikliminde, Barzani tereyağından kıl çekercesine Kerkük'e el koydu. Taslak anayasasında Kerkük'ü, “Kürdistan'ın başkenti” ilân etti.

Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı İlker Başbuğ'un 2004'teki, “Kerkük’ün Kürt grupların yönetimine geçmesi bağımsız Kürt devletinin kurulması yönünde ilk basamağı oluşturur. Bu durum, iç savaşı da tetikleyebilir ve Kerkük Türkiye’nin güvenlik sorunu haline gelir. Kerkük’ün özel statüsünü koruması Türkiye için hayati önemdedir” uyarısından sonra herhangi bir yetkiliden Kerkük'e dair tek bir çıkış geldi mi?

KONSOLOSLUĞUMUZU KURTARAMAYANLAR MUSUL'U KURTARACAK

Gündemimiz Musul'un IŞİD'den kurtarılması... Şimdiki “FETÖ korku ikliminde” de buranın Barzani'ye teslimine sıra geldiği anlaşılıyor...

Öğreniyoruz ki, Irak yönetiminin karşı çıkmasına rağmen, Barzani'nin davetiyle Musul operasyonuna katılacakmışız.

Doğruysa bunun anlamı açık; Irak'ta öngörülen “Kürdistan” haritasını kendi ellerimizle çizmekle kalmayıp, Irak'ın resmen bölünmesine hizmet edeceğiz.

Dahası, Şii dünyası yani İran'la karşı karşıya geleceğiz.

Erdoğan birkaç gün önce Dubai merkezli bir televizyona yaptığı açıklamada, “Musul Musulluların, Telafer Telaferlilerindir. Hiç kimsenin buralara gelip girmeye hakkı yok. Musul'un DAEŞ'ten kurtarılmasından sonra da burada sadece Sünni Araplar, Türkmenler ve Sünni Kürtler kalmalıdır” dedi.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın dün, “Cumhurbaşkanımız, o mülakatında açık bir şekilde 'Musul'un, etnik ve sosyolojik yapısı dikkate alınarak bu operasyonun yapılması gerekir' dedi. Birkaç gündür Arap basınında sanki Cumhurbaşkanımız 'mezheple' ilgili bir şey söylemiş gibi... Böyle bir şey söylemedi. Şii meselesine, mezhep konusuna hiç girmedi. Bizim ne Musul, ne Rakka, ne Suriye topraklarında gözümüz var. Bizim bütün derdimiz, DEAŞ ve diğer terör örgütlerinden, YPG de dahil olmak üzere, bu bölgenin temizlenmesidir” şeklinde bir düzeltme yapsa da sıkıntı ortada.

“Mezhepsel ve dinsel” yaklaşımı geçelim, Musul IŞİD'den kurtarıldıktan sonra statüsü ne olacak; Irak merkezi yönetiminde mi kalacak, Barzani'ye mi bağlanacak, yoksa “özerk” statü mü verilecek?

Elimizi vicdanımıza koyup, soralım; Bugün Türkiye için hangisi öncelikle ve büyük tehdit, IŞİD mi, PKK mı?

PKK nerede? Barzani bölgesinde. Sadece dağda değil, artık şehirlerinde, otellerinde kol geziyor.

Geçmiş yıllarda Kandil'in temizlenmesi taleplerimize, “Gücüm yok ki” cevabını veriyordu.

Musul'u kurtarmaya hazırlandığına göre, belli ki artık “gücü” var.

O halde;

Her ne kadar geçmişte PKK'yla mücadele için, “Ben kaldığım sürece Kürt kanının, Kürt eliyle dökülmesine müsaade etmeyeceğim”

Ve

“Kürtlerin birbirini vurduğu dönemler artık geride kaldı. Bizim en önemli kırmızı çizgilerimizden biri, Kürtlerin kardeşliğidir. Bizden, bölgemizdeki PKK kamplarına yönelik bir müdahale beklentisi içinde olmasınlar. Bu kamplara silahlı bir müdahale, bizim açımızdan söz konusu değildir” sözleriyle tavrını ortaya koysa da Türkiye'nin artık, “KAK'ımız, dostumuz, gururumuz Mesut, gel Musul'dan önce Kandil'i temizleyelim. Sonra da IŞİD'i halledelim” demesi gerekmez mi?

Irak yönetiminden sonra Irak'taki “Uluslararası Koalisyon Gücü”nün Sözcüsü Yarbay John Dorrian da buradaki askeri varlığımızı “illegal” ilân ettiğine göre;

1- Türkiye Musul'da hangi güce “vekaleten” savaşamaya hazırlanıyor?

2- Ne pazarlıklar dönüyor, Musul operasyonunu TSK-Peşmerge-PKK'nın omuz omuza yapmasına razı edilmeye mi çalışılıyoruz?

3- Terör örgütlerinin “üst aklı ve hamisi” ABD'yi daha ne kadar “dost ve müttefik” saymaya devam edeceğiz?

Müyesser Yıldız

Odatv.com

barzani PKK ABD Tayyip Erdoğan kandil Türkiye Irak musul kuzey ırak lozan barış anlaşması kürdistan arşiv