LİBERALLİK BU MU?

Liberaller buna yanıt verebilecek mi?

Günlerdir John Locke ve Adam Smith okuyorum. Liberal düşüncenin ne olduğunu daha iyi anlamaya çalışıyorum. Bu düşünceyi benimseyenlere “liboş” denmesinden de hoşlanmıyorum.

Ekonomideki liberalizm ile felsefedeki liberalizm arasında bir köprü kurmaya çalışıyorum. Varoluşçuluk ile liberalizmin çoğu noktada kesiştiği, ama varoluşçuların biraz daha isyankar, biraz daha dünya ile kavgalı olduğunu görüyorum.

Dostoyevski’ye, varoluşçuların bilmeden atası sayılan ünlü yazarı kurcalıyorum.

Fransız İhtilali’nde liberallerin başkaldırışını, bir devrimi başlatışlarını izliyorum.

Hepsini yapıyorum, her şeyi anlamaya çalışıyorum şu altmışa merdiven dayamış yaşımda, ama bir türlü “demokratik açılımı” anlayamıyorum.

Sanmayın ki Locke, Nietzche, Kant gibi felsefeciler kolay anlaşılır insanlar.

Marks’ı anlamak için bir ömür harcamak bile gerekebilir.

Ama “demokratik açılımı” anlamak için bir ömür yetmeyebilir.

Çünkü ne olduğunu bilmiyorum.

Liberalizm ile yakın ilişkisi olduğu açık. Ama oraya da konduramıyorum.

Ben kondurdum desem de, o oturmuyor.

Güneydoğu’da bulunduğum için oradaki halkın yoksulluğunu, çaresizliğini, sefilliğini ve kısmen işgal altında gibi olduğunu biliyorum. Ama oradaki bir vatandaşın kolunu sallaya sallaya Batı dediğimiz bu taraflara geldiğini de biliyorum.

Peki ben oralara kolumu sallaya sallaya gidebiliyor muyum?

İşte bu soru kocaman bir soru işaretini de beraberinde getiriyor.

1980 öncesinde Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuyup da, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nin (AİTİA) olduğu bölgeye gidememek gibi bir durum söz konusu burada.

Nasıl mı?

Türkiye’nin önde gelen bir telefon şirketi ile birlikte üniversitelerde “rock” konserleri düzenleme işine girişmiştim. Elimde üç üniversite vardı. Biri Denizli Pamukkale Üniversitesi, öteki Kayseri Erciyes Üniversitesi ve ikisinin arasında da Diyarbakır Dicle Üniversitesi vardı.

Kayseri’yi başarıyla yürüttükten sonra, Diyarbakır için hazırlanmaya başladık. İlk haber, telefon şirketinin konser verilecek üniversiteye önceden gönderdiği geçici elemanlarından geldi.

“Burada bize afiş astırmıyorlar. Bir daha gelirseniz sizi kovarız, diyorlar. Bizden izinsiz burada konser veremezsiniz, diyorlar. Bütün astığımız afişler yırtıldı. Konserin iptali için şirkete not ulaştırdık. Burada hayatımız tehlikede.”

Hemen Dicle Üniversitesi’nin bu işten sorumlu rektör yardımcısını arıyorum.

“Bir şey olmaz, burada biz varız. Gönlünüzü rahat tutun,” diyor.

“Güvenlik sağlayabilecek misiniz? Şirket bunu soruyor,” diyorum.

“Güvenlikte bir sorun yok, siz gelin,” diyor.

“Ama şirket garanti istiyor,” diyorum.

“Biz başbakana bile garanti veremiyoruz. Nasıl garanti verelim?” diye yanıtlıyor.

Bu konseri noktalayan birinci adım oluyor.

İkinci adım ilgili telefon şirketinden geliyor.

Üçüncü adım da konseri verecek rock şarkıcılarından.

Kimse gitmek istemiyor. Korkuyor.

Konseri iptal ediyoruz.

Isparta’ya alıyoruz zorunlu olarak.

Telefon şirketi aradaki masrafı da üstlenmiyor. Diyarbakır olayından da hemen vazgeçiyor ve Isparta’da yeni bir hazırlık başlıyor. Isparta konsere hazır değil. Finaller başlamış.

Sonuçta kendi ülkemde bir bölgeye gidip konser verme rahatlığına sahip olmadığım yüzüme vuruluyor.

Ama Diyarbakır’dan Denizli’ye veya benzer bir kente gelecek olan sanatçı gurubu için böyle bir tehdit veya uyarı yok.

O zaman aklıma şu soru haklı olarak takılıyor. Bu ülke sınırları içinde, kendime bir misyon veya ırk biçmeden, sıradan bir vatandaş olarak istediğim yere gidememe gibi bir sorunum mu var?

Evet, var.

Kürt kimliği alabildiğine “rüştünü” ispatlamış durumda. Ben “Türk” kimliğini kullanmaktan yana biri olmadığımdan, böyle bir kimlikle kendime yer edinmeye çalıştığımda faşist düşünceyle eş değer bir davranışa girdimi düşündüğümden, bir anda kendi ülkemde “ikinci sınıf” vatandaş durumuna düşüyorum.

Bir zamanlar ABD’de yerlerde sürünen siyah derililer, şimdi her alanda ön sıradalara. Bir an itiraz edecek olsanız, “rengim siyah olduğu için bana bunu yapıyorsun, değil mi,” diyerek üzerinize yürüyecek kadar işi ileri götürüyorlar.

Kırk yıldır uygulanan yanlış politikalar, beni ülkemde yabancılaştırıyorsa bunda birey olarak benim ne suçum var?

Bireysel özgürlüklerin büyük savunucusu liberallere sadece bunu sormak istiyorum.

Benim de bazı şeyleri yapma özgürlüğüm yok mu?

Hani liberalizmin temelinde, “toplumu bireylerin oluşturduğu ve her bireyin çıkarlarının toplamının toplumun çıkarlarını oluşturduğu” ilkesi vardı?

Nerede o?

Tamam, “bırakalım yapsınlar, bırakalım geçsinler” de...

Ben ve benim gibi milyonlarca insan “Türküm” diye dolaşmıyor. “Bu ülkenin vatandaşıyım” diye dolaşıyor.

Onlar ne “yapacak”?

Nasıl “geçecek”?

Nerede liberalizm?

Odatv.com

A.Mümtaz İdil

John Locke adam smith Liberallik açılım arşiv